Türkiye’nin Ermenistan ile diyaloğa girilmesi, Rusya’nın konu üzerindeki etkisini azaltmak için ama bu da bölgesel ve tarihsel dengeler nedeniyle çok mümkün değil.Türkiye'nin Ermenistan ile sınırları bilindiği gibi 1993'ten kapılı. Ancak, iki ülke ilişkilerindeki başlıca engel olan Dağlık Karabağ konusu, Ekim 2020’deki savaşla ortadan kalktı. Zira, Türkiye’nin de askeri desteğiyle Azerbaycan, tüm bu bölgeyi ele geçirdi. İsrail de, bu süreçte Azerbaycan'ı silah ve askeri danışmanlarla desteklemişti. Altı hafta süren çatışmalarda 6500'den fazla kişi ölmüştü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in aracılığı ile Kasım 2020'te ateşkes imzalanmıştı. Putin, Ermenistan-Azerbaycan konusunda sahada olmayı sürdürüyor: eski Sovyet devletleri arasında arabuluculuk için Kasım’da Karadeniz'in tatil beldesi Soçi'de Nikol Paşinyan ile İlham Aliyev'i bir araya getirdi. İki lider, o buluşmada ulusal sınırlarını belirlemek için müzakerelere başlama konusunda anlaştılar. Yıllardır pasif kalmakla suçlanan Avrupa Birliği de, şimdi “sahada”. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, önceki gün Brüksel'de Paşinyan ve Aliyev ile bir araya geldi. Avrupa Konseyi yaptığı açıklamada, AB'nin sınırların yeniden çizilmesi için teknik yardım ve iki ülke arasında demiryolu ve karayolu bağlantılarını yeniden kurmak için mali destek sağlayabileceği vaadinde bulundu. Bu buluşmada da, demiryolu hatlarının açılması konusunda anlaşıldı. Bu arada, Avrupa Konseyi’nin “herhangi bir diğer arabuluculuk sürecini gölgede bırakmaya, değiştirmeye veya hükmetmeye çalışmadığını” açıklaması, aslında Rusya’nın önünü de açıyor. Zira, Dağlık Karabağ’daki 2 bin Rus Barış Gücü’nün varlığının onaylanması anlamına geliyor. Ayrca, Ermenistan'ın Türkiye ile olan sınırında da Rus askerleri konuşlanmış durumda. Ermenistan ile de girişilen yumuşuma sürecinin böyle de bir konjoktürel arka planı var-Ermenistan ile diyaloğa girilmesi, Rusya’nın konu üzerindeki etkisini azaltmak için ama bu da, bölgesel ve tarihsel dengeler nedeniyle çok mümkün değil. Kremlin ile olan “rekabetçi dostluğu” da Ankara’nın sürekli bir köşe kapmaca biçiminde devam edip duruyor görüldüğü gibi...
Daha yeni başlıyoruz
Türkiye’nin içinde özellikle ekonomiye ilişkin her şey “anormalleşirken”, dış ilişkilerinde normalleşmeler silsilesi başladı. İsrail, Mısır, BAE derken, şimdi de Ermenistan’la “normalleşme” adımları atması söz konusu.
Politik Yol’a merhaba.
Türkiye’de bir değişim sürecinin içindeyiz. Tam da böylesi bir dönüşüm zamanında, Politik Yol’a ilk kez yazarak ben de yeniye doğru bir adım daha atıyorum.
Geçen Mayıs ayında kurduğumuz “Ben Seçerim” Derneği de, benim için yeniye doğru büyük bir adımdı. Kadınların, karar alıcılar arasında hakları olan yerleri alabilmeleri sürecinde onları desteklemek için kurduğumuz bu dernek, değişim öncüsü olmak için kurulan bir yapı. Dönüşümün olması gereken yönde; gerçekten “yeni” ve gerçekten daha iyiye doğru olabilmesi için.
“Yeni”nin yolu, ne yazık ki her zaman da dikensiz gül bahçesi olmuyor. Türkiye’nin değişim süreci de, zor ve türbülansı bol biçimde gerçekleşeceğe benziyor. Sebebi de, ekonomik kriz elbette. Türkiye’de de, daha önce birçok kez olduğu gibi, seçmen davranışını belirlemede “ekonomik oylama” etkili olmaya başlıyor.
“Ekonomik oylama”, seçmenlerin ekonominin durumuna göre, hükümeti ödüllendirmesi veya cezalandırması. Koç Üniversitesi’nden siyaset bilimci Erdem Aytaç’ın 2007-2019’da
AK Parti’ye yönelik seçmen yaklaşımında ekonomiye yönelik algıların önemli rol oynadığını ortaya koymuştu. Aytaç’ın bulguları, Türkiye bağlamında “ekonomik oylama” yoluyla seçimlerde hesap verebilirliğin mümkün olduğunu ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, Aytaç’ın dikkat çektiği üzere, aynı zamanda, partizanlık arasında ekonomik değerlendirmelerde önemli ve giderek artan bir bağ var. Diğer bir deyişle, AK Parti’nin sadık taraftarlarının ekonomiye ilişkin değerlendirmeleri giderek parti sadakatlerine göre şekillenebiliyor. Bu da, oy dengelerinde şimdiye kadar neden ekonomik olarak bıçak kemiğe dayanıncaya kadar bir değişik olmadığını da açıklıyor.
“Dış mihrakların” ekonomik sorunların kaynağı olduğu söylemi de, 2020’nin başlarından beri giderek daha az rağbet görüyor. Pandemi ile beraber ekonomik sorunların artması, “ideolojik gözlükleri” çatırdatmaya başlamıştı. Diğer bir deyişle, daha o zamanlardan itibaren, “dış mihraklar”, “faiz lobisi” gibi söylemlerin alıcısı olmamaya başlamıştı. Özellikle de, büyük kentlerde ekonomik değerlendirmelere yönelik “rasyonelite” ve “nesnelliğin” yükseldiğini gözlüyorduk. Ardından da, kamuoyunun gözünde ekonominin gidişatını kamuoyu algısında ekonominin durumunun faturası önce, yönetiminin günlük olarak başında olanlara; yani, kabineye kesilmeye başlandı. Ardından da, son 6 aylık dilimde, yönetmin en tepesine...
Böylece, Türkiye’nin “tahtırevalli” politikasında içte işler karışınca, dış politikada yumuşama mevsimi geliverdi. Tabii, “normalleşmeler silsilesine” yol açan başka sebepler de var.
Ermenistan’la da “normalleşme”
Türkiye’nin kendi içinde özellikle ekonomi ile ilgili her şey “anormalleşirken”, dış ilişkilerinde birden normalleşmeler silsilesi başladı. İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri derken, şimdi de Ankara’nın Ermenistan ile “normalleşme” adımları atması söz konusu. Üstelik de, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun TBMM’de yaptığı duyuru ile Ermenistan ile yumuşama sürecinin resmî duyurusu yapılmış oldu. Çavuşoğlu, Meclis’te Erivan ile charter uçuşlarını açacaklarını belirterek, "Yakında Ermenistan’la normalleşme adımları için karşılıklı Özel Temsilciler atayacağız. Her adımda Azerbaycan’la birlikte hareket edeceğiz” demişti. Ermenistan'ın Dışişleri Bakanlığı da, Twitter üzerinden aynı yönde bir açıklama yaparak, Türkiye ile “önkoşulsuz” bir normalleşme sürecini başlatmaya hazır oldukları mesajını verdi.
Ardından Türkiye’nin eski Washington büyükelçisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın çevresinden olan Serdar Kılıç, “Ermenistan ile normalleşme sürecinde “özel temsilci” olarak atandı.