CHP ile toplumsal muhalefet arasındaki makasın bu denli açılmasının bedeli her geçen gün artıyor ve artık bu problemin ‘Adalet Yürüyüşü’ benzeri birleştirici girişimlerle aşılması da mümkün gözükmüyor.

Geçen hafta ikinci turu gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası oluşan tablo, seçimlerin siyasal muhalefet açısından inkâr edilemez bir başarısızlık ile sonuçlandığını açık şekilde ortaya koydu. Türk demokrasisi için tarihi öneme sahip olduğu defaatle dile getirilen bu seçimdeki başarısızlık durumunun da dolayısıyla yine tarihi nitelikte olduğunu söylemek sanıyorum cüretkâr bir iddia olmaz. Tarihi nitelikteki bu başarısızlık ise, tarihi bir değişimi zorunlu kılıyor. Muhalefeti oluşturan tüm unsurlar için şapkayı öne koyup düşünme ve değişme vakti geldiyse de bu en çok siyasal muhalefetin bayrağını çeken, hatta onu tasarlayan Cumhuriyet Halk Partisi için geçerlidir.

CHP’nin değişimi ve bu değişimin gerekliliği arkasındaki argümanımın yukarıda ifade ettiğim başarısızlık durumunu Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kaybetmesi üzerinden karikatürize bir biçimde ifade eden argümanlarla aynı olmadığını belirtmeliyim. Değişim sadece seçim kaybedildiği için değil, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal varlığının ve değerinin muhafazası için gereklidir.

Buna izin verilmemesinin uzun vadede toplumun çıkarlarıyla örtüşmeyecek, toplumsal muhalefetin popülist mahiyetteki alternatif kanallara yönelmesinin katastrofik bir siyasal ortam yaratması gibi sonuçları olabilir. Aslında, bunun öncüllerini zaten görüyor olduğumuzu söylemek de yanlış olmaz.

Örneğin, CHP’nin toplumsal muhalefetin beklentilerini ve isteklerini yönlendirme konusundaki kapasitesinin muhalefeti konsolide etmekte yetersiz kalması, İnce ve Oğan gibi etki siyaseti figürlerinin güçlenmesiyle sonuçlandı. Oysaki, Oğan ve İnce ile temsil edilen seçmen CHP’nin kurumsal olarak temsil edebileceği bir seçmen grubuydu. Doğru adayın kim olduğuna yönelik tartışmanın Kılıçdaroğlu kampanyasının doruk noktasında dahi tam anlamıyla kapanmayıp kamuoyunu meşgul etmesi de CHP’nin var olan yapısıyla toplumsal muhalefete yön veremediğinin bir diğer örneğidir.

CHP ile toplumsal muhalefet arasındaki makasın bu denli açılmasının bedeli her geçen gün artıyor ve artık bu problemin ‘Adalet Yürüyüşü’ benzeri birleştirici girişimlerle aşılması da mümkün gözükmüyor. Kılıçdaroğlu’nun sorumluluk alıp bir değişim takvimi ilan etmesi gerekliliği de dolayısıyla önümüzde duruyor. Burada, söylediğimin katiyen CHP’nin toplumsal muhalefete ayak uydurması ve/ya ona göre şekil alması anlamına gelmediğini de belirtmeliyim. Tersine, siyasette maharet şekil almakla değil, şekil vermekle alakalıdır ve şu anki hâliyle CHP bu maharetini artık geri döndürülemez bir biçimde kaybetmiştir. Değişime izin verilmediği durumda partinin yok olma gibi riskler altında olduğunu düşünmesem de bunu yapmamanın bedelinin her bir sınavda katlanarak artacağını düşünüyorum.

Peki, CHP’de değişim nedir? Kesinlikle istenildiği gibi tek kriterin liyakat olduğu bir kadro değişimi değildir. CHP’nin insan kaynağı olarak potansiyelinin yüksek olduğu doğruysa da bu potansiyeli pratik siyasete transfer edecek kanallar yoktur, dolayısıyla da değişim önce entelektüel envanteri dolu insanların pratik siyasetle karşılaşıp görev ve sorumluluk almasını sağlayacak kanalların açılmasını zorunlu kılar. X konusunda uzman bir kişinin konuyla ilgili uzmanlığının, eğer bu kişinin parti siyasetinde bir deneyimi yoksa, hiçbir anlamı olmaz.

Gelinen noktada CHP’nin bir ideolojisi olduğunu söylemek bile zordur. CHP’nin artık düzenli ve programlı şekilde temsil ettiği değerler yoktur, daha ziyade temsil ettiğini iddia ettiği değerler vardır.

Çünkü böyle bir durumda bu uzmanlık, siyaseten kullanılabilecek bir uzmanlık olmaktan çıkar ve anlamını yitirir. CHP’nin ihtiyacı olan hem liyakat sahibi hem de parti siyaseti tecrübesine sahip kadrolardır, buna da doldur boşalt tekniğiyle bir günde ulaşmak mümkün değildir. Tam da bu yüzden değişimin bir istifa sonucu oluşacak siyaset boşluğunda kaba tabirle harala gürele değil, sistemik ve planlı bir şekilde gerçekleşmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan, yukarıdaki iki özelliğe zaten sahip kadrolar CHP’de hiç mi yok diye de haklı olarak sorabiliriz. Elbette var, ancak onların da memleketin insanını ne derece tanıdığı, onlarla ne düzeyde bir duygudaşlığa sahip olduğu en azından benim için şüphelidir.

Değişim talebinin bir diğer boyutu da bunun partinin üzerine oturacağı ideolojik hatların ne olacağı ile alakalıdır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı süresince izlediği partiyi daha merkeze çekmeye yönelik politikaların Türkiye’de demokratik siyasetin güçlenmesi açısından ciddi kazanımları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin ulaşamadığı kesimlere ulaşmak konusundaki ısrarının hakkını teslim etmek gerekir.

Ancak, gelinen noktada CHP’nin bir ideolojisi olduğunu söylemek bile zordur. CHP’nin artık düzenli ve programlı şekilde temsil ettiği değerler yoktur, daha ziyade temsil ettiğini iddia ettiği değerler vardır. Örneğin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Türk Sağı ile kurduğu diyalog ve hatta Türk Sağının partide yer edinmesi, partinin seküler politikalarına bile gölge düşürmüştür.

CHP’nin sekülarizmden verdiği tavizler aynı şekilde devam ederse ki bu partinin tam anlamıyla post-seküler bir konum alması anlamına gelir, oluşacak bu siyasi alan da farklı aktörlerce doldurulabilir. Benzer şekilde, CHP’nin temsil ettiğini iddia ettiği sosyal demokrasi ile temelden çelişkili birçok söyleminden ve politika önerisinden de bahsedilebiliriz. CHP’de değişim bu problemlerin çözülmesini ve bunun yapılması için katılımcı mekanizmaların kurulmasını da içeriyor. Bu konunun liderlere göre şekil alacak ya da bir takım ideoloji mühendisliği çabalarıyla üstü kapatılacak bir şekilde bırakılmasının, partinin gelecekteki yapısı için de iyi sinyaller vermeyeceği kanaatindeyim.

Edmund Burke, Avam Kamarası mensubu William Weddell’e yazdığı mektupta şöyle der: “Hepimiz değişimin yüce kanununa riayet etmeliyiz. Bu doğanın en güçlü kanunu ve onun muhafazasının aracıdır.” Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi gibi köklü ve yerleşik gelenekleri olan kurumlar söz konusu olduğunda, bu muhafazakâr lensin ve argümanın göz önünde tutulması gerektiğini düşünüyorum. CHP paydaşlarının CHP’yi korumak için değişim kanallarını canlandırması, reddi mümkün olmayan itirazların ve mazerete cevaz vermeyen eleştirilerin yapıcı bir şekilde sindirilmesi için hayati bir sorumluluktur.