Pazar Politik Gündem

Cumhur Blokunun seçim mühendisliği altılı masayı devirmeyi amaçlıyor

Abone Ol
Cumhur İttifakı’nın seçim yasası değişikliği, iktidarın lehine bir takım düzenlemeleri içeriyor. Bu düzenlemelerin ne kadar akılcı olduğunu, neleri getireceğini Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı yorumladı. Bugünkü yazımda altı siyasi parti liderinin 28 Şubat’ta imzaladıkları Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metninin (GPSMM) yargı ve temel haklara ilişkin bölümünü değerlendirecektim. Ne var ki Cumhur Blokunun bu metnin kamuoyunda yarattığı umudu sona erdirmek amacıyla 14 Mart 2022’de kamuoyuna açıkladığı kanun teklifi, farklı bir yazıyı kaleme almak zaruretini doğurdu. Basına farklı tarihlerde yansıyan haberlerden de izlediğimiz gibi Cumhur Bloku, uzunca bir süreden beri seçim mevzuatı üzerinde değişiklik yapmak üzere bir çalışma sürdürmekteydi. Bu çalışmanın başında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen Hayati Yazıcı’nın yer aldığı bilinmekteydi. Çalışmanın içeriğine ve bir teklif halinde Meclis’e sunulacağı tarihe ilişkin haberler, zaman zaman basında yer bulsa da mevzuat değişikliğinin tamamlandığı ve kamuoyuna hangi tarihte açıklanacağı hiçbir zaman belirlilik kazanmadı. 28 Şubat’ta altı siyasi parti liderinin imzaladıkları GPSMM’nin Türkiye kamuoyunda yarattığı umut, Cumhur Blokunu harekete geçirerek seçim mevzuatındaki değişiklik teklifinin Meclis gündemine sunulmasına sürat kazandırdı. Bu yazıda 14 Mart 2022’de TBMM’ye sunulan değişiklik teklifinin nihaî hedefini ele alacağım. TEKLİF HANGİ AMAÇLA HAZIRLANDI? Seçim mevzuatında değişiklik öngören teklifin zamanlaması, bu teklifle ulaşılmak istenen asıl hedefin Millet İttifakı’nın genişlemesinin önlenmesi olduğunu gösteriyor. Çünkü 28 Şubat’ta, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş konusunda uzlaşan altı siyasi parti, seçim ittifakı kurduğu takdirde, Meclis’te sandalyelerin büyük çoğunluğunu kazanabilecektir. Üstelik bu ittifakın Meclis’te Anayasayı değiştirecek çoğunluğu kazanması halinde atacağı ilk adım, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçmek olacaktır. Bu ise R. T. Erdoğan’la lideri bulunduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 20 yıldan beri süren iktidarını sona erdirerek AKP’yi muhalefet partisine, R. T. Erdoğan’ı ise bir muhalefet liderine dönüştürecektir. Dahası Milliyetçi Hareket Partisi’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sayesinde oy oranı ve sandalye sayısıyla nispetsiz olarak elde ettiği iktidar ortaklığını sona erdirecektir. Her geçen gün derinleşen ekonomik krizin yoksulluğa ve açlığa mahkûm ettiği kitleler büyürken, genç işsizliği artarken, yanlış tarım politikaları sağlıklı gıdaya erişimi imkânsız kılarken, anket sonuçlarının da gösterdiği gibi iktidar blokunun oyları hızla erimektedir. Bu tablo karşısında iktidar ortaklarının yönelebilecekleri seçenekler sınırlıdır. Bunlardan ilki ve belki de en takdire şayan olanı, dürüstçe başaramadıklarını kabul edip istifa etmek; seçimlerin yapılmasını sağlayarak Türkiye’yi yönetecek yeni kadroların yolunu açmak olacaktır. Ancak bu seçenek, aynı zamanda uzun yıllara yayılan hukuk dışı ve keyfî politikaların hesabının verilmesini de beraberinde getirecektir. Bu nedenle bu seçeneğin devreye girmesi muhtemel görünmemektedir.
Bu şartlar altında iktidar ortaklarının elinde tek bir seçenek kalmıştır. O seçenek de altı siyasi partinin seçim ittifakı kurmalarını; bu yolla parlamento çoğunluğunu elde etmelerini önlemektir.
İkinci seçenek, Cumhur Blokunun iktidarın sunduğu nimetlerden ve ülkeyi kayıtsız, şartsız yönetme kudretinden vazgeçemeyerek Haziran 2023’te yapılacak seçimlere kadar günü idare edecek politikalara yönelmek olacaktır. Ne var ki bu seçenek de Cumhur Bloku yönünden iktidar kaybını önleyemeyeceği için tıpkı ilki gibi geride bırakılan politikaların siyasi ve hukukî hesabının verilmesini zorunlu kılacaktır. Cumhur Bloku için üçüncü seçenek ise her alanda sürdürülen yanlış politikalardan vazgeçerek bir U dönüşü yapmak; böylece hukuk devletine, demokrasi değerlerine ve anayasal hakların korunduğu politikalara geri dönmek olacaktır. Bu aynı zamanda ekonomik krizi sona erdirecek rasyonel politikaların önünü açarak hukuk devletiyle korunan serbest piyasa ekonomisine geri dönmeyi de sağlayacaktır. Türkiye’yi çıkmaza sürükleyen keyfî politikaların temelinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yer aldığı düşünüldüğünde, böylesi bir U dönüşünün ancak altı siyasi partinin savunduğu güçlendirilmiş parlamentarizme geçişle mümkün olabileceği anlaşılacaktır. Bu köklü değişim ise ilk iki ihtimalde olduğu gibi önceki yıllarda izlenen hukuk dışı ve keyfî politikaların hesabının verilmesi sonucunu doğuracaktır. Dolayısıyla yaratacağı sonuçlar itibarıyla ilk iki seçenekten bir farkı olmayacaktır.
Barajın yüzde 7’ye indirilmesine yöneltilebilecek eleştirilerden biri de bu oranın dünyadaki örneklerle kıyaslandığında hayli yüksek olmasıdır.
Bu şartlar altında iktidar ortaklarının elinde tek bir seçenek kalmıştır. O seçenek de altı siyasi partinin seçim ittifakı kurmalarını; bu yolla parlamento çoğunluğunu elde etmelerini önlemektir. Mevcut şartlarda Cumhur Bloku için bunu sağlamanın en zahmetsiz yolu, sandıkta kaybedecekleri seçimi masa başında kazandıracak siyaset mühendisliğine yönelmek olacaktır. Bu ise seçim mevzuatı üzerinde kurnazca tasarlanan birkaç değişiklikle sağlanabilecektir. İşte 14 Mart 2022’de AKP milletvekili Hayati Yazıcı ile MHP milletvekili Feti Yıldız tarafından kamuoyuna açıklanarak TBMM’ye sunulan teklif metninin asıl amacı, muhalefeti dağıtmak; bu suretle Cumhur Blokuna yapay bir seçim zaferi kazandırmaktır. Aşağıda teklifin bu amaca yönelik en önemli yönlerini ele alacağım. TEKLİF, CUMHUR BLOKUNA HANGİ AVANTAJLARI SUNUYOR? Teklifin 1. maddesi, 2839 sayılı Kanunun 33. maddesinde yer alan yüzde 10 ülke barajını yüzde 7’ye indirmektedir. Teklifin genel gerekçesinde bu değişiklik, Anayasanın 67. maddesinin 7. fıkrasına atıfla meşrulaştırılmaktadır. Bu hükme göre, “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” Gerekçede teklifin bu hükümdeki “temsilde adalet, yönetimde istikrar” kavramlarını dengelediği vurgulanmaktadır. Genel gerekçedeki bu açıklamalar, iki nedenle ikna edicilikten ve samimiyetten uzaktır. Bunlardan ilki, 12 Eylül’de kurulan Milli Güvenlik Konseyi’nce kabul edilen yüzde 10 ülke barajının, parlamenter sistemde hükümetin kuruluş yöntemi dikkate alınarak yaratılmasıdır. Çünkü parlamenter sistemde hükümet, Meclis’te sandalyelerin salt çoğunluğunu elde eden parti tarafından kurulmaktadır. Yüzde 10 ülke barajı ise küçük partilerin Meclis’te temsiline olanak tanımadığından Meclis sandalyelerinin nispeten az sayıdaki parti arasında paylaşılmasına imkân sunmakta; böylece büyük siyasi partiler lehine sonuç yaratmaktadır. Diğer bir deyişle, yüzde 10 ülke barajının asıl hedefi, büyük siyasi partilere aşırı temsil gücü sunarak siyasi partilerden birinin tek başına hükümeti kurmasını sağlamaktır. Oysa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte hükümet etme yetkisinin kazanılma biçimi tamamen değişerek yüzde 10 ülke barajı da işlevini kaybetmiştir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde yürütme gücünün yegâne sahibi olan Cumhurbaşkanı, halk tarafından doğrudan doğruya seçilmektedir. Kısacası, halkın seçtiği Cumhurbaşkanı, tek başına hükümet etme yetkisi kazanmaktadır. Onun bu yetkiyi kazanması ise Milletvekili Seçimi Kanununun yüzde 10 ülke barajını içeren 33. maddesindeki usulle değil, Anayasanın 101. maddesinin 5. fıkrasındaki usulle mümkün olmaktadır. Bu hükme göre “Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir.”
Son anketlerin sunduğu veriler, Cumhur Blokunun oy kaybettiğini, buna karşılık Millet Blokunun seçmen desteğini arttırdığını göstermektedir.
Şu halde 2839 sayılı Kanunun 33. maddesinin içerdiği yüzde 10 ülke barajının aslında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte ilgası gerekirdi. Ne var ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi sağlayan AKP ve MHP, Cumhurbaşkanlığını kazanmak yanında Meclis’te aşırı bir temsil elde etmeyi amaçladığı için bu hükme dokunmamıştır. Böylece 24 Haziran 2018’de yapılan seçimde bu partiler, Meclis’te seçmen desteğinin ötesinde bir sandalye sayısına erişmişlerdir. 14 Mart’ta kamuoyuna açıklanan teklifle barajın yüzde 7’ye indirilmesi, AKP ve MHP’nin evvelce olduğu gibi, kazanacakları oyun ötesinde sandalyeye erişme arzularının eseridir. Barajın yüzde 7’ye indirilmesi, aynı zamanda teklifin küçük partiler aleyhine yol açacağı yönündeki eleştirileri bertaraf edecektir. Böylelikle 34. maddede yapılacak değişikliğin küçük partiler üzerinde yaratacağı olumsuz sonuçlar göz ardı edilebilecektir. Diğer bir deyişle, barajın yüzde 7’ye indirilmesi, Cumhur Blokunu suret-i haktan gösterecek bir role sahiptir. Barajın yüzde 7’ye indirilmesine yöneltilebilecek eleştirilerden biri de bu oranın dünyadaki örneklerle kıyaslandığında hayli yüksek olmasıdır. Gerçekten Almanya, Polonya, Romanya, Çekya’da baraj yüzde 5, İsveç ve Bulgaristan’da yüzde 4, Yunanistan’da yüzde 3, Danimarka’da ise yüzde 2’dir. Bu açıklamalar teklifin genel gerekçesinde yer alan barajın yüzde 7’ye indirilmesiyle temsilde adaletin sağlanacağı yönündeki ifadelerin, samimiyetten ve ikna edicilikten uzak olduğunu göstermektedir. TEKLİF SANDALYELERİN DAĞITILMASINDAKİ USULÜ DE DEĞİŞTİRİYOR Teklifin 2. maddesi 2839 sayılı Kanuna Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtikten sonra eklenen formülü değiştirmektedir. Bu maddeye 13 Mart 2018’de eklenen hüküm, bir ittifakla seçime katılan partilerin elde edecekleri sandalye sayısını iki aşamalı bir formülle hesaplamayı gerektirmektedir.
Gelecek ve DEVA Partilerinin Millet Blokuna eklenmesi, CHP’nin kazancını daha da arttıracaktır. Bu nedenle 14 Mart 2022’de açıklanan teklifin 2. maddesi, 2839 sayılı Kanunun 34. maddesini değiştirmektedir.
İlk aşamada ittifakın toplam oyu tespit edilerek d’Hondt usulü uygulanmak suretiyle o ittifakın elde ettiği sandalye sayısı bulunmaktadır. İkinci aşamada ise ittifak içindeki partilerin elde ettikleri oya bağlı olarak, gene d’Hondt usulü uygulanmak suretiyle kazandıkları sandalye sayısı tespit edilmektedir. Bu model, ittifakın büyük partilerine avantaj sağlamaktadır. Nitekim bu yöntemin uygulandığı 2018 parlamento seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın asıl kazananı, bu ittifakın büyük ortağı olan Adalet ve Kalkınma Partisi olmuştur. Aynı seçimde Millet İttifakı’nın asıl kazananı ise bu ittifakın büyük ortağı olan Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur. Son anketlerin sunduğu veriler, Cumhur Blokunun oy kaybettiğini, buna karşılık Millet Blokunun seçmen desteğini arttırdığını göstermektedir. Bu tablonun yaratması en muhtemel sonuç ise müteakip seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu blokun asıl kazananı olması ve sandalye sayısını bugün sahip olduğunun ötesine taşıması olacaktır. Gelecek ve DEVA Partilerinin Millet Blokuna eklenmesi, CHP’nin kazancını daha da arttıracak, onu belki de AKP’nin bugünkü konumuna yükseltecektir. Bu nedenle 14 Mart 2022’de açıklanan teklifin 2. maddesi, 2839 sayılı Kanunun 34. maddesini değiştirmektedir.
Şu halde Cumhur Blokunun sahip olduğu kanun yapma yetkisini kötüye kullanmak anlamına gelen bu amacın gerçekleşmemesi için tıpkı bu blokun mensupları gibi titiz bir çalışma sürdürmek gerekecektir.
Teklife göre ittifakın varlığı, sadece yüzde 7 ülke barajının aşılmasına hizmet edecek, bir ittifak içinde yer alan partilerin oyları ayrı ayrı d’Hondt usulü uygulanarak hesaplanacaktır. Böylece küçük partilerin, ittifakın büyük partileri üzerindeki kaldıraç rolü sona erecektir. Bu değişiklikle Millet İttifakı’nın Gelecek ve DEVA Partilerinin eklenmesiyle büyüme yönündeki eğilimi engellenmek istenmektedir. Daha açık ifade edecek olursak hazırlanan teklifle küçük partiler büyük partilerin kazançlarını evvelce olduğu gibi arttıramayacakları için bu partilerin ittifaka dâhil edilmelerindeki önemli bir teşvik edici ortadan kalkacaktır. CUMHUR BLOKU MİLLET İTTİFAKI’NIN BÜYÜMESİNİ ENGELLEYEBİLİR Mİ? Yukarıda değindiğim gibi seçim mevzuatında değişiklik öngören teklifin asıl amacı, 28 Şubat’ta parlamenter sistem yönünde ortaya çıkan mutabakatın bir seçim ittifakına dönüşmesini önlemektir. Bu amaç, teklifin 2839 sayılı Kanunun 34. maddesinde öngördüğü değişiklikte somut olarak gözlemlenmektedir. Şu halde Cumhur Blokunun sahip olduğu kanun yapma yetkisini kötüye kullanmak anlamına gelen bu amacın gerçekleşmemesi için tıpkı bu blokun mensupları gibi titiz bir çalışma sürdürmek gerekecektir. Bu çalışmada izlenmesi gereken yöntem gayet açıktır. GPSMM’ye imza atan partiler, bu teklifle beklenenin aksine daha da güçlü olarak kenetlendikleri takdirde bu oyunu bozabileceklerdir. Nitekim Tanju Tosun’un 16 Mart 2022’de PolitikYol’da yayınlanan yazısındaki açıklamalar, bu tespiti doğrulamaktadır. Son kamuoyu araştırmalarının verilerini kullanan Tanju Tosun, yaptığı matematiksel analizde altı siyasi partinin hangi ittifakla ne oranda sandalye kazanacaklarını ortaya koymaktadır. Prof. Tosun’un bu yazısının tamamının okunmasında yarar gördüğüm için linkini vermekle yetiniyor, daha fazla detaya değinmiyorum. https://www.politikyol.com/secim-kanununda-degisiklik-teklifi-ve-milletvekili-dagilim-senaryolari/ Vurgulamakta yarar gördüğüm bir başka husus ise teklif metninin Haziran 2018 seçim sonuçları dikkate alınmak suretiyle hazırlanmış olmasıdır. Oysa o tarihten bu yana Türk Lirasının değer kaybetmesi, ekonomik krizin derinleşmesiyle büyüyen işsizlik ve yoksulluk, hukuk devletinden kopuşun yol açtığı otoriterleşme, Cumhur Blokunun oylarının erimesiyle sonuçlanmıştır. Bu nedenle teklifin 34. maddeye ilişkin olarak içerdiği değişiklik, beklenenin aksine, müteakip seçimlerde Cumhur Blokunun hezimetine yol açabilecektir. Nitekim Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde bu tür seçim mühendisliklerinin umulan sonucu yaratmadığı örnekler mevcuttur. Milli Güvenlik Konseyi’nin 1983’te sivil yönetime geçişi sağlayan seçim süreci üzerinde uyguladığı mühendislik politikalarını hatırlatmak dahi tek başına yeterli olabilecektir. Hatırlanacağı gibi bu seçimler öncesinde MGK, bir yandan yeni kurulan siyasi partiler üzerinde veto yetkisi kullanmış; diğer yandan da Seçim Kanununda yüzde 10 ülke barajıyla çevre barajına yer vermiştir. Böylece Konsey yönetimi, iki buçuk partili bir sistem tasarlamıştır. Bu tasarımla amaçlanan, Orgeneral Turgut Sunalp’ın liderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne hükümeti kuracak parlamento çoğunluğunu kazandırmak, Necdet Sunalp liderliğindeki Halkçı Parti’yle Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi’ne muhalefet rolünü sunmaktır. Üstelik Cumhurbaşkanı ve MGK Başkanı Evren, söylemleriyle seçmenleri bu doğrultuda yönlendirmeyi ihmâl etmemiştir. Ne var ki bu kadar gayrete rağmen evdeki hesap çarşıya uymamış; Turgut Özal’ın Anavatan Partisi, seçmenin büyük çoğunluğunun teveccühüne mazhar olarak hükümeti kuracak gücü kazanmıştır. 14 Mart 2022’de değişiklik teklifini kamuoyuna açıklayan Cumhur Blokuna sadece bu tarihî örneği hatırlamak dahi yeterli olacaktır.