Loading...
Hatırlanması gereken şudur; “düşlerin, çocukların kitaplara binip uçması, beyaz güvercinlerin uçuşması” sadece hikayelerdeki mücadele alanı değildir.Ülkemiz, farklı kültürlerden insanların, örneğin, Suriyeli, Faslı, Pakistanlı ve Afganistanlı insanların odak noktası oldu. Politikaya ve toplumsala ait “yaşam belleği ve deneyimi” anlatısı bir anlam ileticisi olarak, “çifte gerçekliğin” algılardaki yerini medya aracılığıyla seslendirdi. Hangi gerçeklikler ve kopukluklarla hikayeleri betimleyebilirdik ki? Yurttaşlık kavramı çerçevesi, devletlerin var oluşundan bu yana “ulus-devlet” modeli gibi perspektif analizleri ve sınırları ile birlikte hatırlanmaktadır. Yurttaşlık kavramı, “yurttaşlık haklarının”, farklı sınırlarda farklı yurttaşlık yaklaşımları ile “insan haklarına” karşı devletlerin bakış açılarının farklılaşmasına neden olmuştur. Demokrasi klasik tanımıyla, "kratos"; iktidar, yönetme, güç” anlamı, "Demos" sözcüğü ise; “halk, yurttaş topluluğu, sıradan halk” gibi pek çok anlamı olan bir sözcüğün, kategorik yurttaş kimliği yaratmasını sorgulamak yerine, kültürel değerlerimizde “aydınlanmanın” ve bu topraklardaki “sevgi, dostluk” gibi yıllar öncesinden “göç” olgusunun, hikayelerdeki uzantısını hatırlatmak gerekiyor. Yaşam alanımızı hikayelerle filizlendiren ve bir dönem anlatısı sunan, Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında eserleriyle aydınlanmaya katkısı olan Fakir Baykurt’un “Eşekli Kütüphaneci” adlı eserindeki karakterde vücut bulan Mustafa Güzelgöz’ün, Peribacaları/Ürgüp şehrine, Yunanistan’ın Dimitrios Katsikas adında birinin gelmesi üzerine başlayan öykü “sevgi köprüsünü” betimlerken, “değişimin neresindeyiz” sorusunu sormak açısından bir hayli ilginç duruyor. Dimitrios Katsikas adındaki genç adam, yıllar öncesinden bu topraklardan göçe zorlanan büyükbaba ve büyükannelerinin hikayesini bulmak, buraya dönmeyen akrabalarının yerine “Peribacaları’nı” gezmek ister. Tesadüfler, bir adım ötedeki yörenin tanınan ve sevilen kişisi “Baba” lakaplı Aziz Güzelgöz’ü karşısına çıkarır. Kısa sürede kaynaşırlar. Ürgüp’te kitaplığı kurarken, otuzdan fazla köyün halkına, eşekle kitap taşıyan, “Eşekli Kütüphaneci” lakaplı, Mustafa Güzelgözü” karşısına çıkarır.
Edebiyat sanatı ile girilen diyalog alanı, aslında samimi olabilecek şekilde estetik kaygılar, değer, dönem, duygu, umut gibi anlamlar diyarına açılır.Dimitrios ve Eşekli Kütüphaneci arasında “dostluk ve sevgi köprüsü” pekişir ve “Ürgüp ve Larisa” iki kardeş şehir olabilir mi fikri dolaşmaya başlar. Tabii, bu kolay gerçekleşebilecek bir şey olmayacaktır. Ancak, Aziz Güzelgöz, işlerin yolunda gitmesi ve sağlamlaşması için Ürgüp’te bir Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği kurulmasının hazırlıklarını başlatır romanın sonunda. Hatırlanması gereken şudur; “düşlerin, çocukların kitaplara binip uçması, beyaz güvercinlerin uçuşması” sadece hikayelerdeki mücadele alanı değildir. Bugünkü mücadele ile karşılaştırıldığında “aydınlanmaya” katkı sağlayan bu yazarların düşlerdeki yeri, çocukların, kadınların, gençlerin ve tek tek bireylerin “eşit haklar ve çağdaş yurttaşlık” ilerleyişinde “kültürel değerlerde “eğitim bir haktır” anlayışını demokrasilere yerleştirebilmesi için kent yönelimlerine doğru tutum alabilmeleridir. Yurttaşı, yuvaya bağlar ve tüm özgürlük seslenişlerini bir hikâyede birleştirir. Edebiyat sanatı ile girilen diyalog alanı, aslında samimi olabilecek şekilde estetik kaygılar, değer, dönem, duygu, umut gibi anlamlar diyarına açılır. Yorumlar alanı, anlam(lar) açısından özgün bir görme biçimidir: “Olasılıklar ve tahminler” gibi. Edebiyatın, siyaset ve felsefe gibi sosyal bilimler alanındaki avantajı, metnin kendisinin “görsel şiirinden ziyade”, mercek yani bakış açısı sunma olanağıdır. Kişinin hafızasında canlanan sözcükler “ilk anlamlarından” başka bireylere, dönemlere, şehirlere, nesnelere açılır. Kavram güdümlülükten, “sağduyu ve öte dünyaya” ait tüm duyarlılığı keşfetmek, dünya üzerindeki “lekeyi” başka adımda “ilerleyerek” gelecek dünyasında” görmek gerekir. Bu bizi Nazım Hikmet’in dizelerindeki gibi aydınlatır: “En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk: henüz büyümedi. En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür…”
Klimt, yeni bir başlangıç sunuyordu. İpucu şudur: Aydınlanmayı, dünyevilikte, doğal hayatın izlerinde aramak, yeni bir izlenimcilik olarak görmek gerekiyor.Aydınlanmayı hikayelerde aramak, bir çağın bulanıklığını ve belirsizliğini Gustav Klimt’in “Öpücük” adlı eseriyle somutlaştırır. Görsel sanatlara değinmemin nedeni, Metaforik anlatım sunarak bir dönemin “protestosunu ya da direnişini” estetize ederek haykırmasıdır. Sanat eserinin böyle bir kaygı taşımamasını doğal karşılayabiliriz. Örneğin; Gustav Klimt, altın, düz bir arka planda birbirlerini öpen bir çifti tasvir etmiştir. Kadının gözleri kapalıdır, bir kolu erkeğin boynuna sarılmıştır, diğeri hafifçe eline dayanıyor ve yüzü adamın öpücüğünü karşılayacak şekilde resmedilmiştir. Klimt, yeni bir başlangıç sunuyordu. İpucu şudur: Aydınlanmayı, dünyevilikte, doğal hayatın izlerinde aramak, yeni bir izlenimcilik olarak görmek gerekiyor. Görsel sanatlardaki bu ipucu ise, “mercekte” ve “dönemdeki” izleridir. Sanat ve edebiyat, hikayedeki arzuyu estetize eder, şiir ise dizelerdeki bildiriyi gerçeklikle ve ıstırapla/mutlulukla haykırır. Öpücük, “Altın Çağın ve Aydınlanmanın” eseridir. Bütün estetikliğiyle, dünyevi hayatın izlerindeki “zincirleri” kırar. Aydınlanmanın yeni diyaloğu, “insani” ve “doğal hayatın” izlenimciliğinde, modernleşme felsefesinde insanlığın şimdide bir gelecekte, “yeni hikayeler zamanıdır” diyerek sesleniyor. “Eşekli Kütüphaneci” adlı eser, böyle bir dostluğun, sevginin olanağıdır. Kardeş kentler, gezici kütüphaneler, yeni kent diyalogları, yetenek kariyerleri, kent mimarisi ve dokusu, toplumsal hafızaya tanıklık eden sergiler ve köprüler ve daha fazlasıdır. Şimdiki zamanda aydınlanmanın hikayesi için “aksiyoloji” diyorum. Aksiyoloji, çağın öte bulanıklılığının ve belirsizliliğinin yarattığı “lekeyi” çevirir; estetik, vicdan, moral değerlerle yeniden eyler.