Loading...
Daha dün TL’nin “aşırı” değer kazanmasından memnunlardı. Para oldukça cari açık vermenin mahsuru olmadığına kamuoyu ikna etmeye çalışıyorlardı. Bunu eleştirenler de AKP’nin karalama kampanyasının hedefi oluyordu.Daha dün, Sayın Kurtulmuş’un mensubu olduğu hareket TL’nin “aşırı” değer kazanmasından oldukça memnundu. TL değer kazandıkça, vatandaşın artan satın alma gücünün yarattığı “sahte refah” algısının yardımıyla, kendi iktidarlarını inşa edebilme imkânına erişmişlerdi. Ne tesadüf ki, o zamanlar cari açık bir sorun olarak görülmedi. Para oldukça cari açık vermenin mahsuru olmadığına kamuoyu ikna edilmeye çalışılıyordu. Hatta AKP iktidarının o günlerde izlediği bu politikaları eleştirenler de, AKP’nin karalama kampanyasının hedefi oluyordu. O zamanlar TL’nin değer kazanmasının nedenlerinden biri dışarıdan borçlanarak elde edilen yabancı sermayenin yol açtığı TL talebiydi. İkincisi ise, bu sermayenin AKP’nin kontrolünde yürütülen politikalarla kullanılma şekliydi. Yani sahte refah algısını yaratabilmek için gelirleri yeterince arttırılamayan vatandaşın, borçlanmasını artırmak için kullanılıyordu. Zira geliri artmasa da, borçlanma vatandaşın tüketiminin artmasına yol açıyor, o da “sahte refah algısını” yaratıyordu. Bu da yetmemiş gibi, gelen paralar sanayi yerine daha çok inşaat ve hizmet sektörleri üzerinden kolay büyümeyi üretmek için kullanılıyordu. Tüm bunlar vatandaşın kısa dönemdeki refah algısını AKP lehine değiştiriyor, iktidarda kalabilmeleri için siyasi rıza üretebilmesine imkân sunuyordu. Şimdi geçmişte TL’nin aşırı değerli olduğundan şikâyet ederken, acaba Sayın Kurtulmuş o günlerde izlenilen ekonomik politikalarını hedef alıp, üstü kapalı eleştirisini yapmaya mı çalışmaktadır? Oysa daha 2014 yılında Sayın Cumhurbaşkanı, o dönemde daha başbakanken TOBB’da yaptığı bir konuşmasında, “...İnşaat sektörüne dur, sanayiye ilerle derseniz çöküntü başlar” diyerek, o günkü politikaları güçlü bir şekilde sahipleniyordu. Bugünkü eleştiriyi yapanın Sayın Kurtulmuş gibi konunun uzmanı biri olması, ister istemez AKP’nin o günlerdeki politikalarının parti içinde ciddi bir muhasebesinin yapıldığı yönünde bir düşünceye sevk ediyor bizleri. Tabii bu muhasebenin yapılıp, yapılmadığını bilmek zor. Benim kanaatim, yetkililerin bugünlerde yaptıkları bu ve benzeri açıklamaların, bir bakıma “de facto” olarak karşı karşıya kaldıkları olumsuz ekonomik koşullara bahane bulmaktan öteye gitmeyeceğidir. Basit bir inkâr söylemi olmadan öteye bir anlamı yok tüm bunların. Açıklamaları yapan veya sahiplenenler açısından da içine düşülmek istenmeyecek bir durum. En azından Sayın Kurtulmuş gibi bazılarının bu açıklamaları inanarak yapmadıklarını düşünmek istiyorum. Açıklamanın sahipleri açısından böyle “dramatik” bir duruma düşmelerinin en önemli nedeni, muhtemelen izlenilen politikaların belirlenmesi ve sonuçlarını kontrol etme konusunda yaşadıkları çaresizlikler. Zira geçmiş söylemleriyle tutarlı bir duruşu sergilemek, ya da uygulanılan politikaların o günlerdeki söylemle uyumunu sağlamak, bu söylem sahiplerinin yapabileceği bir şey değil. Bu insanların politika belirlemede olmayan inisiyatifleri ve aidiyetleri onların en büyük çaresizliği aslında. Sayın Kurtulmuş gibileri için ise, kamuoyunda mesleği ve kişiliği ile bugüne kadar oluşturdukları saygının, özensiz bir şekilde bir “hiç” için fütursuzca tüketilmesinden başka bir şey değil. Dolayısıyla yanlış olduğunu bildikleri halde, kendi kişisel itibar ve uzmanlıklarının kamuoyu nezdinde onlara sağladığı saygınlığa dayanarak, geçmişte yapılan ve sonuçlarından o gün memnun olunan uygulamaları inkâr edebilmek, bugünkü ekonomik sorunların tek sorumlusu olan kişi veya kişileri bu hatalardan azat etmekten başka bir anlamı yoktur. Onları sorumsuz kılma çabasıdır. Bu uğurda bugüne kadar olduğu gibi, bugün de ne değerlerimiz yitip gitmektedir. Bilmiyorum değer mi buna? Çok yazık…