Pazar Politik Gündem

Çin’in ABD ve NATO’ya yeni “Soğuk Savaş” tepkisi

Abone Ol
Çin NATO’nun yeni konseptine, Soğuk Savaş artığı” ve dünyanın en büyük askeri ittifakı olan NATOnun, Soğuk Savaş döneminden kalma bir yaklaşım olan düşmanlar” yaratma düşüncesinden ve çabasından vazgeçmediği tespitiyle tepki verdi.

Loading...

İki hafta önce yayınlanan “NATO’nun 2022 stratejik konsepti: Yeni “Soğuk Savaş”ın inşasına devam” başlıklı yazımda NATO’nun 29 Haziran’da yayınladığı 2022 stratejik konseptini ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın 26 Mayıs’ta yaptığı açıklamalarını ele almıştım. NATO’nun 2022 stratejik konseptinin Çin açısından birincil önemi, bu ülkenin bir NATO konseptinde ilk kez doğrudan hedef alınıyor olması. Blinken’ın açıklamaları ise ABD yönetiminin Çin’e yaklaşımını göstermesi açısından önem taşıyor. Bugünkü yazımda Çin’in NATO’nun ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın açıklamalarına verdiği yanıtı ele alıyorum. NATO’nun, yeni stratejik konseptinde Çin’in Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğine karşı bir tehdit oluşturduğuna ve kurallara dayalı uluslararası düzeni değiştirmeye çalıştığına yönelik söylemine Çin’den gelen ilk tepki, Çin’in AB Misyonu Sözcüsü tarafından verildi. Yapılan açıklamada, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden 30 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen bir “Soğuk Savaş artığı” ve dünyanın en büyük askeri ittifakı olan NATO’nun, Soğuk Savaş döneminden kalma bir yaklaşım olan “düşmanlar” yaratma düşüncesinden ve çabasından vazgeçmediği ve dünyayı karşıt bloklara ayırmaya çalıştığı iddia edilmiştir. Açıklamada, dünyanın dört bir yanında sorun çıkaranın asıl NATO olduğu vurgulandıktan sonra ittifakın, kurallara dayalı uluslararası düzeni destekleyen bir savunma örgütü olduğunu iddia etse de geçmişte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni devre dışı bırakarak egemen devletlere savaşlar açtığını ve milyonlarca kişinin zarar görmesine ve yerinden olmasına neden olduğu belirtilmiştir. Dahası NATO, asli savunma alanı Kuzey Atlantik olmasına karşın etki alanını Asya Pasifik bölgesine doğru genişletmeye çalışmakta ve bu bölgede yeni bir bloklar arası çatışma politikası izlemektedir. Çinli sözcü, NATO’yu eleştirdikten sonra stratejik konseptteki iddiaların aksine Çin’in barışçıl bir bağımsız dış politika izlediğini, küresel kalkınmaya katkıda bulunduğunu ve uluslararası düzenin bir savunucusu olduğunu belirtmiştir. Buna kanıt olarak Çin’in NATO’nun aksine bugüne kadar hiçbir ülkenin bir karış toprağını işgal etmediğini ve hiçbir ülkeye savaş açmadığını iddia etmiştir.[i] Sözcü, son olarak, NATO’nun ideolojik ayrımlar üzerinden bir çatışmayı provoke etmemesi, Soğuk Savaş mantığını terk etmesi ve Çin’e karşı tahrik edici söylemlerden kaçınması uyarısında bulunmuş ve Çin’in, çıkarlarını baltalamaya yönelik girişimlere karşı katı ve sert önlemler alacağını belirtmiştir. Pekin’in NATO’nun stratejik konseptine karşı yaptığı açıklama, aslında Çin Dışişleri Bakanlığı’nın Blinken’ın 26 Mayıs tarihli konuşmasına karşı 19 Haziran’da yaptığı açıklamanın kısa bir özeti niteliğinde. 19 Haziran’daki açıklama, olağandışı bir yanıt olma özelliğini taşıyor. Zira Blinken, Çin’i uluslararası düzene ve ABD’ye karşı en büyük tehdit olarak tanımladığı konuşmasını 26 Mayıs’ta yaptığında bu açıklama Çin içinde yoğun bir tepkiyle karşılaşmadı. 19 Haziran’da, yani Blinken’ın açıklamalarından 3 haftadan fazla bir süre geçtikten sonra ise Çin tarafı, Blinken’ın söylemlerine 25 bin kelimelik, 80 sayfalık “Gerçeklik Denetimi: ABD’nin Çin Algısındaki Yanlışlar” başlıklı bir açıklama ile yanıt verdi. Brookings’den Ryan Hass’a göre, Çin’in uzun süren sessizliğinden sonra bu tür bir açıklama yapmasının nedeni Blinken’ın 3 söyleminde yatıyor: Çin’i uluslararası düzen için en önemli tehdit olarak tanımlaması, Xi Jinping’i doğrudan hedef alması ve ABD’nin Çin’in stratejik çevresini değiştirme niyetini açıkça beyan etmiş olması. Peki, Çin Dışişleri Bakanlığı’nın Blinken’a yanıtında neler var? 80 sayfalık metin, Blinken’ın Çin ve ABD’nin Çin yaklaşımı ile ilgili 21 savını ele alıyor ve metnin adından da anlaşılacağı üzere bu savların gerçeği ne kadar yansıttığını sorguluyor. Tabii ki burada bahsedilen gerçeklikler ABD’nin gerçekliğine karşı Çin’in gerçekliği. Diğer bir deyişle, Çin devleti, kendi açısından ABD’nin ortaya koyduğu savları yargılıyor ve gerçeği kendi açısından ortaya koyuyor. Çin’in yaptığı açıklama çok uzun olduğu için burada yalnızca Pekin yönetiminin, Blinken’ın 26 Mayıs’taki açıklamalarından iki hafta önce yayınlanan yazımda ele aldığım kısımlara verdiği yanıtlara değinmekle yetineceğim.
ABD, Barack Obama’nın başkanlığından bu yana uluslararası medya organlarındaki gücünü kullanarak ve İngiltere gibi sadık müttefiklerinin desteğini alarak Çin’e karşı ciddi bir kampanya yürütmektedir. Bu kampanya ile –ABD yönetimi aksini iddia etse de- bir yeni Soğuk Savaş söylemi yürüttüğüne şüphe yok.
Blinken, ABD yönetiminin Çin’in uluslararası düzene uzun vadeli bir tehdit oluşturduğunu ve bu düzenin altını oyduğunu, ABD’nin ise egemen devletlerin ve bireylerin haklarını koruyan ve barışı ve güvenliği tesis eden uluslararası hukuku, anlaşmaları, ilkeleri ve kurumları koruduğunu iddia ediyordu. Çin tarafı bu iddialara verdiği karşılıkta tam tersi bir resim çiziyor. Çin resmi makamlarına göre, Washington’un koruduğunu söylediği “sözde” uluslararası düzen, ABD’nin kendi çıkarlarına hizmet etmek ve hegemonyasını sürdürmek üzere tasarlanmıştır. “Gerçek” dünya düzeninde karmaşaya yol açan ise ABD’nin ta kendisidir. Çin, bu iddiasına kanıt olarak ABD’nin tarih boyunca -Vietnam Savaşı’ndan Irak Savaşı’na- giriştiği savaşlardan ve Küba gibi devletlere uyguladığı ambargolar ve ekonomik yaptırımlardan örnekler vermiştir. Pekin yönetimine göre, Blinken’ın, ABD’nin Çin’e karşı bir yeni Soğuk Savaş başlatmak ve bu ülkenin ekonomik yükselişini ve büyük bir devlet olma isteğini engellemek gibi bir niyetinin olmadığına yönelik söylemleri de gerçeği yansıtmıyor. Aksine ABD, Çin’i çevrelemek ve bastırmak için bütün ülke içi ve dışı kaynaklarını harekete geçiriyor. Huawei’in ABD ve diğer pek çok ülkedeki 5G ağlarından dışlanması, binden fazla Çinli firmanın yaptırım listesine alınması, Hint-Pasifik Ortaklığı ve AUKUS[ii] Çin’in bu savını desteklemek için verdiği örnekten yalnızca birkaçı. Çin Dışişleri, Blinken’ın Çin’in Hint Pasifik bölgesinde bir nüfuz alanı oluşturmaya çalıştığına yönelik iddiasına karşılık, Çin’in barışçıl kalkınmayı temel alan ve büyük güçlerin küçük güçlere zorbalığına karşı çıkan bir politika izlediğini belirttikten sonra bölge için asıl sorunun ABD’nin öncülüğünü yaptığı Hint-Pasifik ortaklığı ve bloklaşma politikası olduğunu iddia etmiştir. Washington’un iddiasının aksine Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD), AUKUS ve Hint Pasifik Ekonomik Çerçevesi gibi oluşumlar bölge ülkelerini bölme, birbirine düşürme ve bölgedeki barışı zedeleme amacını gütmektedir. Kısacası, Pekin yönetimine göre, sorunun kaynağı Çin değil, ABD’dir. Yukarıda da belirttiğim üzere burada çarpışan söylemler iki ülkenin gerçeklikleri. ABD, Barack Obama’nın başkanlığından bu yana uluslararası medya organlarındaki gücünü kullanarak ve İngiltere gibi sadık müttefiklerinin desteğini alarak Çin’e karşı ciddi bir kampanya yürütmektedir. Bu kampanya ile –ABD yönetimi aksini iddia etse de- bir yeni Soğuk Savaş söylemi yürüttüğüne şüphe yok. Çin ise bu kampanya karşısında savunmaya geçmiştir. Her ne kadar ABD ve müttefiklerinin insan hakları ihlalleri, ekonomik yaptırımların baskı aracı olarak kullanılması gibi eleştirilerinin bir kısmı haklı olsa da Çin’in ABD ve müttefiklerine yönelik eleştirilerinin bir kısmı da bir hayli haklı eleştirilerdir. Bunlara ABD’nin bir yandan uluslararası düzeni koruduğunu iddia ederken diğer yandan bu düzenin altını oymak için giriştiği savaşlar ve eylemler, ekonomik gücünü bir baskı aracı olarak kullanması, dünyada “biz” ve “onlar” ayrımına gitmesi gibi çok sayıda örnek gösterilebilir. ABD’nin Pekin Büyükelçisi Nicholas Burns, Haziran ayında yaptığı açıklamada iki ülke arasındaki ilişkilerin 1972’den bu yana muhtemelen en düşük seviyeye indiğini belirtti. Son günlerde yaşanan gelişmelerse, ilişkilerin daha da kötüleşmesine yol açtı. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin muhtemel Tayvan ziyareti, adayı Çin’in ayrılmaz bir parçası olarak gören Çin yönetiminin sert tepkisiyle karşılaştı. Pekin yönetimi, Pelosi’nin adayı ziyaret etmesinin ciddi sonuçları olacağı uyarısında bulundu. Joe Biden da yaptığı açıklamada “Savunma Bakanlığı’nın Pelosi’nin ziyaretinin iyi bir fikir olmadığı” yönünde görüş bildirdiğini söyledi.
Yapılan açıklamalar, ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulup oturtulamadığı konusunda net bir fikir vermemekle birlikte en azından iki lider arasında bir görüşme olması, olumlu bir işaret olarak değerlendirilebilir.
İkili ilişkilerde son dönemde artan gerilimi azaltmak ve iki ülke arasındaki ilişkileri daha sağlıklı bir zemine oturtmak için 28 Temmuz’da ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, ana gündemini Tayvan meselesinin oluşturduğu bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, iki liderin ikili ilişkiler ve bölgesel ve küresel meseleler hakkında istişarelerde bulunduğu belirtildikten sonra ABD’nin Tayvan politikasının değişmediği ve Tayvan Boğazı’nın güvenliğini ve istikrarını zedeleyecek ve statükoyu değiştirmeye çalışacak tek taraflı adımlara karşı çıkıldığı belirtildi. Burada kast edilen ABD’nin bir yandan “tek Çin” politikasını desteklerken, diğer yandan da Tayvan’ın fiili bağımsızlığının Çin tarafından tek taraflı bir müdahaleyle değiştirilmesine izin verilmeyeceğidir. Çin Dışişleri tarafından yapılan açıklama, Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamaya kıyasla daha uzun. Ağırlıklı olarak Başkan Xi’nin sözlerine yer verilen açıklamada, dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunların üstesinden gelebilmek ve dünya barışını ve güvenliğini sağlayabilmek için ABD ve Çin’in liderlik etmesi gerektiği belirtilmiştir. Bunun için iki ülke arasında her düzeyde sağlıklı iletişimin olması ve iletişim kanallarının işbirliğini güçlendirmek için kullanılması gerektiği vurgulanmıştır. Xi’ye göre, ABD tarafının Çin’i en önemli tehdit olarak tanımlaması, Çin-ABD ilişkilerini yanlış algıladığını ve Çin’in kalkınmasını yanlış yorumladığını göstermektedir. Tayvan meselesinde ise Xi, Tayvan Boğazı’nın her iki yakasının da tek ve aynı Çin olduğunu vurguladıktan sonra, Çin’in “Tayvan’ın bağımsızlığına” yönelik ayrılıkçı hareketlere ve dış güçlerin müdahalesine şiddetle karşı çıktığını ve bunlara kesinlikle izin verilemeyeceğinin altını çizmiştir. Yapılan açıklamalar, ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulup oturtulamadığı konusunda net bir fikir vermemekle birlikte en azından iki lider arasında bir görüşme olması, olumlu bir işaret olarak değerlendirilebilir. --- [i] Bu söylem, Çin’in 1979 yılında Vietnam’a karşı giriştiği savaşı kasıtlı olarak görmezden geliyor. [ii] Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD tarafından ilan edilen üçlü güvenlik paktı.