Loading...
ABD, Barack Obama’nın başkanlığından bu yana uluslararası medya organlarındaki gücünü kullanarak ve İngiltere gibi sadık müttefiklerinin desteğini alarak Çin’e karşı ciddi bir kampanya yürütmektedir. Bu kampanya ile –ABD yönetimi aksini iddia etse de- bir yeni Soğuk Savaş söylemi yürüttüğüne şüphe yok.Blinken, ABD yönetiminin Çin’in uluslararası düzene uzun vadeli bir tehdit oluşturduğunu ve bu düzenin altını oyduğunu, ABD’nin ise egemen devletlerin ve bireylerin haklarını koruyan ve barışı ve güvenliği tesis eden uluslararası hukuku, anlaşmaları, ilkeleri ve kurumları koruduğunu iddia ediyordu. Çin tarafı bu iddialara verdiği karşılıkta tam tersi bir resim çiziyor. Çin resmi makamlarına göre, Washington’un koruduğunu söylediği “sözde” uluslararası düzen, ABD’nin kendi çıkarlarına hizmet etmek ve hegemonyasını sürdürmek üzere tasarlanmıştır. “Gerçek” dünya düzeninde karmaşaya yol açan ise ABD’nin ta kendisidir. Çin, bu iddiasına kanıt olarak ABD’nin tarih boyunca -Vietnam Savaşı’ndan Irak Savaşı’na- giriştiği savaşlardan ve Küba gibi devletlere uyguladığı ambargolar ve ekonomik yaptırımlardan örnekler vermiştir. Pekin yönetimine göre, Blinken’ın, ABD’nin Çin’e karşı bir yeni Soğuk Savaş başlatmak ve bu ülkenin ekonomik yükselişini ve büyük bir devlet olma isteğini engellemek gibi bir niyetinin olmadığına yönelik söylemleri de gerçeği yansıtmıyor. Aksine ABD, Çin’i çevrelemek ve bastırmak için bütün ülke içi ve dışı kaynaklarını harekete geçiriyor. Huawei’in ABD ve diğer pek çok ülkedeki 5G ağlarından dışlanması, binden fazla Çinli firmanın yaptırım listesine alınması, Hint-Pasifik Ortaklığı ve AUKUS[ii] Çin’in bu savını desteklemek için verdiği örnekten yalnızca birkaçı. Çin Dışişleri, Blinken’ın Çin’in Hint Pasifik bölgesinde bir nüfuz alanı oluşturmaya çalıştığına yönelik iddiasına karşılık, Çin’in barışçıl kalkınmayı temel alan ve büyük güçlerin küçük güçlere zorbalığına karşı çıkan bir politika izlediğini belirttikten sonra bölge için asıl sorunun ABD’nin öncülüğünü yaptığı Hint-Pasifik ortaklığı ve bloklaşma politikası olduğunu iddia etmiştir. Washington’un iddiasının aksine Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD), AUKUS ve Hint Pasifik Ekonomik Çerçevesi gibi oluşumlar bölge ülkelerini bölme, birbirine düşürme ve bölgedeki barışı zedeleme amacını gütmektedir. Kısacası, Pekin yönetimine göre, sorunun kaynağı Çin değil, ABD’dir. Yukarıda da belirttiğim üzere burada çarpışan söylemler iki ülkenin gerçeklikleri. ABD, Barack Obama’nın başkanlığından bu yana uluslararası medya organlarındaki gücünü kullanarak ve İngiltere gibi sadık müttefiklerinin desteğini alarak Çin’e karşı ciddi bir kampanya yürütmektedir. Bu kampanya ile –ABD yönetimi aksini iddia etse de- bir yeni Soğuk Savaş söylemi yürüttüğüne şüphe yok. Çin ise bu kampanya karşısında savunmaya geçmiştir. Her ne kadar ABD ve müttefiklerinin insan hakları ihlalleri, ekonomik yaptırımların baskı aracı olarak kullanılması gibi eleştirilerinin bir kısmı haklı olsa da Çin’in ABD ve müttefiklerine yönelik eleştirilerinin bir kısmı da bir hayli haklı eleştirilerdir. Bunlara ABD’nin bir yandan uluslararası düzeni koruduğunu iddia ederken diğer yandan bu düzenin altını oymak için giriştiği savaşlar ve eylemler, ekonomik gücünü bir baskı aracı olarak kullanması, dünyada “biz” ve “onlar” ayrımına gitmesi gibi çok sayıda örnek gösterilebilir. ABD’nin Pekin Büyükelçisi Nicholas Burns, Haziran ayında yaptığı açıklamada iki ülke arasındaki ilişkilerin 1972’den bu yana muhtemelen en düşük seviyeye indiğini belirtti. Son günlerde yaşanan gelişmelerse, ilişkilerin daha da kötüleşmesine yol açtı. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin muhtemel Tayvan ziyareti, adayı Çin’in ayrılmaz bir parçası olarak gören Çin yönetiminin sert tepkisiyle karşılaştı. Pekin yönetimi, Pelosi’nin adayı ziyaret etmesinin ciddi sonuçları olacağı uyarısında bulundu. Joe Biden da yaptığı açıklamada “Savunma Bakanlığı’nın Pelosi’nin ziyaretinin iyi bir fikir olmadığı” yönünde görüş bildirdiğini söyledi.
Yapılan açıklamalar, ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulup oturtulamadığı konusunda net bir fikir vermemekle birlikte en azından iki lider arasında bir görüşme olması, olumlu bir işaret olarak değerlendirilebilir.İkili ilişkilerde son dönemde artan gerilimi azaltmak ve iki ülke arasındaki ilişkileri daha sağlıklı bir zemine oturtmak için 28 Temmuz’da ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, ana gündemini Tayvan meselesinin oluşturduğu bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, iki liderin ikili ilişkiler ve bölgesel ve küresel meseleler hakkında istişarelerde bulunduğu belirtildikten sonra ABD’nin Tayvan politikasının değişmediği ve Tayvan Boğazı’nın güvenliğini ve istikrarını zedeleyecek ve statükoyu değiştirmeye çalışacak tek taraflı adımlara karşı çıkıldığı belirtildi. Burada kast edilen ABD’nin bir yandan “tek Çin” politikasını desteklerken, diğer yandan da Tayvan’ın fiili bağımsızlığının Çin tarafından tek taraflı bir müdahaleyle değiştirilmesine izin verilmeyeceğidir. Çin Dışişleri tarafından yapılan açıklama, Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamaya kıyasla daha uzun. Ağırlıklı olarak Başkan Xi’nin sözlerine yer verilen açıklamada, dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunların üstesinden gelebilmek ve dünya barışını ve güvenliğini sağlayabilmek için ABD ve Çin’in liderlik etmesi gerektiği belirtilmiştir. Bunun için iki ülke arasında her düzeyde sağlıklı iletişimin olması ve iletişim kanallarının işbirliğini güçlendirmek için kullanılması gerektiği vurgulanmıştır. Xi’ye göre, ABD tarafının Çin’i en önemli tehdit olarak tanımlaması, Çin-ABD ilişkilerini yanlış algıladığını ve Çin’in kalkınmasını yanlış yorumladığını göstermektedir. Tayvan meselesinde ise Xi, Tayvan Boğazı’nın her iki yakasının da tek ve aynı Çin olduğunu vurguladıktan sonra, Çin’in “Tayvan’ın bağımsızlığına” yönelik ayrılıkçı hareketlere ve dış güçlerin müdahalesine şiddetle karşı çıktığını ve bunlara kesinlikle izin verilemeyeceğinin altını çizmiştir. Yapılan açıklamalar, ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulup oturtulamadığı konusunda net bir fikir vermemekle birlikte en azından iki lider arasında bir görüşme olması, olumlu bir işaret olarak değerlendirilebilir. --- [i] Bu söylem, Çin’in 1979 yılında Vietnam’a karşı giriştiği savaşı kasıtlı olarak görmezden geliyor. [ii] Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD tarafından ilan edilen üçlü güvenlik paktı.