Çin-Suudi İlişkileri: Ekonomi, Asya’nın iki yakasını bir araya getirebilir mi?

Abone Ol
Pekin politikaları ABD izolasyonunu aşmak istiyorsa, bölge ülkeleriyle sadece hidrokarbon alışverişinin ötesine geçmek durumunda. Koşullar, Çin’i sadece Körfez ülkeleri ya da İran’la sınırlı olmayan karmaşık ilişkiler ağı geliştirmeye zorluyor. Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan son yaptığı açıklamada ülkesinin Çin Devlet başkanı Xİ Jinping’in yakın zamanda Riyad’ı ziyaret edeceğini açıkladı. Daha da ötesi Xi Jinping sadece Riyad’ı ziyaret etmeyecek, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği ile de özel toplantılar yapacak. Aslında ziyaret Ağustos ayı sonunda planlanıyordu, ancak Pekin'in talebi üzerine, Çin Komünist Partisi'nin 16 Ekim'de düzenlenen 20. Kongresi'ne yönelik hazırlıklar nedeniyle ziyaret yakın bir tarihe ertelendi. Suudi-Çin ilişkileri ticaret alanında hızla ilerlerken taraflar arasında ticaret ve ekonomiyi aşan işbirliği, ABD’nin bölgesel hâkimiyetindeki gerilemeyi gösteren bir başka önemli bir vaka. Zira Suudi Arabistan soğuk savaş yılları boyunca ve sonrasında ABD’nin en önemli müttefikiydi. Beş sene öncesine kadar Ortadoğu’da bütün siyasal sistemlerin bir şekilde eksen değiştirebileceği düşünülürken Suudilerin de içinde bulunduğu Körfez ülkeleri için bu ihtimale asla prim verilmezdi. Ancak 2017’de başlayan ve ivmelenerek devam eden Suudilerin diplomasisini çeşitlendirme arayışı, Biden’ın öfkeli açıklamalarına rağmen devam ediyor. S.Arabistan 2022 yılının ilk üçte birlik bölümünde Çin’in dış yatırım yaptığı ülkeler arasında birinci sırada yer almakla kalmıyor Çin, S. Arabistan’ın yaptığı ihracatın %13’lük payıyla Riyad yönetiminin en fazla ihracat yaptığı ülke konumunda. ABD’nin endişesi açık. Borç diplomasisi üzerinden Riyad ve diğer kalkınmakta olan ülkeleri kendisine bağımlı hâle getirmesinden korkuyor. Ama daha da önemlisi Riyad’ın petrol fiyatlarının yükselmesine neden olacak üretimi düşürme kararı. Arap ayaklanmaları, aslında Körfez ülkeleri açısından ABD’nin Körfez ülkelerinin jeopolitik taleplerine, güvenlik ihtiyaçlarına yeteri kadar karşılık vermediğini gösterdi. Özellikle Suriye’de yaşanan hayal kırıklığı bir dönüm noktası oldu. Obama döneminde imzalanan ve Trump’ın iptalinden sonra İran Nükleer Anlaşmasına dönüş, Körfez ülkelerinin ve Suudilerin tepkisini çekti. Suudiler, ABD’nin İran’la mücadelede isteksiz davrandığını, aldığı yanlış kararlarla İran yayılmacılığının önünü açtığını düşünüyor. Tabii bu olgunun açığa çıkardığı şey, Körfez ülkelerinin kendi öz kaynaklarına dayanarak strateji üretme noktasındaki yetersizliği. Kesenin ağızını açarak müttefikler edinebilir, diplomatik oyunda bazı ülkeleri yanınıza çekebilirsiniz. Ancak parayla savaşçılar yaratılabileceğini, bu savaşçıların kendisi adına büyük jeopolitik kazanımlar elde edeceğini ve vekalet savaşlarında basit birkaç sınırlı deneyime dayanabileceğini zannetmek, fiyasko için yeterli önkoşuldu zaten. Aslında ABD politikalarından şikâyet etmeyen bölge ülkesi yok gibi. Bölgedeki başka ülkelere sorarsanız onlar da Amerikan politikalarından şikayetçi olacaktır, nitekim gazeteler ve haber siteleri bu yönde açıklamalar yapan diplomat ve uzmanların eleştiri ve değerlendirmeleriyle dolu. Türkiye de Trump dönemi hariç ABD’nin bölgesel politikalarının en önemli eleştirmenlerinden biriydi. Son tahlilde bölgedeki birçok ülke, kendi ürettiği jeopolitik tasarıma uygun hareket etmediği için ABD’yi eleştiriyor, ABD’nin neden kendisinin ve politikalarının yanında yer almadığını sorguluyor. Öte yandan ABD de uzun süredir düşüşte ve o da bölgesel ve küresel strateji oluşturmadaki acizliğinin sorunlarını yaşıyor. Ancak bölgeyi çepeçevre kuşatan ABD üsleri nedeniyle Körfez ülkelerinin ABD siyasetinden kopması da şu aşamada mümkün görünmüyor. Çin’in askeri anlamda ABD’ye alternatif olma gibi bir yönelimi olmadığından Suudiler açısından Amerikan egemenliğinden başka bir alternatif görünmüyor. Öte yandan Suudilerin petrodolarlarının önemli bir bölümü hâlâ Amerikan şirketlerinde, bu da yine bağımlılık yaratan ve kopuşu önleyen bir başka önemli faktör. Çin’in ise bölgenin en zengin ülkesi konumundaki S. Arabistan’a ve bölgeye yönelik politikaları ise ABD’nin Pekin’e uyguladığı izolasyonu aşarak kendisine ekonomik ve siyasi partnerlerinin sayısını artırmak ve diplomatik alternatifleri çoğaltmak şeklinde okunabilir. Ayrıca ABD’nin giderek bir geri çekilme görüntüsü veren bölge politikalarının yarattığı boşluğu doldurmak da yine Çin’in bir başka amacı. Eğer Pekin politikaları ABD izolasyonunu aşmak istiyorsa, bölge ülkeleriyle sadece hidrokarbon alışverişinin ötesine geçmek durumunda. İçinden geçilen koşullar, Çin’i sadece Körfez ülkeleri ya da İran’la sınırlı olmayan karmaşık ilişkiler ağı geliştirmeye zorluyor.