CHP’nin vizyonu, hakikatin tarafı

Abone Ol
CHP, esasen, çok büyük bir iş yaptı. Ekonominin taşıyıcı kolonlarını yerinden oynatan, hatta bütün kolonlarını kesen iktidarın karşısına, gösterme biçimi sorunlu da olsa Türkiye’nin seçeneksiz olmadığını gösterdi.

Loading...

Siyaset, bir bilimdir. Üniversitede Hocam olmasından gurur duyduğum Ahmet Taner Kışlalı, bir bilim olarak siyaseti, “siyasal otorite ile ilgili kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve işlemesinde rol oynayan davranışlar bilimi” olarak tanımlar. Üniversite kürsülerinde, öğrencilere öğretilen bu bilimin pratikte muhatabı halktır. Çözüm önerilerimizi halka anlatmanın, onları ikna ederek, yanına çekebilmenin yöntemleriyse iletişim biliminin alanına girer. Anlatım biçimi, çoğunlukla halkın zihnini esir alan bir çeşit yanılsamaya dönüşür. Bu nedenle siyasette haklı olmak yetmez; gerçekçi de olmak lazım. Buradan “iyi siyasetçi” tanımına gelmek istiyorum. Kimdir iyi siyasetçi? Haklı olan mı? Gerçeği dile getiren mi? BİR BUĞDAY TANESİ İÇİN… Halkımız, haklı olanı onaylar; gerçeği dile getirene hak verir ama oyunu götürüp başkasına verir. Dolayısıyla da bu iki özelliğe sahip olmak, iyi siyasetçi için yeterli koşul değil; hatta gündelik siyaset açısından bu özellikler olmasa da olur muamelesi görür. İyi siyasetçi, ikisini de bilen ama "bir buğday tanesi bulabilmek için her yeri eşeleyen tavuk gibi " olandır. Söz, Muaviye’ye aittir. İslam tarihine baktığımızda, haklı olanın, gerçeği dile getirenin Ali olduğunu görürüz ama galip gelenin ve iktidara sahip olanın Muaviye olduğunu biliriz.
  1. Halife Osman ölünce yerine geçecek olan Ali’ydi; Ali’nin de beklentisi bu yöndeydi. Ancak olmadı; iktidar, Muaviye’nin oldu. Herkes Ali’nin halife olacağını sanırken, Muaviye’nin olması şaşırtıcı mı?
Yakından baktığınızda şaşırtıcı olmadığını görürsünüz. Osman’ın ölümünü haber alan Muaviye, Mervan'a bir mektup yazar. Mektup özetle şöyledir: "Mektubumu okuduğun anda, kurnazca avını elinden kaçırmış gibi yaptığı halde, onu dolambaçlı yollardan takip eden çita gibi olacaksın; zafere ulaşmak için hileden başka yola başvurmayan tilkiye benzeyeceksin. Düşmanlarının bakışlarından kendini gizle; tıpkı çiftleşmesini gizleyen karga, okşandığı anda başını saklayan kirpi gibi. Düşmanına, yaptığı gürültü patırtıyla çevresine rahatsızlık veren birine güvendiğin kadar güven. Tıpkı bir buğday tanesi bulabilmek için her yeri eşeleyen tavuk gibi onlarla ilgili bütün bilgileri araştır." Salona gitme olanağı olmayan herkes gibi ben de ekran başında izlerken aklıma, bu cümlelerin geçtiği “Hileler Kitabı” geldi. Aktardığım pasajın üzerinde daha fazla durmak isterim ama bu sırada aklımın bir ucuna da Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Osmanlı ordusuna hükmeden Liman von Sanders’in geldiğini de inkâr edemem. Önce Liman Paşa olarak tanınan Von Sanders’i nereden hatırladığıma bakalım. Osmanlı orduları Genel Müfettişi olmuş; muhtemelen tarihin gidişatı nedeniyle yenilen Osmanlı’nın “dışarıdan” aldığı bu destek, “bağımsızlık” duygusu yüksek halkımız açısından yenilginin gerekçelerinden biri olarak kabul edilmiş. İLİM ÇİN’DE DE OLSA ALALIM AMA… Benim de içinde yer aldığım ‘78’ kuşağı, “yerel ile evrenselin birliği” üzerine oturmuştu; bu diyalektiği ifade eden slogan ise “Bağımsız Türkiye” idi. Bugün de bir uçtan diğer uca hemen her politik akıma hâkim olan bağımsızlık vurgusu olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla CHP’nin Jeremy Rifkin’i ekrana çıkartması, gayet de ufku açık bir girişim olmakla birlikte siyaset stratejisi açısından sorunlu bir vizyon toplantısı olduğunu düşünenlerdenim. Liman Paşa’yı zihnimin derinliklerinde bulup çıkarıp, Jeremy Rifkin ile özdeşleştiren de bu sorundur. Olup biteni, teknik bilgi açısından olağanüstü bir girişim olarak görebiliriz ve hatta “İlim Çin’de de olsa gidip bulalım” ama bulduğumuz bilimi, siyaset olarak sunmak konusunda defalarca düşünelim.
CHP, doğru yapmakla birlikte her bir işi yerli yerinde yapacak esnekliğe sahip olunursa daha kolay sonuç alınacaktır.
Düşünmemizi kolaylaştıracak örneklerden biri de Timur’dur. Timur, Piri Ebu Bekir Taybadi’nin, kendisine, “devlet işlerinde üç şeyi ihmal etmemesi” gerektiğini öğütlediğini anlatır. Bu üç şeyden biri istişare, ikincisi sabır, üçüncüsüyse sağlam duruş ve uyanık olmaktır. Taybadi’nin, “…hiçbir şeyi istişaresiz yapma ki pişmanlık duymayasın” şeklindeki önerisini dikkate alan Timur, “Buna uyarak siyaset işlerinin dokuz kısmını istişareyle yürütüp sadece bir kısmını kılıca bıraktım” der. Timur’un, “Geçmişteki bilginler demişlerdir ki: ‘Yerle yerinde yapılan bir iş ile yenilmez ordu yenilir, alınmaz şehir alınır” cümlesi de bize çok şey anlatır. Kimlerle istişare edeceğiz? Timur’un önerisi açıktır: “Yine benim tecrübelerimle sabittir ki istişare edilecek kişilerin ileriyi gören, tam akıllı, derin fikirli ve sezgileri kuvvetli kişilerden olması lazımdır. Her büyük işte böyle kişilere akıl danışıp, onlarla istişare etmek zaruridir.” KURALLAR VE KRALLAR Gelelim meselemize… CHP, esasen, çok büyük bir iş yaptı. Ekonominin taşıyıcı kolonlarını yerinden oynatan, hatta bütün kolonlarını kesen iktidarın karşısına, gösterme biçimi sorunlu da olsa Türkiye’nin seçeneksiz olmadığını gösterdi. Ancak hazırlanmak başka, hazır olduğunu seçmene anlatmak başka şeydir. İkisi arasında kopmaz bir bağ vardır ama seçmenin ilgisini çekecek olan bilim değil; gündelik hayatındaki değişimin ne olup olmadığıdır. Bilimin rehberliği, siyasetçinin elini güçlendirir ancak siyasetçi seçmene bilimle değil popülizm ile giderse başarır. Bu nedenledir ki toplantıdan sonra akıllarda kalan iki şeyden biri Jeremy Rifkin’in damakta bıraktığı buruk tat olurken; diğeri, Faik Öztrak’ın söylediği ve bu burukluğun yerini lezzete bırakanbize kral değil, kural lazımsözüdür. Siyaset, bir bilimdir ama gündelik siyaset, neredeyse körün fili tarifine benzer bir formatta gerçekleştiği CHP’nin vizyon toplantısındaki gibi yürümüyor. Toplantı, teknik deseniz değil; politik bir program deseniz hiç değil, kadro tanıtımı toplantısına da sığdıramazsınız bunu. Farkındayım; Kılıçdaroğlu, tıpkı Timur’un dikkat çektiği gibi “istişare” ile yani öyle ya da böyle bilim insanlarıyla “birlikte çalışmak istiyor; onların çözüm önerilerini önemsiyor. Doğru yapmakla birlikte her bir işi yerli yerinde yapacak esnekliğe sahip olunursa daha kolay sonuç alınacaktır. Çünkü Nazım’ın da dizeleştirdiği gibi “hakikat çok taraflıdır”.