TBMM Genel Kurulu bugün, saat 15.00’te başladı. Genel Kurul’da önce, elektronik sistem üzerinden yoklama yapıldı. AK Parti milletvekillerinin, Genel Kurul salonuna girmedikleri görüldü. Elektronik sistem üzerinden yoklama yapıldı. TBMM Başkanvekili Celal Adan, toplantı yeter sayısının sağlandığını okudu. AK Parti milletvekilleri daha sonra TBMM Genel Kurul salonuna girdi.
TBMM Başkanvekili Gülizar Biçer Karaca, yoklama sırasında AK Parti sıralarının boş olduğunu gösteren videoyu, sosyal medya hesabında paylaştı. Karaca, mesajında; “Koltuklarının maliyetini millerin sırtına zam ve ek vergilerle yükleyen sarayın vekilleri, millete zam-vergi zulmünü TBMM’de konuşulacağı Meclis Genel Kurulunda yoklar. Önce Meclis Genel Kurulu toplantı yeter sayısı sağlanmasın, millete yüklenen zamlar konuşulmasın diye salona girmediler. Elektronik oylama yaptırdılar. Baktılar ki çare yok, muhalefet milletin iradesine sahip çıkıyor, apar topar salona girdiler. Meğer kapı ağzında bekliyorlarmış” açıklamasını yaptı.
Yeniden Refah Partisi milletvekillerinin de yoklamaya katıldıkları görüldü.
Muhalefetin genel görüşme önergesinin görüşmelerine başlandı. TBMM'yi olağanüstü toplantıya cağıran CHP'nin 'genel görüşme', önerisi Genel Kurul'da kabul edilmedi. Meclis 1 Ekim'e kadar tatile girdi.
Saadet Partisi Grup Başkanı Selçuk Özdağ, Genel Kurul’da yaptığı konuşmada, özetle şunları söyledi:
“Bugün yüce Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırma gerekçemizi, özellikle iktidar çevreleri popülist bir atraksiyon ve hatta zaman kaybı olarak gördüler. Asgari ücret ve emekli maaşları ile ilgili bir huzursuzluk… Bir kanunu düzenlemeyle; emekli mağduriyetlerini, şimdi hemen düzenleyelim, ocak ayını beklemeyelim. Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki, ‘evet bir mağduriyet var bir eksikliğimiz var. Bu eksikliği gidereceğiz, sabırla bekleyiniz.’ Bu sabırla bekleyin dediğiniz zamana kadar 6 aylık bir süre var. Bu 6 aylık süre içerisinde insanlar tatilini yapamayacaklar, enflasyon karşısında ezilecekler. Vatandaşlarımız çocuklarını okula gönderirken ulaşımda özel okullarda çok ciddi sıkıntılar yaşayacaklar. Bir siyasi parti vatandaşlarına yalan söyler mi? Yapamayacağı vaatleri abartarak dillendirmek başka bir şey olmayan şeyleri varmış gibi göstermek Kaf dağının ardından sahte muştularla topluma umut pompalamak, göz boyamak bile isteye göz boyamak başka bir şeydir.
Aslında tüm bu yapılanların ekonomik gerçeklerle, iyi niyetle uzaktan yakından bir ilgisi falan bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönettiği ülke ekonomisini; değil Mehmet Şimşek, Adam Smith ya da Keynes gelse yine de düzeltemez"
Olağanüstü toplanan Genel Kurul’da İyi Parti adına Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, söz aldı. Dervişoğlu şunları söyledi:
“Bize göre bir olağanüstü durum yoktur, zira bu hükümetin yanlış ekonomi politikalarının olağan sonucu olarak karşımıza çıkan zamlar ve vergiler olağanüstülükle değil perşembenin gelişi çarşambadan belli olur diye tarif edilebilir. ‘Millet zamlar karşısında inim inim inlerken Meclis tatil yapamaz’ demek suretiyle popülizmden medet umanlara ve yüce parlamentoyu görev ve sorumluluğunun şuurunda olmamakla zımni olarak itham etmeye kalkışanlara buradan sesleniyorum. Bu Meclis İstiklal Savaşını veren, cumhuriyeti kuran Meclis’tir. Meclis hiçbir zaman tatil yapmaz, her zaman da görevinin başındadır. Yasalardan ve İçtüzük’ten kaynaklanan zamları kuru bir popülizme kurban ederseniz bu hakların kullanımı olmaktan çıkar ve hakların suistimali olarak da tanımlanmaya başlar.
Bugün, seçimden kısa bir süre sonra bulunduğumuz bu nokta yadırganacak bir noktadır. Hükümet, memleketimize vaat ettiği şekliyle refah artışıyla parlayan bir yıldız değil kendi vatandaşının emeğini ve altın terini adeta yok ettiği bir kara delik haline getirmiştir. Seçim sathında yalanlar üzerine kurulu bir propaganda ve algı yöntemiyle aydınlık bir istikbal vaat edenler şimdi Türkiye’yi maalesef yine bir zam karanlığıyla uyandırdılar. Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin 1 yıl içinde 2 kez alınmasıyla ilgili kanunlaşan teklifin daha imzası kurumadan akaryakıtın pompa fiyatına 6 liradan fazla zam, 14 Mayıs’ta yapılan seçimden itibaren benzine yüzde 65 mazota da yüzde 66 zam, yumurtaya zam, peynire zam, zeytine zam, çaya, şekere, elektriğe zam… Ne zaman ardı arkası kesilecektir bu zamların? Milletimizin çektiği bu cefa ne zaman sona erecektir? Adalet ve Kalkınma Partisi olarak 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandınız ancak bu seçim zaferi iktidar olmanın getirdiği sorumlulukları da ortadan kaldırmıyor çünkü devlet rehavetle yönetilecek bir yer değildir. Şu an hükümet olmanız hasebiyle daha büyük bir vebal ve sorumluk altındasınız."
Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, muhalefetin çağrısı üzerine vergi artışları ve zamlar gündemiyle olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulu’nda, “AKP-MHP iktidarının ekonomi-politik tercihleri sebebiyle enflasyon, işsizlik, yoksulluk, borçluluk, geçim sorunu, hayat pahalılığı, sefalet, açlık sorunu her geçen gün daha büyüyor. Hayatın her alanında A’dan Z’ye kadar hayat zamlanıyor… Bunun bedelini kim ödüyor? Tabii ki yoksullar ödüyor. Tabii ki asgari ücretliler ödüyor, emekliler ödüyor; memurlar, işçiler ödüyor. Bunu AKP-MHP iktidarı etrafında kümelenen zenginler ödemiyor. Türkiye’deki ailelerin yüzde 70’inden fazlası geçim derdi yaşıyor. Emekliye, memura işçiye, ücretliye kaşıkla verilip kepçeyle geri alınıyor. Seçimden hemen sonra zam yüzyılının startını verdiniz. Zamlara alışmayacağız, bunun karşısında susmayacağız. Depremleri zamlara bahane gösteriyorlar. Bu büyük bir vicdansızlık ya. Siz hâlâ deprem vergilerinin nereye gittiğini açıklamamışken depremi kendinize kalkan ediniyorsunuz” dedi.
Genel Kurul’da söz alan Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, şöyle konuştu:
“Hakikaten Türkiye’nin şu anda en önemli gündemi sebebiyle bir aradayız ve konuşuyoruz. Şunu söyleyeyim; AKP-MHP iktidarının ekonomi-politik tercihleri sebebiyle enflasyon, işsizlik, yoksulluk, borçluluk, geçim sorunu, hayat pahalılığı, sefalet, açlık sorunu her geçen gün daha büyüyor. Bu gerçek tam da budur aslında. Israr edilen yanlış politikalarla karşı karşıyayız ve pek çok gösterge olumsuz seyretmeye devam ediyor. Enflasyon, işsizlik, döviz kurları, dış ticaret açığı, dış borç, dış ödemeler dengesi, CDS primi, ülke tarihinin en yüksek seviyelerine ulaşmış durumda.
Ayrıca bu zaman zarfında Merkez Bankası rezervleri eksiye düşmüş, dolar kontrol edilemez bir noktaya gelmiştir. Gittikçe artan otoriterleşme, yargının siyasal iktidara daha da bağımlı hale getirilmesi, pek çok alanda hak ve özgürlüklerin askıya alınması, rafa kaldırılması, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmemesinden kaynaklı güvenlik harcamalarında yaşanan devasa artış, ülke ekonomisini çökme noktasına getirmiştir. Evet, savaşa para harcanıyor, savaşa para harcanırken hiçbir gerekçe kabul edilmiyor. Ama barışa hiçbir şekilde olanak verilmiyor. AKP-MHP iktidarı, savaş politikası sebebiyle halkın kursağından, cebinden, buzdolabından para kısmaya devam ediyor. Daha bugün gazeteciler gözaltına alındı. Mehmet Şimşek ‘Maastricht Kriterleri’ diyor ama Kopenhag Kriterleri’ni söylemiyor. Unutmayalım ki bir ülkede demokrasi yoksa, hak ve özgürlükler rayında değilse, adalet yoksa ekonomi de tabii ki rayına giremez.
İki sözleşmelerden birini esas alacaksınız ama Kopenhag Kriterleri gibi kriterleri göz ardı ederek ekonomiyi düzeltmeye çalışacaksınız. Yok öyle bir dünya. İşte böyle gelir, ayağınıza dolanır. Bu nedenle şu anda yaşadığımız ekonomik problemlerin kaynağında Türkiye’nin demokratikleşmenin olmamasının yattığını da bir an aklımızdan çıkarmayalım. Kürt sorununda, savaş politikasında ısrarın yattığını aklımızdan çıkarmayalım. ‘Kuzeydoğu Suriye’ye her gün operasyon yapacağım, oraya gideceğim’ diyerek SİHA’larla, İHA’larla operasyonlar olduğunu ve oraya harcanan paranın olduğunu da unutmayalım.
İktidar, ülkeyi, bedelinin yoksulların ödediği ve ekonomiyi bumerang gibi vuran faiz-kur sarmalına sürüklenmiş durumda. Sermayeyi, rantı, faizi merkeze alan ekonomi-politik tercihler, enflasyonu doğal olarak hızla artırıyor. On milyonlarca yurttaş için hayat pahalılığı ve enflasyon en yakıcı mesele olarak orta yerde duruyor. Seçim sonrası döviz kurlarında meydana gelen hızlı yükseliş ve peşi sıra vergi oranlarında yapılan artışlar tabii ki enflasyonu daha fazla tetiklemiş ve zaten bozuk olan vergi yapısını ve gelir dağılımını da daha da bozmuştur. Vergilerde yapılan artışların sonucu ne olmuş? Hızla mal ve hizmet fiyatlarına yansıdı ve gıdadan giyime, barınmadan ulaşıma kadar her şey zamlandı. Akaryakıt fiyatlarına defalarca zam yapıldı, artık takip edemiyoruz. Özellikle akaryakıttan alınan ÖTV’de yapılan artış sonrası benzinde tek kalemde 5 TL artış oldu. Bugün, 25 Temmuz Salı günü gelen son zamlarla litre fiyatı 37 liraya çıktı. Peki akaryakıtta yapılan bu zamlar nasıl yansıyor? Uçak fiyatları, otobüs fiyatları artıyor. İnsanlar seyahat edemiyor. Çiftçi tarım yapamıyor, hayvancılık yapanlar hayvancılık yapamıyor, esnaf faaliyetini yürütemiyor. Hayatın her alanında A’dan Z’ye kadar hayat zamlanıyor.
Akaryakıttaki artış her yerde temel gündem olarak önümüzde duruyor. Bir buhran döneminde yaşıyoruz. Öyle bir şey var ki değer-fiyat bariyeri kırıldı ve fiyat istikrarı yok oldu. Bu nedenle Türkiye bir ekonomik buhran döneminde. AKP-MHP iktidarı, enflasyonun küresel bir sorun olduğunu söylüyor. Öyle bir küresel sorun falan değil, niye değil? Bizzat Merkez Bankası aksini ifade ediyor ve diyor ki ‘Küresel enflasyon düşme eğilimine girdi’. Ülkelerin enflasyon oranları karşılaştırıldığında, yüzde 38’lik resmi enflasyon oranıyla Türkiye’nin oldukça negatif ayrıştığı zaten rahatlıkla görülecektir. Dünya Bankası’nın yayınladığı Gıda Güvenliği Raporu’na göre Türkiye, dünyada yıllık bazda en yüksek gıda enflasyonuna sahip onuncu ülkeyken bu alanda OECD ülkeleri arasında birinci sırada yer alıyor. Bunun bedelini kim ödüyor? Tabii ki yoksullar ödüyor. Tabii ki asgari ücretliler ödüyor, emekliler ödüyor; memurlar, işçiler ödüyor. Bunu AKP-MHP iktidarı etrafında kümelenen zenginler ödemiyor. Bunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Yakın zamanda açıklanan bir OECD araştırmasına göre Türkiye, geçim derdinde OECD ülkeleri arasında yine ilk sırada yer alıyor. Her anlamda sonunculuğu kaptırmayan Türkiye, AİHM’de hak ve özgürlüklerde geride seyrederken ekonomik alanda da olumsuzlukta sırayı tersten bu sefer başka birilerine kaptırmıyor.
Türkiye’deki ailelerin yüzde 70’inden fazlası geçim derdi yaşıyor. Özellikle son yıllarda işsizlik arttı, emek değersizleşti. Güvencesiz çalışma yaygınlaştı, tencereler artık kaynamıyor, sepetler boş kalıyor, evler ısıtılamıyor. Bunu bir retorik olarak söylemiyorum. Sahada ziyaret ettiğimiz binlerce insan, bunu bizzat temas ettiğimizde bize söylüyorlar. ‘Ben tencereyi ocağa koyamıyorum, ben yemek pişiremiyorum; kahvaltı vermek zorundayım, peynir fiyatları uçtu, artık peynir de alamıyorum’ diyor. Bu süreçte en önemli meselelerden biri barınma arkadaşlar. Büyük kentlerde barınmak, bir evde kirada yaşamak neredeyse bir lüks haline geldi.
Emekliye memura işçiye, ücretliye kaşıkla verilip kepçeyle geri alınıyor. Normal şartlarda temel ücret olarak kabul edilmesi gereken, ancak toplumun yüzde 50’sinden fazlasının asgari ücretle çalıştığı Türkiye’de insanlar, en temel ihtiyaçlarını borçlanarak karşılamak zorunda kalıyor. Asgari ücretin açıklandığı 21 Haziran 2023’ten bugüne, henüz bir ay olmadan asgari ücret 480 dolardan yaklaşık 420 dolara düştü. Dört kişilik bir ailenin insanca bir yaşam sürmesi için gereken minimum tutar, yoksulluk sınırı, asgari ücretin yaklaşık üç katına çıkmış durumda. Asgari ücretle çalışan yaklaşık 10 milyon emekçinin çalışan yoksul haline geldiğini, dahası açlık sınırının altında bir yaşama mahkum edildiğini artık herkes biliyor.
Özellikle son günlerde, bedelini ağırlıkla yoksulların ödediği vergi oranlarında devasa artışlar yapıldı. Ekonominin halkımızın üzerine çökmesine neden olmuşken sermaye sınıfına bir bakalım. Kârları rekor kırmaya devam ediyor. Türkiye’nin 500 büyük şirketinin kârlılığına ilişkin rapor, emeğiyle geçinen yurttaşlar daha da yoksullaşırken büyük şirketlerin devasa kâr oranı yakaladığını ortaya koymuştur. Buna göre; söz konusu şirketlerin 2022 yılı net satışları, 2021 yılına göre yüzde 148,7 ile rekor kırarak artış göstermiştir. Yani şirketlerin kârı yaklaşık 8 trilyon liraya çıkmıştır. Bu büyük şirketler, net satışlarını dolar bazında da yüzde 33,4 artırmıştır. Gerçek enflasyon yüzde 100’ü geçmiş, hayat pahalılığı tavan yapmış, yoksulluk sınırı 40 bin liraya dayanmışken sermaye sınıfı kârlarına kâr eklemeye devam ediyor. İşte siz, zenginlerin iktidarısınız. Siz, zenginleri koruyorsunuz. Yoksulları korumuyorsunuz. Yoksulların iktidarı değilsiniz derken tam da bunu söylemeye çalışıyoruz. Yoksullara yönelik ayda 2 bin lira, 3 bin lira işte yardımlarla, benzeri destek paketleriyle işte insanca bir yaşama yaklaşmayacak bir yaşam vaat edilirken sermaye sınıfına, zenginlere kârlarının üzerine kâr koyabilmeleri için her türlü destek sunuluyor.
Mehmet Şimşek’e soruyoruz; Türkiye, Avrupa yurttaşlarının alım gücünde kaçıncı sırada? Türkiye, Avrupa’da yurttaşların refah seviyesinde kaçıncı sırada? Biz söyleyelim; son sıralarda tabi ki. O kendisi cevap vermeyecek. Türkiye’de ortalama bir ücretle kaç depo bir benzin alınabiliyor, Avrupa’da kaç depo benzin alınabiliyor? Avrupa’da ortalama ücretle yaklaşık ayda 40 depo benzin alınabiliyor, Türkiye’de ortalama ücretle sadece ve sadece 5 depo benzin satın alınabiliyor. Bu kıyası siz de yapabiliyorsunuz. O kadar aradınız ya Mehmet Şimşek’i, buldunuz getirdiniz. Bizim matematik bilmediğimizi sanıyor ama büyük yanılıyor. Türkiye enflasyonda OECD birincisi, bunu zaten söylemiştik. Türkiye’de asgari ücret 380 euro bile etmiyor. Ekonomisi bizden daha kötü denen Almanya’da brüt asgari ücret Türkiye’nin tam 4,5 katı. Evet, bu sorulara siz yanıt vermeyeceğiniz için biz söyleyelim dedik. Hayallerinizde ‘Türkiye Yüzyılı’ dediniz ama gerçekler zam yüzyılı. Seçimden hemen sonra zam yüzyılının startını verdiniz gerçekten ve iktidarınız, dünyadan farklı bir iktidar. Dünyanın en pahalı iktidarı Türkiye’de. Zamlara alışmayacağız, bunun karşısında susmayacağız ve vatandaşların da bu haksızlığa, bu zulme, bu korkunç tabloya kesinlikle karşı seslerini çıkarmalarını istiyoruz. Birileri saraylarda şatafat sürerken, etrafındaki zenginleri daha çok zengin ederken buna alışmayacağız.
Depremleri zamlara bahane gösteriyorlar. Bu büyük bir vicdansızlık ya. Siz hâlâ deprem vergilerinin nereye gittiğini açıklamamışken, bu sorulara cevap vermemişken depremi kendinize kalkan ediniyorsunuz. Bu kadar insanın yaşamını yitirdiği, bu kadar büyük ihmallerin olduğu bir ortamda bunu asla kabul etmiyoruz ve tabii ki bunu iktidar söylüyor, ‘Deprem nedeniyle yaptık’ diyorlar. Bu zamların nedeni deprem değildir. Bu zamların tek nedeni, AKP-MHP iktidarıdır. Bunu asla aklımızdan çıkarmayalım. Yanlış ekonomi politikalarıdır. Mesele; israf, rant ve şatafattır. Bu israfları hepimiz biliyoruz. Deprem vergilerinin nerede olduğunu bir kez daha buradan sormak istiyoruz. 20 yıllık iktidarınızda yaklaşık 100 milyar lira deprem vergisi topladınız, bizzat kendi bakanınız Mehmet Şimşek’in de açıkladığı gibi bu paraları deprem için harcamadınız. Bunu bakanınız itiraf etti. Şimdi de halktan topladığınız paraları deprem için harcamayacaksınız. Siciliniz temiz değil, kirli; ne yapalım? Önümüzdeki bu veriler bu kiri bize gösteriyor. Siz, deprem için topladığınız paraları yandaş şirketlere ihale olarak dağıttınız. Yine aynı şeyi yapacağınızı biliyoruz.”