CHP'li Tanrıkulu: Kürt sorununu biz çözeceğiz

Abone Ol
Geçtiğimiz günlerde 1990ların önemli isimlerinden eski MİT görevlisi Mehmet Eymür çeşitli açıklamalarda bulundu. O dönem Diyarbakırda avukatlık yapan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile hem Eymür’ün açıklamalarını hem de CHP’nin Kürt Sorununun çözümündeki çalışmalarını konuştuk. Tanrıkulu AKP’nin çözüm süreci için “Ülkenin bekasını kendi bekasına kurban etmeyi tercih etti.” dedi. Tanrıkulu; “Biz yıllardır Kürt sorununun çözümü için çalışıyoruz. Biz açıkçası Kürt sorununu demokrasi temelinde çözeceğiz.” ifadelerini kullandı. Sunuş Sedat Peker’in ifşaatlarını, Mehmet Eymür’ün açıklamaları izledi. Peki neden şimdi konuşuyorlar, anlattıkları gerçeğin ne kadarını yansıtıyor ve en önemlisi, amaçları ne? Bütün bu soruları 1990’larda Diyarbakır’da hem avukatlık hem de Baro Başkanlığı yapan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile konuştuk. İnsanların konuşmasında sadece iktidardaki çözülmenin değil muhalefetin giderek güçlenmesinin de payı olduğunu ifade eden Tanrıkulu; “AKP yıllardır kimseyi konuşturmama üzerine bir strateji izliyordu. AKP’nin konuşturmama stratejisi çöküyor ve açık veya örtük olarak insanlar artık konuşmaya başlıyor” diyor. Tanrıkulu, “Türkiye’de yargı sistemi adalet değil adaletsizlik dağıtıyor. Bu yüzden “Türkiye’nin makyajlı değil, çok köklü bir yargı reformundan geçmesi lazım.“ yorumunu yapıyor. Murat Aksoy Şu soruyla başlamak gerekiyor. Önce Sedat Peker konuşmaya başladı. Pek çok sırrı ifşa etti. Şimdi Mehmet Eymür; Neden şimdi konuşuyorlar? Bir kere Mehmet Eymür’le röportaj yapan, insan hakları alanında çok önemli haberlere imza atan gazeteci Gökçer Tahincioğlu’nun emeğini unutmamak gerekiyor. Tahincioğlu muhtemelen epey uğraştıktan sonra Eymür’ü ikna etmiş. Bu açıdan kendisini kutluyorum. Bunun yanında Eymür gibi deneyimli bir istihbaratçının da bu röportajı kabul etmesinin muhakkak güncel nedenleri var. Nasıl bir ajandaya sahip olduğunu bilemiyoruz ama iktidarda yaşanan çözülme, bu tür açıklamalara da vesile oluyor. AKP yıllardır kimseyi konuşturmama üzerine bir strateji izliyordu. AKP’nin konuşturmama stratejisi çöküyor ve açık veya örtük olarak insanlar artık konuşmaya başlıyor. Peki bu isimlerin konuşması nasıl bir anlam ifade ediyor? Sedat Peker ile Eymür iki ayrı dönemi temsil ediyor. Eymür 1990’lardaki suçların tanığı ve ortağı, Peker ise hem 1990’lar ama esas olarak AKP dönemi suçlarının tanığı ve ortağı. Her ikisinin açıklamaları da hukuktan uzaklaşan bir devletin nasıl kirlendiğini, kirletildiğini göstermesi açısından çarpıcı. Üstelik anlatılanlar, yapılanların muhtemelen milyonda biri kadardır. Biz şimdiye kadar buzdağının görünen kısmına dair bilgi sahibi olduk. Ama esas suçlar buzdağının görünmeyen kısmında ve sanıyorum iktidar çözüldükçe hakikatler daha fazla görünür hale gelecek. DEMOKRASİ GÜÇLERİ O KADAR ZAYIF DEĞİLMİŞ Bu dönemi özel kılan ne? Bu dönemi özel kılan temel şey, otoriter bir rejimin Türkiye gibi büyümeye, gelişmeye açık bir ülkeyi nasıl zincire bağladığını, içten içe nasıl kemirdiğini, sömürdüğünü görmemiz. Türkiye’nin dar bir grup tarafından nasıl çökertildiğine tanık oluyoruz. Fakat bu dönemi en özel kılan şey, ülkeyi zincirleyen bir gruba karşı geri adım atmayan, direnen demokrasi güçlerinin aslında hiç de öyle küçümsendiği kadar zayıf olmadığını göstermiş olmamız. Peker, Eymür veya başkalarının çıkıp bu dönemde konuşmaya başlaması da bu nedenledir. Çünkü korku rejiminin hâkim olamadığını, Türkiye toplumunun bir bütün olarak rotasını demokrasiden yana belirlediğini görüyorlar. Bunu görmeyen veya görse bile kabullenmeyen tek odak, dar iktidar çevresi. Onlar da ilk seçimlerde bunu önce inkâr, sonra da idrak edecekler. ROTA FAŞİZİM DEĞİL DEMOKRASİ Konuşarak ne elde etmek istiyorlar? Gerçeklerin ortaya çıkması yoksa kendilerine yönelik yeni koruma mı? Valla kimin hangi ajandaya bağlı olarak açıklamalar yaptığını öngörmek zor. Buna dair ne söylesem spekülasyon olur. Ama şunu biliyorum ki, halkın, muhalefetin demokrasi lehine yürüttüğü mücadele başarılı oluyor. Bahsettiğimiz insanların demokrasi gibi bir dertleri yok. Ama halkın iradesi karşısında durulamayacağını da biliyorlar. O yüzden de halka yönelik itiraflarda bulunuyorlar. Hiçbir iktidar, hiçbir militer güç halktan daha güçlü değil. Türkiye halkı kendi rotasını belirlemiş durumda. O rota da faşizm değil, demokrasi. KENDİLERİNİ KORUMAK İSTİYORLAR Eymür’ün açıklamaları ve bahsettiği olaylar büyük ölçüde 1990lara ait. Siz o dönem Diyarbakırda Baro Başkanlığı ve avukatlık yapıyordunuz. Bu açıklamalar bu açıdan sizin için ne ifade ediyor? 1990’larda OHAL’in sürdüğü bölgelerde insanlığa karşı işlenen suçları bırakın bir söyleşiye, kitaplara sığdıramayız. Orada kirli savaşın her türlü yöntemi uygulandı. Bu savaş politikası da 1980’lerin, Diyarbakır Cezaevi’ndeki vahşetin üstüne bina edilmişti. Bir ülkede karanlık bir dönemle hesaplaşılmadığında böyle olur. Karanlık karanlığı besler. Tıpkı 1990’larla hesaplaşılmamasının bugünkü karanlığı beslemiş olması gibi. Eymür 1990’lardaki vahşetin sadece ufacık birkaç örneğini vermekle yetiniyor. Bizim o zaman peşine düştüğümüz suç faillerini isim isim, olay olay bilen Eymür veya onun o dönem görev yaptığı istihbarat teşkilatı, suçluların cezalandırılması değil, korunması için çalışıyor. Bir tarafta anneler yıllardır çocuklarının akıbetlerini öğrenmek için sokaklarda haykırırken, ulaşmaya çalıştıkları tüm bilgilerin Ankara’daki arşivlerde saklı olduğunu bilmek insanın zoruna gidiyor. Sözüm ona bu bilgileri devletin bekası için halktan saklıyorlar. Bu mümkün mü? Hayır, devletin bekası suçluların cezalandırılmasından ve tekrar edilmemesinden geçiyor. O yüzden Eymür veya Peker’den çıkacak bilgi kırıntılarıyla yetinemeyiz. Devletin arşivlerindeki bilgilerin ortaya çıkarılması ve yargının bunun gereğini yapması gerekiyor. Aksi halde az önce dediğim gibi, her dönemin karanlığı bir sonraki dönemin karanlığını beslemeye devam edecek. Eymür, Ağarla, Çatlı’yla ilgili de önemli açıklamalarda bulundu. Siz bunların gerçekliği hakkında ne dersiniz? Bugünkü iktidar tarafından ölümüne muhafaza edilen ve belli çıkarlar için kullanılan isimlerin işledikleri suçları herkes biliyor. Fakat bu suçların yargıya taşınması için siyasi irade gerekiyor. O siyasi irade bizatihi suçlularla ortaksa, adalete ulaşmak için demokrasi ve insan hakları mücadelesini yükseltmeliyiz. ELBETTE UMUTLUYUM Umutsuz musunuz? Bu konuda umutsuz değilim. Bugün iktidarın kanatları altında korumaya alınmış tüm suçlular mutlaka adalet önünde hesap verecek. Bunun için de insan haklarıyla, uluslararası sözleşmelerle, anayasayla uyumlu kanunların ve bu kanunları harfiyen yerine getirecek yargı sisteminin oluşturulması gerekiyor. Bu açıdan Türkiye’nin makyajlı değil, çok köklü bir yargı reformundan geçmesi lazım. Bu açıklamalardan benim çıkardığım o dönem yargı hukuki sorumluluğunu yerine getirmemiş. Yanılıyor muyum? Tabii ki yanılmıyorsunuz. Ne 1990’larda ne de bugün yargı hukuki sorumluluğunu yerine getirdi. 1990’larda Türkiye yargısının siyasi kararlarını AİHM’e götüren ilk hukukçulardan biriyim. Bugün de sayısız dava AİHM’den dönüyor. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, AKP’nin yarattığı güdümlü yargı 1990’lardaki siyasi yargıyla mukayese edilemeyecek kadar korkunç bir vaziyet içinde. Sizin takip ettiğiniz ya da bildiğiniz herhangi bir dava/olay var mı Eymür’ün açıklamalarında? Var tabii. Benim bir avukat olarak 1990’larda baktığım davaların hemen hepsi Eymür’ün görevde olduğu dönemdeydi. Eymür’ün Mehmet Ali Birand’a yıllar önce verdiği mülakatta kullandığını açıkça itiraf ettiği Yeşil, baktığım davaların önemli bir kısmında faildi. Eymür’ün, Yeşil’in karıştığı suçları bilmemesi mümkün değil zaten. Bu açıklamalar yeni davaların açılması için bir gerekçe olabilir mi? Elbette hem Peker’in hem de Eymür’ün açıklamaları, yeni davaların açılması için güçlü gerekçelerdir. Ama mevcut yargı sisteminde bunların yapılması mümkün değil. Fakat bunlar kayıtlara geçiyor. Az önce de bahsettiğim adil bir yargı düzeninde bunların tümü savcılar için güçlü verilerdir. YARGI ADALETSİZLİK DAĞITIYOR Sedat Peker de sezgisel olarak bildiğimiz ama kanıtlayamadığımız pek çok olayı afişe etti. Ama hiçbir savcı çıkıp bir soruşturma başlatmadı. Türkiyede yargı, hukukun durumu bu kadar mı kötü? Valla herhangi bir davanın duruşmasına gidip izlerseniz şunu görürsünüz: Türkiye’deki yargı düzeni isyan ettirir. Bırakın kanunları okumayı, yorumlamayı, hukukun en temel kaidelerini bile bilmeden iddianame hazırlayan savcılar, bunlara göre karar veren ve insanların hayatını karartan yargıçlar… Türkiye’de yargı sistemi adalet değil adaletsizlik dağıtıyor. Diğer yandan, Alaaddin Çakıcı, Kürşat Yılmaz gibi yeraltı dünyasından insanlar tahliye olur olmaz MHP liderini ziyaret ediyorlar. Neden sizce? İktidar kaybettikçe saflar netleşiyor. Aynılar aynı yerde buluşuyor. İŞKENCE ARTIK SOKAKTA Bugüne geldiğimizde Türkiyede işkence bitti mi? Konu işkence olmasaydı böylesi bir soruya kahkahalarla gülünürdü. Türkiye’de işkence bitmedi, karakoldan, hapishaneden sokağa kadar taştı. Ek olarak, bugüne geldiğimizde 1990la ile bugün arasında nasıl bir bağ var? Bugün, her açıdan 1990’ların yoğunlaştırılmış versiyonu. 1990’lardaki hukuksuzlukların, suçların aktörleri bugünkü iktidarın müttefiki. O dönemin suçluları bugünkü iktidarın kanatları altında muhafaza altında. Çözüm sürecinde 1990’lardaki suçlara ilişkin açılan davalarda yargılananlar, ki çoğu kamu çalışanı, doğrudan iktidar yargısı tarafından cezasızlıkla taltif edildiler. AKP döneminde işlenen suçlar 1990’ları çok aşıyor. Bugüne ait hangi taşı kaldırsanız, altından Susurluk’u aratmayacak skandallar çıkar. Susurluk olayı o dönemin koşullarında bile TBMM bünyesinde oluşturulan komisyonca araştırıldı. Susurluk Raporu hâlâ bir referans kaynaktır. Fakat bugünkü koşullarda Roboski katliamı dâhil hiçbir suç hakkında kapsamlı bir çalışma yapılmadı. İstisnasız tüm suçlar cezasızlık politikasıyla teşvik ediliyor. 1990’ların karanlığı bugünkü karanlığı besliyor. Ama 1990’ların demokrasi ve insan hakları mücadelesi de bugünkü mücadelenin mirasıdır. Demokrasi mücadelesinde de bir devamlılık var ve demokrasi güçleri 1990’lardakinden daha güçlüdür. Bizi umutlu kılan da budur. Siyasi iktidar ve devletin izlediği güvenlikçi politikalar Kürt sorununu çözdü mü ya da PKKyı bitirdi mi? Güvenlikçi politikalar Kürt sorununu tarih boyunca olmadığı kadar büyüttü. AKP’nin 2002 yılında devraldığı Kürt sorunu yapısal bazı düzenlemelerle kalıcı bir çözüme kavuşturulabilirdi. Aynı şekilde, 1990’lardaki güvenlikçi politikalar değil de barışçıl politikalar devreye konsaydı, bugünkü gibi bir Kürt sorunundan söz ediyor olmazdık. Güvenlikçi politikalar irili ufaklı çeteleşmeleri, mafyayı besledi, insanları isyana teşvik etti. Bugünden baktığımızda, belli istisnalar hariç cumhuriyet tarihi boyunca Kürt meselesinde hep güvenlikçi politikalar izlendi ve sonuç ortada. Hep devlet aklından söz ederiz. Eğer öyle bir devlet aklı varsa, tüm bunlardan ders çıkarması gerekiyor. KÜRT SORUNUNU BİZ ÇÖZECEĞİZ CHP olarak Kürt sorunu konusunda bir çalışmanız var, bölgede yeniden örgütleniyorsunuz, farklı kesimlerle görüşüyorsunuz. Bunlardan biraz bahsedebilir misiniz? Çözüm sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümü konusunda ortaya koyduğumuz ama o dönem dikkate bile alınmayan önerilerimiz vardı. Bunlar bütünlüklü bir çözüm düşünülerek hazırladığımız önerilerdi. Ekonomik, sosyal, siyasal, yönetsel, hukuki boyutları olan bu somut önerilerimizi, günümüzdeki sorunları da gözeterek yeniden ele alıyoruz. Güvenliği ihmal etmeyen ama özgürlükleri, insan haklarını esas alan bir perspektifimiz var. Bunların hayata geçirilmesi için illa iktidarda olmayı beklemedik. CHP’nin web sitesinde de bulabileceğiniz “22 Soru 22 Cevap” deklarasyonumuzda yer alan önerilerin tamamını TBMM’ye sunmuştuk zaten. Ama AKP bu önerilerimizi dikkate almak yerine, ülkenin bekasına kendi bekasına kurban etmeyi tercih etti. Sonuç ortada. Biz yıllardır Kürt sorununun çözümü için yürüttüğümüz çalışmaları sabit tutmuyoruz. Günün koşullarına göre yeniden geliştiriyoruz ve bunları hayata geçirmek için de var gücümüzle mücadele edeceğiz. Biz açıkçası Kürt sorununu demokrasi temelinde çözeceğiz.