Erdoğan Toprak yazdı | Türkiye-Almanya ilişkileri üzerine
CHP Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak, Türkiye-Almanya İlişkilerini Politikyol’a değerlendirdi.
Almaya ile yaşanan sorun ve bunun geldiği aşama AKP’nin dış politika alanında ülkemize kaybettirdiği bir yeni sürecin başlangıcıdır. Bu süreç sonunda ülkemiz hem AB ile hem de NATO ile çok ciddi sorunlar yaşayacaktır. Ancak bütün bunların temelinde Türkiye’nin medeni dünyadan koparılması çalışması söz konusudur. Her alanda ülkemize büyük zararlar veren AKP politikaları dış politika alanında onarılması mümkün olmayan yaralar açmaktadır.
Almanya’ya iltica eden 400’den fazla üst düzey diplomat, bürokrat, subay ve ailelerine Alman yargısının sığınma hakkı tanımasıyla bir kez daha gerilen Türkiye-Almanya ilişkileri, buna misilleme olarak hükümetin Alman vekillerin İncirlik üssündeki birliklerini ziyaretlerine izin vermemesi, tıkanıklığı hızla çözümsüz noktaya ilerletiyor.
Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in hafta başındaki Ankara ziyaretinde sorunun çözümü ve normalleşme açısından beklentileri karşılayacak bir sonucun oluşmadığı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Alman Bakan Gabriel’in açıklamalarıyla netleşti. Gabriel’in daha önce planlanan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın programında da yer alan kabulü ise son anda iptal edildi ve Başbakan, Alman Bakan ile görüşmedi. Sigmar Gabriel Ankara’dan dönüşünde yaptığı açıklamada İncirlik’teki Alman birliğinin çekilmesi düşüncesini dile getirdi ve Başbakan Merkel’e bilgi verdikten sonra konunun Federal Parlamento’da görüşülerek oylanacağını dile getirdi. Bu hafta ya da en geç önümüzdeki hafta gerçekleşeceği belirtilen çekilme işlemiyle, Türkiye- Almanya ilişkileri güç bir noktaya doğru ilerliyor.
Bu aşamada hükümetin dış politikada duygusallığa yer olmadığını bir kez daha anımsaması gerekiyor. Kaldı ki, İncirlik sadece simgesel bir anlam taşımaktadır ve ilişkilerdeki bozulmanın yansımaları, sadece Türkiye-Almanya ilişkilerinde değil, Türkiye-AB ve Türkiye-NATO ilişkilerinde de önümüzdeki süreçte kendisini gösterecektir. Tıpkı Katar Krizi’nde olduğu gibi, Almanya ile ilişkilerde de öncelikle ülkemizin ulusal çıkarlarının ve dış politika önceliklerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini bir kez daha hatırlamakta yarar vardır. Ekonomik ve siyasi açıdan Türkiye’nin en büyük partneri konumundaki Almanya, aynı zamanda yurt dışındaki Türkiye diasporasının en geniş ve güçlü olduğu ülke konumundadır. Bu gelişmeler en başta oradaki 3 milyonun üzerindeki yurttaşımızın yaşamını zorlaştırmaya adaydır. Kaldı ki FETÖ mensubu olduğu öne sürülen kişilerin sığınma başvurularına Alman yargısının verdiği kararların temelinde ve içeriğinde zikredilen husus öncelikle iltica kriterleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) bu konudaki düzenlemeleri olarak belirtilmektedir. Bu açıdan iltica taleplerinin kabul edilmesini ya da iade taleplerinin AİHS kapsamında, işkence iddiaları, yargı bağımsızlığının olmadığına yönelik savunmalar, haksız gözaltı ve cezaya dönüşen tutuklamalar konusunda dile getirilen iddialar ve benzer diğer gerekçelerle reddedilmesini önleyecek olan bizzat hükümetin icraatlarıdır. Alman yargısı kararlarında, Türkiye’nin ilticacılar tarafından dile getirilen bu hususlara yönelik ikna edici kanıt, belge, bilgi sunamadığını vurgulamaktadır. Şayet Alman yargısına iletilen kanıtlar, gerekçeler Sözcü Gazetesi muhabirleri, Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticilerinin tutuklanmasına gerekçe gösterilen ithamlar gibi ise bunların gerçekten bağımsız bir yargılamada kabul görmesi, geçerli sayılması tabii ki söz konusu olamaz. Hâlâ iddianamesi bile yazılmayan ancak zanlıları aylardır tutuklu olan pek çok davadaki uygulamalar, sadece Almanya’nın değil tüm dünyanın gözleri önünde seyretmektedir.
Bu açıdan hükümet insan hakları temelinde, dış dünyaya yeterli düzeyde inandırıcı, güven gerici şeffaflıkta bir hukuk devletinin varlığını ortaya koyamamanın, gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığı konusunda değil dünyayı, içeride bile hiç kimseyi ikna edememiş olmanın kusurlarını kendisinde, çıkarttAL mağduriyetlerini inceleyecek komisyonun kuruluşu konusunda bile Şubat ayında düığı KHK’lardaki düzenlemelere yansıyan hukuksuzluklarda, haksız kararlarda aramalıdır. OHzenleme yapılıp, komisyon kuruluşu ancak üç ay sonra gerçekleşebiliyorsa ve dördüncü ay imasına karşın komisyon hâlâ faaliyete geçememişse, bu konuda gündeme getirilecek iddialara karşı yapılacak bir savunma söz konusu olamaz. Bir gecede yüzlerce yasada değişiklik yapabilen, ortalama ayda bir ya da iki torba yasa çıkartacak sayısal çoğunluğa tek başına sahip olan AK Parti hükümetinin dört aydır OHAL İhraç Kararları inceleme Komisyonunu faaliyete geçirememesi, ne bürokratik ne de yasal engellerle izah edilebilir. Tek neden bu konudaki siyasi irade noksanlığı, isteksizlik ve insanları cezalandırma, haklı-haksız ayırt etmeden, işsiz bırakılan, ihraç edilen, gözaltına alınan, tutuklanan binlerce kişi üzerinden tüm toplumu sindirme, baskı, korku ve şiddeti kurumsallaştırma arzusundan başka bir şey değildir. Bu açıdan, ilticaları gerekçe göstererek Almanya’ya karşı devreye sokulan İncirlik Misillemesi yine yanlış ve ilişkilere zarar veren, faturası pek çok açıdan Türkiye’ye çıkacak bir süreçtir. Kaldı ki, bu konuda hükümetin tavrı da inandırıcılıktan ve öngörülebilir içerikteki bir diplomatik stratejiden yoksundur. Örneğin, Erbil’de askerlerimizin başlarına çuval geçiren ABD’ye karşı başta dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı herhangi bir tavır sergileyemediği, ABD’den özür talep edemediği gibi, İncirlik üssünü de ABD’ye kapatamamıştır. Sayın Cumhurbaşkanının defalarca “Kırmızı çizgi olduğunu söylemesine, karşı adımlar atılacağını gündeme getirmesine” karşılık, ABD’nin PYD-YPG’ye desteği aleni bir şekilde devam etmektedir. Üstelik Cumhurbaşkanı Washington’a gitmeden bir hafta önce, üstelik Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Washington’da iken, YPG’ye ağır silahlar verilmesi kararını adeta Türkiye’nin tepkilerini ve çıkışlarını yok sayarcasına ABD Başkanı Donald Trump imzalamıştır. Buna rağmen ne Cumhurbaşkanı ABD ziyaretini ertelemiş, ne Beyaz Saray’da taleplerine karşılık alabilmiştir. Yine İncirlik üssü ABD askerlerinin ve savaş uçaklarının kullanımına kapatılmamıştır. Bu yönde en küçük bir imada dahi bulunulamamıştır. FETÖ elebaşısını defalarca istenmesine karşın iade etmeyen, ABD’de kaçak ve sığınmacı konumdaki yüzlerce üst düzey FETÖ mensubu oldukları iddia edilenlere karşı yapılan tüm çağrılara rağmen ne sınır dışı uygulaması ne de yargısal herhangi bir süreç başlatmayan ABD’ye “İncirlik üssünden çıkın, askerinizi, uçaklarınız çekin, üsse giremezsiniz” diyememişlerdir.
Sınırlarımızda PYD-YPG denetimindeki bölgelere çekilen ABD bayraklarına, YPG rozeti takan ABD askerlerine rağmen de iktidar, İncirlik üssünü ABD’ye kapatma konusunu ağzına dahi alamamaktadır. Dolayısıyla benzer taleplerde bulunulan iki müttefik ülke ABD ve Almanya’ya yönelik tavır ve politikalarda tutarsızlık öne çıkmaktadır. Gülen Cemaati, üyeleri, okulları, dernekleri, vakıfları ABD’de her türlü etkinliğini, faaliyetini rahatlıkla sürdürmektedir. Daha birkaç gün önce Gülen Cemaati Vakıflarının düzenlediği iftar etkinliğinde ABD polisi ve FBI yetkililerinin yer aldığı fotoğraflar, bizzat FBI’nin kendi resmi twitter hesabından paylaşılmıştı. Buna en küçük bir tepki göstermeyen hükümetin, FETÖ ve PKK konusundaki tepkilerin odak noktasına Almanya’yı oturtmaya çalışması içe dönük farklı bir takım siyasi hesapların varlığını akla getirmektedir.
Oysa hükümetin ısrarla PKK’yla aynı olduğunu savunduğu, terör örgütü olarak suçladığı PYD ve YPG’nin en büyük destekçisi, silah ve lojistikçisi, hamisi durumunda olan ülke ağırlıkla ABD’dir. Bu açıdan, hükümetin Almanya ile ilişkiler konusunda, sorunları çözücü, gerilimi düşürücü, karşı tarafın da samimiyetini ve sorumluluklarını sergilemesini zorlayıcı politikalar üretmesi, Almanya’yı bu yönde zorlaması Türkiye’nin gerek ikili ilişkileri gerekse AB ilişkileriyle, ekonomik ve siyasi çıkarlarının yararına olacaktır.