TBMM Çevre Komisyonu CHP Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Murat Bakan, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, arkeolojik, doğal, tarihi, kentsel sit alanlarında ve tarım arazilerinde madencilik faaliyetinin engellenmesi için kanun teklifi verdi. Murat Bakan, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, arkeolojik, doğal, tarihi, kentsel sit alanlarında ve tarım arazilerinde madencilik faaliyetinin engellenmesi için kanun teklifi verdi. Kanun teklifiyle Maden Kanunu’nda değişiklik öngören CHP’li Bakan, sadece 1’inci derece sit alanlarında değil, “özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, arkeolojik, doğal, tarihi, kentsel sit alanlarında ve tarım arazilerinde” de madencilik yapılmasının engellenmesini istedi. CHP’li Murat Bakan, “Doğanın kaynaklarının sınırsızca tüketilmesi sonucunda dünyamız çoklu çevresel tehditlerle karşı karşıya... İçinde yaşadığımız Akdeniz Havzası, dünyada bu değişikliklerden en fazla etkilenecek bölgelerin başında geliyor. İklim krizi ele alınırken bazı ekosistem bileşenleri göz ardı ediliyor. Kârı şirketlere, dönüşü olmayan zararı ülkemizin bugününe ve geleceğine yükleyen anlayış sonucu ülkemizin dört bir yanında su kaynakları, ormanlar, tarım arazileri, meralar, zeytinlikler ve hatta binlerce yıllık arkeolojik miras hiçe sayılarak sürdürülen vahşi madencilik çevre felaketlerine ve geri dönüşü olmayan ekolojik yıkımlara neden oldu, oluyor. Ekosistemlerin korunması ve restorasyonu ile ekosistemlere hayat veren başta toprak olmak üzere tüm doğal varlıkların korunması konusunda herkese büyük sorumluluk düşüyor” diye konuştu. ‘Tüm doğal alanlarımız ağır biçimde tahrip ediliyor’ Kanun teklifinin gerekçeleri şu şekilde sıralandı: “Fosil yakıtlara dayalı enerji üretimindeki arazi kullanımı, yoğun su kullanımı, yarattıkları hava değil aynı zamanda su ve toprak kirliliği ile iklim krizinin derinleşmesine sebep olmaktadır. Bununla birlikte enerji politikaları ve maden politikaları son derece yakın ilişkidedir. Araziler üzerindeki yoğun baskı ve enerji ve maden politikalarındaki özensizlik hem bölgesel sorunları hem de iklim krizini derinleştirmektedir. Değerli tarım arazileri, iklim değişikliği ile mücadelenin en önemli unsurları olan karbon yutakları ormanlarımız, iklimi dengelemede önemli görevi olan sulak alanlarımız dahil tüm doğal alanlarımız ağır biçimde tahrip edilmektedir. Çarpıcı örnek: Sayıştay’ın maden sahalarındaki tespitleri Maden ve madencilik faaliyetleri, dünyanın her yerinde öncelikli olarak ‘çevre’ konusudur. Ülkemizde ise sürecin sadece sanayi ve enerji alanlarını ilgilendirdiği düşüncesi, çevresel kaygıları dikkate almamaktadır. Kılı kırk yararak yapılması gereken madencilik faaliyetlerinin titizlikle yapılmadığı Sayıştay Raporlarına da yansımıştır. Orman Genel Müdürlüğü’nün denetlendiği 2019 yılı Sayıştay Raporu’nda, maden sahalarının rehabilitasyon çalışmalarının tam ve zamanında yapılmadığına vurgu yaparak, ‘Maden işletme sahalarının büyük bir çoğunluğunda rehabilite çalışmalarının yapılamadığı verilen izinler doğrultusunda, belli bir plan ve proje çerçevesinde işletilmesi ve çalıştırması gerekirken, sahada düzensiz çalışmaların yapıldığı görülmüştür’ ifadelerine yer vermiştir. Bu, maden politikalarının ekosistem üzerinde yarattığı baskıya dair çarpıcı bir örnektir. ‘Kârı şirketlere, dönüşü olmayan zararı ülkemizin geleceğine…’ Kazdağları Yöresi’nde, Muğla, Artvin, Erzincan-Tunceli ve Afyon gibi illerde coğrafyanın yüzde 50 ila yüzde 80 oranında maden ruhsatlı olduğu görülmektedir. Kazdağları’nda yürütülen altın arama faaliyetleri bölgeyi ekolojik yıkıma sürüklemiştir. 43 tanesi endemik olmak üzere, 101 familyaya ait 906 bitki taksonu yaşayan, Anadolu’nun akciğerleri olan Kazdağları’nın bağrına adeta bir hançer saplanmıştır. Bugün bu ruhsat alanlarının yalnızca belirli bir kısmı işletme safhasına geçmiş olmasına rağmen mevcut projeler dahi Türkiye’nin önemli coğrafyalarında ormanları, tabiat koruma alanlarını, milli parkları, gen koruma alanlarını, mera ve tarım alanlarını, sulak alanları ve içme suyu havzalarını tehdit etmektedir. Kârı şirketlere, dönüşü olmayan zararı ülkemizin bugününe ve geleceğine yükleyen anlayış sonucu, ülkemizin dört bir yanında su kaynaklarını, ormanları, tarım arazilerini, meraları, zeytinlikleri ve hatta binlerce yıllık arkeolojik mirası hiçe sayılarak sürdürülen vahşi madencilik çevre felaketlerine ve geri dönüşü olmayan ekolojik yıkıma neden olmuştur. Çevre politikası ve çevreyle ilgili alınan kararlar, sıradan kararlar değildir. Bu yıkım öyle bir noktaya gelmiştir ki insanlar doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalmaktadır. ‘Herkese büyük sorumluluk düşüyor’ Anayasamızın çevrenin korunmasına ilişkin 56. maddesi, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” demektedir. Bu sebeple ekosistemlerin korunması ve restorasyonu ile ekosistemlere hayat veren başta toprak olmak üzere tüm doğal varlıkların korunması konusunda herkese büyük sorumluluk düşmektedir. İklim krizinin önlenmesi, kirlilik yutak alanı olarak adlandırabileceğimiz orman, mera, bozkır, sulak alan vb. biyolojik çeşitlilik merkezlerinin korunması ile de mümkündür.”