CHP’de umutlar tükeniyor mu?

Abone Ol
Sonuç olarak tarih yapı ile öznenin diyalektiğiyle hayat bulur. Yapısal koşullar en azından parti içi ilişkiler bakımından değişimin önünü tıkıyor olabilir. Ama bir özne, pekala cesaretini ortaya koyarak yapıyı yapısöküme uğratabilir. Sonuç böyle mi olur? Hep beraber yaşayıp göreceğiz. Tersine dönmüş bir amaç-araç ilişkisiyle karşı karşıyayız. Normal şartlarda olması gereken tablo şu şekilde: Türkiye’deki demokrasi mücadelesi amaçtır. CHP dahil olmak üzere tüm siyasi partiler bu amacın aracıdır. Ayrıca sayın Kılıçdaroğlu başta olmak üzere tüm parti elitleri de kendi partileri ve demokrasi mücadelesi için birer araçtır. Şüphesiz ki her bir insanın birey olarak ve her bir partinin kolektif bir özne olarak hayatta bir değeri var. Ama o değer kendisinden daha büyük bir amacının önüne geçmemeli. CHP’de ise bu normal akış tersten işliyor. Sanki Kılıçdaroğlu amaç. Seçimi kazansa da kaybetse de yerinde kalıyor. Öztrak ve Kuşoğlu gibi üst düzey parti yöneticileri de amaç. Yıllar geçiyor, mevsimler değişiyor, rakip parti AKP’de herkes yerini başka takım arkadaşlarına bırakıyor. Ama bu iki kişi birer Roma sütunu gibi yerli yerinde. Şüphesiz ki öncelikli hedefimiz kişileri tartışmak değil. Dolayısıyla burada verilen isimlerin bir önemi yok. Esas olan parti elitlerinin kendi kişisel menfaatlerini partinin üstün menfaatleri ve ülkedeki demokrasi mücadelesinin üstünde görmesi sorunu.
Geldiğimiz yerin özeti şu: CHP kapalı bir sisteme dönüşmüş durumda. Entropi yaşıyor. İçeriden, kendi iç dinamiklerine dayanarak onu değiştirmek imkansız.
Bu arada CHP’nin sadece bir parti olmadığı, aynı zamanda sosyal demokrat bir parti olduğu gerçeğini hatırda tutmak gerek. Sosyal demokrat partilerde parti yöneticileri yetkili kurular karşısında özeleştiri verir. Ardından da gereğini yapar. CHP’de ise bu mekanizma işlemiyor. Çünkü tıpkı standart sağ bir partide olduğu üzere genel başkan çok güçlü. Genel başkanın mutlak otoritesi karşısında kurullar ve özeleştiri tarihsel ayrıntılara dönüşmüş durumda. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde Tanju Özcan kesin ihraç istemiyle disipline verilmiş ve Kılıçdaroğlu kesin bir dille İmamoğlu’nun belediye başkanlığında kalması gerektiğini dile getirmişti. Bu adımlar da gösteriyor ki değişimin önü Kılıçdaroğlu ve ekibi tarafından tıkanmış durumda. Şüphesiz ki 28 Mayıs’tan beri bazı adımlar atıldı. Ama kısmi MYK değişikliği, danışmanların görevden alınması, demokratik tüzük ve önseçim vaatleri muhalif kamuoyu için yeterli değil. Çünkü parti siyasetinde belirleyici olan ne yazık ki tüzük veya MYK gibi kurullar değil. Ağır başarısızlık tablosuna rağmen Kılıçdaroğlu yerinde kaldığı müddetçe tüzük defalarca değiştirip Parti Meclisi yeni baştan inşa edilse de gerçek bir değişim olduğuna kimse inanmayacaktır. Geldiğimiz yerin özeti şu: CHP kapalı bir sisteme dönüşmüş durumda. Entropi yaşıyor. İçeriden, kendi iç dinamiklerine dayanarak onu değiştirmek imkansız. Parti içi değişim Kılıçdaroğlu’nun izin verdiği, onun sınırlarını kendisinin çizdiği ölçüde hayat bulacak. İmamoğlu gibi siyasi geleceği olan olası genel başkan adaylarını işlevsizleştirmeyi ve partiyi delegeden parti meclisi üyelerine kadar, tepeden tırnağa genel başkana bağlamayı amaçlayan bir iç tahkim süreci ise olası oyun planının başlıca unsurları.
İmamoğlu lider olmak istiyorsa gerçek bir lider gibi adımlar atmayı göze almalı. Ceza aldığı ve Akşener’in kendisine açık desteğini ilan ettiği gün otobüsün üzerine çıktığında pekala Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayabilirdi.
Bu yapı karşısında geriye birkaç alternatif güç odağı kalıyor: Öncelikle İyi Parti ve HDP’nin tavrı CHP içindeki parti içi mücadele bakımından son derece önemli. Bu iki parti yerel seçimlere tüm il ve ilçelerde kendi adaylarıyla girme kararı alırsa Kılıçdaroğlu’nun parti içi değişimi durdurmak için kullandığı yerel seçim kartı işlevsiz hale gelecek. Ayrıca sosyal medya var. 40 yaş üstü muhalif seçmenler CHP yandaş medyası tarafından uyuşturulmuş durumda. Ama başta Twitter olmak üzere sosyal medya platformlarında parti liderliği kıyasıya eleştiriliyor. Son olarak İmamoğlu’na değinmek gerek. Sayın İmamoğlu lider olmak istiyorsa gerçek bir lider gibi adımlar atmayı göze almalı. Ceza aldığı ve Akşener’in kendisine açık desteğini ilan ettiği gün otobüsün üzerine çıktığında pekala Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayabilirdi. Onun yerine Kılıçdaroğlu’nun yardımcısı olmayı kabul etti. Peki ya şimdi? Yine Kılıçdaroğlu’nun kendisi için çizdiği role razı mı olacak sayın belediye başkanı? Sonuç olarak tarih yapı ile öznenin diyalektiğiyle hayat bulur. Yapısal koşullar en azından parti içi ilişkiler bakımından değişimin önünü tıkıyor olabilir. Ama bir özne, pekala cesaretini ortaya koyarak yapıyı yapısöküme uğratabilir. Sonuç böyle mi olur? Hep beraber yaşayıp göreceğiz.