CHP’de değişimin ve dönüşümün parametreleri

Abone Ol
Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman CHP’deki değişim tartışmalarınım ideolojik ve siyasi çerçevesini bize sunuyor   I İnsanların içinde yaşadığı gerçeği yeterince anlamayıp, onu geleceğe doğru dönüştürme becerisini de gösteremeyeceklerini kavramanın en ‘sağlam’ yolu geçmişle ne kadar ilgilendiklerine bakmaktır. CHP’de son dönemde yapılan tartışmaların işaret ettiği en önemli nokta bu: ne içinde bulunduğumuz koşulları anlayabiliyor değerlendirme yapanlar ne de geleceğe doğru bu gidişi yeniden biçimlendirme olanağına sahipler. Besbelli öyle, çünkü geçmişe referansla konuşmayı bilmiyorlar, çünkü geçmişe dönük birikimleri yok. Geçmiş tek başına anlam ifade etmez, ölü bir kütle, bir heyuladır ama bilinirse canlı bir varlığa dönüşebilir, bir organizmaya dönüşebilir ve bugünkü sorunları çözecek kökleri ortaya çıkarır. Köküne inmeksizin hiçbir problemin çözülemeyeceğini bilenler bilir. Bir sorunun ortadan kalkması gerektiğini vurguladığı halde bu köklü adımı atmayanlar konformistlerdir. CHP ise belli dönemler dışında daima değişimden söz eden konformistlerin çevresi olduğu. Hatta dikkat edilirse CHP ‘değişimden’ bahsediyor. CHP’nin niteliklerine sahip bir parti nasıl değişecek? Buradaki değişim kavramının semantik ve semiyotik anlamı bellidir: liderin değişmesi. Olması gereken ise çok daha kapsamlı bir kavram olan dönüşümdür. Geçmişten söz etmeye bu satırların yazarı olarak epey kişiden daha fazla hakkım var. Hayatımın, öncesi bir yana, son otuz yılı CHP’yi düşünmek ve yazmakla geçti. Esasen bir düzeltmede bulunayım. CHP’yi daha çok tarihsel birikimiyle ele aldım. İlgilendiğim özellikle sosyal demokrasi ve SHP’ydi. Baykal’ın CHP’si, dönemin, şimdi zikretmeyeceğim ama anlayanların hemen anlayacağı yakın dostum da olan ve çok önde gelen iki adının büyük desteğiyle (Murat Karayalçın’dan intikam almak için) SHP’yi SHP’yi yuttuktan ve Karayalçın’ın da çok ağır, hayati hatalarla o kapıyı aralamasından sonra çok uzun süre ‘o’ CHP’yle ilgilenilecek ve ‘dönüştürülecek’ bir parti olarak görmedim. Fakat çok eleştirdim. Daha 1992’de CHP yeniden açılırken Yeni Bir Sosyal Demokrasi İçin başlıklı kitabımı yazmış ve CHP’yi tarihsel ilerici parti olarak nitelendirirken güncel ilerici parti saymadığımı belirtmiştim, gerekçelerini açıklayarak. Bahsettiğim terimleri bulan, kullanan ilk kişiydim. Aynı kitapta Kemalizmi de irdeliyor, tüm ideolojilerde olduğu gibi bu hareketin epistelomojik dönemde ilerici fakat bürokratikleşmesiyle birlikte doktrinleşen (unutmayalım CHP ilkeleri anayasallaştırılmıştı ve gene hatırlayalım valiler bulundukları illerde CHP İl Başkanı sayılıyordu) yani bürokratik dönemde tutuculaşmış (bunu konformistleştirilmiş diye de okuyabilirsiniz) bir ideoloji olarak tanımlıyordum. Tüm tarihsel ilerici hareket ve görüşlerin yaşadığı kaderden Kemalizm de payını almıştı ki, Attilâ İlhan gibi Kemalistler de aynı noktaya şiddetle parmak basıyordu. İdeolojisi konformizme kapılmış bir parti nasıl ilerici olacaktı?
Hakkını teslim etmek gerekir: sonradan liberal kesimlere atfedilen Kemalizmin ve CHP’nin bürokratik-konformist-elitist bir hareket olarak eleştirilmesi ilk kez Ecevit tarafından 1970’lerin başında dile getirilmiştir.
II Bu platformda daha önceki yazılarımda belirttiğim bir husus şimdi daha da önem kazanıyor. Bir ideolojinin konformizmi ancak içerdiği sınıf bilincini yitirmesinden sonradır. CHP, Ecevit dönemi (1965-1980) hariç asla proleteryaya/halka yakın bir parti olmadı. Tersine asker, bürokrat ve siyaset elitlerin partisi oldu. 1960’lar onun tarihsel ilerici çekirdeğinden sol bir görüş doğurmaya çalıştı. O çevreler (YÖN ve Devrim grupları) özde Kemalistti ve militarist bir anlayışa sahipti. Fakat dönemin itici gücü sosyalist hareket ve TİP olduğundan kendilerini zikrettiğim kavramlarla bütünleştirme çabasındaydılar. Ecevit ve Ortanın Solu bu itkiyle ortaya çıktı. Ecevit kuşkusuz İngiltere’de öğrendiği ve kulaktan dolma bir birikimle İskandinavya’da yaşandığını duyduğu/bildiği bir ‘medeni’ siyaseti ülkeye yerleştirmeye çalışırken Ortanın Solu kavramıyla bütünleşti. OS’nu açık açık Marksist sola karşı yerleştirdikleri kendi sözlerinden okunabilir. Yine çevresini almış bulunan sosyalizm ve TİP bilhassa 12 Mart 1971 darbesinden sonra ordunun indirdiği balyozla dağılınca o siyaset tabanlarının CHP’ye gelmesi OS’nun bu defa çok açık şekilde sınıfsal bir hareket olarak kendisini temellendirmesine yol açtı. Açılım 1980’e gelindiğinde bizzat Ecevit tarafından bitirilmişti, 12 Eylül olmasaydı da CHP’nin bölüneceğini (yani kendisinin o hareketi yapacağını) söyleyen yine bizzat Ecevit’tir. Kendisi de kurduğu yeni partisiyle kripto-sağ görüşleri ‘demokratik sol’ adı altında savundu. Hakkını teslim etmek gerekir: sonradan liberal kesimlere atfedilen Kemalizmin ve CHP’nin bürokratik-konformist-elitist bir hareket olarak eleştirilmesini ilk kez Ecevit tarafından 1970’lerin başında dile getirilmiştir. Mesele ‘devlet partisi-halk partisi’ dikatomisidir. Ecevit, devlet partisinin dönüşmesini muhakkak ki samimi şekilde istiyordu, 1960’ların ikinci yarısından başlayarak galiba, 1977 yenilgisini hissedinceye kadar. Sonrasında (ki, 12 Eylül ertesi demektir) CHP’yi bıraktı. Muhtemelen onu hala devlet partisi olarak görüyor, people’s party yani halk partisiyle popülist parti ayrımını bilmeyerek, kurduğu DSP’yi popülist bir parti yaparken, onun, patolojik bir romantizmle benimsediği ve aradığı halkçı parti olduğuna inanıyor, fakat o arada da devleti çok ağırlıklı şekilde söylemine taşıyordu. DSP, koalisyonlarda açık şekilde devlet hassasiyetiyle yer alıyordu. Kaldı ki, şu yaptığım saptamanın daha da ötesi var: Batıda halk partilerinin neredeyse tamamı merkez-sağ partilerdir. Soldaki partiler işçi partisi, sosyalist parti, komünist parti olarak adlandırır kendisini.
Baykal bir ara içler acısı, gülünç bir ‘Anadolu Solu’ ilan etti. Tüm refleksleriyle sağcı bir politikacı olan Baykal ‘yerli ve milliliği’ solcu bir fantezi bir ‘Keloğlan masalı’ olarak görüyordu.
III Evet, o 1965-1980 arasındaki 15 yıl dışında 85 yıl CHP malum özelliklerini taşıdı, bir 12 yıl da kapalı kaldı. Bendenizin bahsettiğim kitapları ve sayısız makaleyi yazdığım, dergiler çıkardığımız dönemde temel tartışma SHP’nin konvansiyonel nitelikleriyle gizli bir CHP olmaması çabasıydı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına giden, sert çekirdekli, otoriter, tepeden inmeci modernleşme anlayışının aşıldığı, bütün o tepkilere rağmen katı, sekter, tekçi ulus devlet modellerinin yerini çoğulcu, çok-kültürlü, kimlik politikalarını benimseyen bir modele bıraktığı dönemde, hele Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra büsbütün, bu iddialar çeşitli çevrelerde dile getirildi. Türkiye’deki toplumsal dönüştürücü güçlerin Kürtler, Aleviler, kadınlar, kısmen gençler olduğu ifade edilirken, SHP’nin, geleneksel CHP söylemiyle dışına çıkılmaz bir çember içinde özdeşleşmesine tepki gösteriliyordu. Tartışma kazanılmak üzereyken CHP, SHP’yi yuttu. Bu bir özel hareketti, belli çevrelerin gelişmelere gösterdiği tepki içinde CHP’yi koruma hamlesiydi, başarıldı. O arada Türkiye’de fikir tartışması asla söz konusu olmadığı ve şahsiyat en önemli rolü oynadığı için eleştirileri getirenlere de olmadık hakaretler savruldu. Neyse ki, sel gidiyor kum kalıyor. Yeniden açılan Baykal’lı CHP’nin, defalarca belirttiğim şekilde, ekonomik değil ama ‘siyasal devletçi’ bir parti olduğu muhakkaktı ve CHP tam da bu nedenle ilgimizi çekmiyordu. Bata çıka ilerleyen CHP, şimdi kimseler hatırlamıyor ama, 1995 seçimlerini binde küsurlu oy farkıyla barajı geçip 1999 seçimlerinde baraj altında, parlamento dışında kalmıştı. Aslında halk yani çevre her defasında olduğu gibi CHP’yi bir kere daha 1998 post-modern darbe girişimine verdiği destekten ötürü cezalandırıyordu. 2002’de yeniden parlamentoya döndü ama yaşanan toplumsal dönüşümden hiçbir şey anlamayan, bildiği eski sözleri tekrar eden bir parti olarak. 1998’den ders almadığı için bu defa 2007 e-muhtıra sürecine dahil oldu, askeriyeyi ‘sivil toplum kuruluşu’ ilan etti. (Bu sözü söyleyen Baykal eski bir siyaset bilimi doçentiydi.) Sistemin verdiği destekle %20’lere çakıldı kaldı. Artık sosyal demokrasinin esamisi yani adı okunmuyordu. Baykal bir ara içler acısı, gülünç bir ‘Anadolu Solu’ ilan etti. Tüm refleksleriyle sağcı bir politikacı olan Baykal ‘yerli ve milliliği’ solcu bir fantezi bir ‘Keloğlan masalı’ olarak görüyordu.
2017 yılında gerçekleşen Adalet Yürüyüşü bu hamleyi bir adım öteye taşımasına taşıdı ve CHP’ye önemli bir kımıltı getirdi. Ama toplumun dinamik unsurları devrede olmadığı, ideoloji üretmediği, siyasete sınıf temelinde bakılmadığı için CHP o hamleyi daha ileri götüremedi
  IV Kılıçdaroğlu 2010’da CHP Genel Başkanı seçildiğinde elindeki parti, tamamı Baykal tarafından örgütlenmişti ve Fikri Sağlar’ın tanımıyla şu özelliklere sahipti: ‘30 Eylül 2000 tarihinde başlayan ikinci Deniz Baykal döneminde; Baykal, diri unsurları, sol ideolojiyi savunanları, karşı olanları, parti tüzük ve programına sahip çıkanları ve olası Genel Başkan adaylarını partiden ihraç etti. Ya da istifaya zorladı. Arkasından; CHP'de “Alevi ve Kürt” sorununa sahip çıkanlar partiden atıldı!..” diyerek, parti içi “büyük zafer” kazanıldığı kamuya açıklanmıştı. Daha önce de Ahmet Gülyüz Ketenci İstanbul il başkanı olduğunda, “İlk kez bir Türk ve Sünni başkanımız oldu!” denmiş, “ayırımcı anlayış” tescil edilmişti. Sonraki süreçte partinin önemli yerlerine, “sağ anlayışı, Kürt ve Alevilere karşı duruşu” ile tanınmış eski MHP’liler başta olmak üzere, bu anlayıştaki kadrolar dolduruldu.’ (Birgün, 17 Kasım 2009; https://www.birgun.net/makale/baykal-ve-celiski-10447 adresinden erişiliyor.) İlk yıllarda Kılıçdaroğlu’na da aynı eleştirileri getirdim: sosyal demokrasiden söz bile edilmiyordu. Kılıçdaroğlu partinin yönetim kadrolarını ve tabanını dönüştürmekle meşguldü ve zaman içinde özellikle Alevi ve Kürt çevreler partide kendilerine yer buldular. O doku bugün de aynen parti bünyesini meydana getiriyor. İlginç olanı bu dönemler içinde ideolojik açıdan tek bir söz edilmemesidir. Hükumet politikalarına Amerikalıların tabiriyle politicking politics yani gündelik siyaset bağlamında, taktik savaşlarıyla ‘cevap’ veriliyordu ve tabii, verilemiyordu. CHP’nin büyük hezimeti (2023 seçimleri yaşansın yaşanmasın) budur. Buna mukabil, CHP’nin bürokratik geçmişini anımsatan ve onu kendisine mahkûm eden semboller ve ikonografi sessizleştirilmişti. Atatürk elbette unutulmuyordu, kurucu liderdi ama Atatürkçülük veya Altı Ok artık CHP’nin öncelikli meselesi değildi. 2017 yılında gerçekleşen Adalet Yürüyüşü bu hamleyi bir adım öteye taşımasına taşıdı ve CHP’ye önemli bir kımıltı getirdi. Ama toplumun dinamik unsurları devrede olmadığı, ideoloji üretmediği, siyasete sınıf temelinde bakılmadığı için CHP o hamleyi daha ileri götüremedi, taşıyıcı toplum unsurlarından mahrumdu. Söz konusu hayati yetersizliğe tüzük problemleri eklenebilir, parti içi demokrasi kısıtlamaları eklenebilir, dar kadrocu yönetim anlayışı eklenebilir ama hepsi aynı şeydir: bir parti dinamik unsurlardan yoksun bırakılınca kapalı sistem sosyolojisi üretir, kendisine tutsak olur, kendi kendisini zehirler ve tükenir. CHP şimdi o tükenişi yaşıyor. Yaşlı ve tükenmiş bir kişinin zaman zaman geçmişindeki sıfatlarını anımsayıp yüksek sesle söylemesi gibi CHP de arada bir ‘solda’ olduğunu söylüyor ama inandırıcı olamayan bu ifadelere kendisi de kulak asmıyor. Yine de siyasetin kendisine has dinamizmi son seçimlerde CHP’yi yeni bir arayışa itti: toplumdaki dinamik unsurlardan mahrum olduğunu idrak edince CHP o boşluğu Erdoğan karşıtlığında kristalize eden muhalefet odaklarıyla doldurmaya çalıştı, 6’lı Masa’yı kurdu. Hazin bir girişimdi, hüzünle sonuçlandı. O partilerin Erdoğan karşıtlığı, Türkiye’nin hayati derecede ihtiyaç duyduğu demokratik, insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğünü benimsemiş, yargı ve yürütme ilişkisini koparmış bir siyasete müdahaleden çok birbirinden farklı saiklere dayanıyordu. İYİP ise tamamen ilgisiz ve içine dönük bir gündeme sahipti, o gündemin unsurları onu sürekli bir huzursuzluk kaynağına dönüştürdü. 3 Temmuz’da zaman aşımına uğradığı için ayrıca içimizi acıtan Sivas Katliamında Belediye Başkanı olan zat CHP çevrelerinde ‘siyaset bilgesi’ kabul edildi. Öncesinde de bir Ekmelettin İhsanoğlu vakası var. Yetmedi, ikinci turda CHP olmadık bir milliyetçiliğe, kötü milliyetçiliğe (nasty nationalism) soyundu. Kürtlerle irtibat kurmaktan kaçınabildiği kadar kaçındı. 
Siyasal partilerin dönüşümü görülmedik bir tutum değildir ama diğer partilerde bizdeki, bilhassa CHP’deki kadar ciddi bir sorun olarak pek belirmez. CHP’de bu sorunun bunca önem kazanmasının iki önemli nedeni var. Birincisi, CHP’nin geleneğinden türeyen ‘kurucu’ parti refleksidir.
V Anımsarken ve yazarken dahi insanı yoran bu tarih ve biçimlendirdiği parti şimdi değişmek, değişmek ve siyaset yapmak istiyor. Nasıl olacak? ben meselesi dönüşmek bağlamında ele alayım. Fazla uzatmadan cevaplayayım. Siyasal dönüşüm temel bir kavramdır. Bir tek partiyle ilişkilendirilemez. Toplumdaki genel siyasal yapının farklılaşmasını gözetir. Daha geniş bir ölçekte ele alındığında siyasal dönüşüm geleneksel yapıdan modern siyasal yapıya geçişi, siyasal partilerin serbestçe kurulmasını, depolitiazsyonun azaltılmasını, toplumsal politik katılımın ve bilincin yükseltilmesini, rejimin meşruiyetini ve onu sağlayacak güçlü bir yurttaşlık bilincinin hakimiyetini, aracı (intermediary) kurumların yani sivil toplum örgütlerinin serbestçe vücut bulmasını ve varlıklarını özgürce sürdürmesini, sendika gibi büyük örgütler aracılığıyla çoğulcu politikaların uygulanmasını, yerel demokrasilerin işlev kazanmasını, merkezi otoritenin güçler ayrılığı ilkesiyle zayıflamasını öngörür ve içerir. Bu kavram, siyasal dönüşüm kavramı, ölçülen bir kavramdır. O ölçümü yapan en önemli kurumlardan biri Bertelsmann Transformation Index’dir. Siyasal dönüşümü beş maddeyle ölçüyor: devlet kurumlarının etkin işlemesi (stateness), siyasal katılım, hukukun üstünlüğü, demokratik kurumların kararlılığı/kalıcılığı (stability), demokratik ve toplumsal bütünleşme. Bu ölçüm ülkeler için. Dileyen buradaki kavramları partilere uyarlayabilir ve dönüşümün teknik yanını saptayabilir. Mesela bir partide toplumsal katılım var mı, parti mekanizmalar etkin işliyor mu, parti içi hukuk güçlü ve geçerli midir gibi. Niceliksel veya sayısal siyaset bilimi ölçmeye dayandığı için bu tür uygulamalarda daha niteliksel, kalitatif, soyut kavramlara girmez. Onlar değerlendiren çalışmalar da var ama bir kenara bırakarak belirttiğimiz şu parametrelerin ışığında bir partinin dönüşümünü ‘ölçmek’ mümkün müdür sorusunu sorarsak cevabı şimdilik evet ve hayırdır. ‘Evet’tir; bir parti yönetimi kalkar yeni ilkelerini ortaya kor, eski uygulamayla mukayese edilir, bir tür dönüşüm sağlanmış olur. CHP için teknik planda böyle bir ihtiyaç var mı denirse cevap yerden göğe kadar uzanan bir evettir. Şu anda CHP tabanı en fazla tüzüğün anti-demokratik olduğundan yakınıyor ki, otuz yıllık kesitte sadece Altan Öymen-Tarhan Erdem döneminde bu konu ciddi şekilde ele alınmıştı. Son yapılan düzenlemelerle örgütlerin Genel Başkana bağlanması sorunun başını da sonunu da tarif ediyor. Şimdi gelelim soru yanıtının ‘hayır’ olduğu yere ve asıl tartışmaya. Siyasal partilerin dönüşümü görülmedik bir tutum değildir ama diğer partilerde bizdeki, bilhassa CHP’deki kadar ciddi bir sorun olarak pek belirmez. CHP’de bu sorunun bunca önem kazanmasının iki önemli nedeni var. Birincisi, CHP’nin geleneğinden türeyen ‘kurucu’ parti refleksidir. Doğrudur, modern siyaseti Türkiye’de CHP kurmuştur. Dolayısıyla CHP’nin meseleleri Türkiye’nin de meselelerine dönüşmüştür. Şimdi bir kere daha benzeri bir bilinç dışı dürtü söz konusu olmakta ve CHP farklılaşırsa bunun hemen topluma yansıyacağı, o düzeyde de bir değişmenin başlayacağı farz edilmektedir. Bir anlamda hala parti-toplum denklemi veya gidimi kurulmaktadır. Bu denklem toplum-CHP ilişkisini veya hattını dikkate almıyor. Oysa böyle bir değerlendirme doğrudan doğruya tükenişin kabulüdür. Siyasal parti lerin özü temsil kavramıdır. Siyasal parti kavramının da, ‘demokratik merkeziyetçilik’ anlayışını geliştirerek (esasta anti-demokratik) biçimlendirdiği uygulamasının da kurucusu Lenin, partinin öncülüğünü benimsiyordu ama toplumun belli bir kesiminin temsilcisi olmayan parti düşünülemez. Ancak otoriter sistemlerdeki göstermelik partiler için geçerlidir o kural. Kısacası, partiyi kuran toplumdur, daha doğrusu belli bir sınıf, çıkar grubudur (interest group). Yoksa parti entelektüel bir örgüte, Fabian Society gibi bir kulübe dönüşür.
 Belirttiğim gibi, CHP tarihinde sadece bir kere, Ecevit döneminde dönüşmüştür ve yine vurguladığım gibi toplumsal baskıların sonucunda ortaya çıkmıştır o dönüşüm. Ecevit hareketi bir elit hareketiydi. Bizzat Ecevit Türk siyasetinde İ-T üstünden gelen entelektüel-siyasetçi örneğinin son portresiydi.
VI CHP’nin ana sorunu budur. CHP tabanı şimdi bir kere daha değişim ihtiyacını dile getiriyor. Talebin gerekçesi partinin ‘dinamik unsurlar’dan kopuk olmasıdır. Peki, nasıl yapacağız, birisi çıkacak ve partiyi o unsurlarla birleştirecek mi? O kişi nasıl çıkacak? Benim dinamik unsurlar kabulümle onun kavramı uzlaşacak mı? Bu soruları böyle uzatabiliriz ama sonuç alamayız. Sonuç şudur: bugünkü talep aslında haddinden fazla seçim kaybetmiş bir parti genel başkanının makamından ayrılmamakta direnmesi karşısında, mevcut birikimin başka lider adayları tarafından kullanılması girişimidir. Haklıdırlar, haklı oldukları için de meşrudur hamleleri. Fakat o hamlenin meşruiyeti hayati gerçeği karşılamaya yetmez. Gerçek, CHP’nin aslında seçim kaybetmediği fakat son yirmi yılda yapılan seçimlerde toplumsal tercihlerinin karşılığı olan oyu almasıdır. Her seçimde yaklaşık olarak aynı oyu alması kurduğum denklemin tutarlılığının kanıtıdır. Bununla birlikte artan seçmen sayısına rağmen oy oranının sabit kalması partinin gerilediğinin işaretidir. Bütün düğüm bu gerçekte gizlidir. Şimdi ‘değişim’ için sesini yükseltenler de içinde bulunduğumuz dönemin geliştirdiği lider temelli, kişi odaklı, popülarite öncelikli modeli benimsiyor. Yanlış değil, iyi kanalize edilirse sonuç alabilir. Sol kültürde de bu tür girişimler etkili olmuştur. Yalnız yine bir denkleme dikkat etmek gerekir. Castro muazzam popülaritesi olan bir liderdi ama kaynağında ideolojik temelli başarıları vardı, aynı şey Atatürk için de geçerliydi. Öyle bir başarısı olmayan kişinin popülarite-karizma öncelikli modeller kurması ve başarılı olacağını düşünmesi hayaldir, çünkü karizma kavramını literatüre sokan Weber’in tanımı bütünüyle birinci modele tekabül eder. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz durum büyük ölçüde kişiden topluma akan yönde kurgulanıyor. CHP değişimi bu yönde mi istiyor sorusunun cevabı evettir. Ama partinin dönüşümü söz konusu ise başka parametrelere bakmak gerek. Belirttiğim gibi, CHP tarihinde sadece bir kere, Ecevit döneminde dönüşmüştür ve yine vurguladığım gibi toplumsal baskıların sonucunda ortaya çıkmıştır o dönüşüm. Ecevit hareketi bir elit hareketiydi. Bizzat Ecevit Türk siyasetinde İ-T üstünden gelen entelektüel-siyasetçi örneğinin son portresiydi. Türk siyasal modernleşmesi tamamen bu tipolojiyle başarılmıştır. Bugün CHP’de böyle bir portre bulunmuyor. CHP entelektüel birikimden kopmuş, aydınlara sırtını dönmüş, ideoloji ve politika üretmekten tamamen uzaklaşmış iki kutuplu bir partidir. Kutupların birini parti tabanını ve örgütünü oluşturan kesimler meydana getiriyor ki, tanımladım; büyük ölçüde genel başkanın tüzük aracılığıyla pekiştirdiği kadrolar, özünde doğru, çünkü Kürtleri ve Alevileri kapsıyor ama uygulamada yanlış, çünkü pasifize olmuş kadrolarıdır bunlar. İkinci kutbu Beyaz Türkler diye özetleyebileceğimiz sosyolojiler oluşturuyor: kentli, yüksek gelir diliminde, iyi eğitimli, Batıcı bu kesim geleneksel olarak CHP’ye oy veren çevreleri meydana getiriyor. Bu realite SHP döneminden beri değişmeyen en somut olgudur ve dönemin TÜSES araştırmalarında gerçek tüm bulgularıyla gösterilmiştir. Bu kesim büyük ölçüde ulusalcı tezleri savunmakta, CHP’nin bugünkü konumuyla zıtlaşmakta, yine de partiye oy vermektedir. Sınırlarını belirlediğim çerçeve CHP’nin tek, tekil gerçeğidir ve çok somuttur. İkinci bir CHP tanımını yapmak bugün için olanaksızdır. Şimdi son olarak değişimin dinamiklerine değineyim.
21.Yüzyılın sol değerlerini veya sol değerlerin 21. Yüzyılda ifade ettiği anlamı ‘keşfedip’ CHP’nin ideolojik dönüşümünü sağlaması gerekir. O ideolojinin yönü soldur. Solun bugünün Türkiye’sinde yeri de parametreleri de bellidir.
VII Birincisi, şahıs kültü, imajı, popülaritesi üstünden bir dönüşüm sağlanamaz. Türkiye’nin bugünkü sorunları ve toplumsal yapısı onu aşmıştır. Doğrudur, Erdoğan ve çevresi söz konusu doğrultuda ilerlemekte ve tamı tamına şahıs kültünü içeren bir siyasal davranışla hareket etmektedir. CHP farklıdır. CHP, bünyesine tam olarak alamasa bile, tam bir özdeşleşme sağlayamasa da Kürtlerin, Alevileri, LGBTQ’nun, kadınların, gençlerin, dar gelirlilerin temsilcisi olmaya yakın, yatkın parti olabilir. Bu grupların Türkiye’deki temsili demokratik kapasitenin genişletilmesi anlamına gelir, çünkü onların haklarını savunmak doğrudan doğruya demokrasinin genişlemesiyle mümkündür. Bugünün Türkiye’sinde sol siyasetin mevcudiyetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Demokratik olmayan bir solun daha fazla yaşamasına olanak bulunmadığına göre bugünkü dünyada, solun getireceği tüm talepler daha geniş, zengin, kapsamlı bir demokrasi anlayışına ve uygulamasına denk gelir. Türkiye ise keskin, sert, radikal sınıf çatışmaları üstünden gelişecek bir demokrasiye değil, demokrasi üstünden gelişecek sınıfsal taleplere yatkın bir siyasal ortama sahiptir. CHP dönüşümünün ilk koşulu budur. İkinci koşul tam da birinci koşulun bittiği yerde başlıyor: ideolojik dönüşüm. Yenilik ve yenileşme kavramını CHP son otuz yılda zaman zaman ısıtır. Bir dönemde Baykal ‘yenileşme nedir, bugün yeni olan yarın eskir’ diyordu, sonra kendisi yenilik adına o mahut Anadolu Solu ucubesini icat etti. Ama yenileşmenin ana motifi, unsuru daima, şaşmaz bir şekilde ideolojik yenileşmedir ve ona da bugünkü Türkiye’de ihtiyaç var. Büyük bir ihtiyaç var. İhtiyacın giderilmesi için zaruri olan ideolojik dönüşüm sadece CHP’nin daha sol bir kültür geliştirmesiyle olur. Önermem sübjektif bir tercih değil, somut, dayanakları olan bir hipotezdir. Nedeni basit. CHP kendisini 2010 sonrasında yine büyük hatalar yapsa da (örneğin milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması) militer ve bürokratik elitin partisi olmaktan nispeten uzaklaştı. Beyaz Türklerin verdiği oy ise partinin öncelikli tercihi değil. Alevilerin CHP’yle dayanışması öncelikle o çevrenin hayati ihtiyacıdır. Geriye iki büyük kesim kalıyor. Tüm sekterliğine rağmen kimlik politikaları bağlamında Kürtler CHP için hayatidir. Ama bir de emekçi çevreler var. Asıl düğüm noktası emekçilerdir. Yani, Türkiye’de, tıpkı 1965’ten başlayarak Ecevit’in ‘AP’nin tabanına sıkışmış’ diye tarif ettiği emekçi kesimler. Bugün onları sadece ‘emekçi’ diye nitelendirmek de olanaksız. 2002 öncesinden, çok öncesinden başlayarak bu çevreyi yeni sosyolojiler diye tanımladım. O kesim sayısız nedenden ötürü AKP’yle bütünleşti. Ekonomik temelli nedenlerin dışında hatta onları da içerecek biçimde AKP bir yandan insanlara yoksulluklarını unutturan sosyal ağlar inşa ederken öte yandan onların politik olarak mevcut olacakları kamu alanını genişletiyordu. Bu yüzden mesela kadınların o partiye teveccühü sabittir. Şimdi o kesimin zor da olsa sınıfsal gerçeğinin anlatılmasından hatta belletilmesinden başlayarak CHP’ye kazandırılması gerekir. Bunun yolu da CHP’nin sol bir söylemle kamu alanını genişletmesi politik alanı güçlendirmesidir. Böyle bir hareketin ne kadar hayati olursa olsun laikçilik, Batıcılık gibi kültürel ve CHP’nin konvansiyonel değerleri üstünden sonuçlandırılması olanaksızdır. Kavramlar ne kertede önemli olursa olsun o çevrelerle bu kültürel önermeler arasında ciddi uzaklıklar var. CHP’nin bir misyonu o mesafeyi kapatmaktır ama öncelikli iş olarak değil, ancak sol temelli sınıfsal bir hareket başlatarak ve bu kavramları o girişime eklemleyerek sonuç alınabilir. CHP’nin değişim derken yaşadığı temel çelişki budur, tercüme bir tabirle söylersem arabayı atların önüne bağlamak. Kısacası, 21. Yüzyılın sol değerlerini veya sol değerlerin 21. Yüzyılda ifade ettiği anlamı ‘keşfedip’ CHP’nin ideolojik dönüşümünü sağlaması gerekir. O ideolojinin yönü soldur. Solun bugünün Türkiye’sinde yeri de parametreleri de bellidir. CHP ancak mevcut sol siyasetle, Alevi ve Kürtlerle öncelikli ittifaklar kurarak ilerleyebilir. Bu da geriye dönüşlü (retrospektif) değil geleceğe gidimli (prospective) bir yönelim demektir. Ya olur ya olmaz...