Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayan Taşkın, 2002 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent olarak göreve başladı. 2015 yılında profesör oldu. 7 Şubat 2017’de Barış Bildirisine imza attığı gerekçesiyle üniversiteden ihraç edildi. Taşkın, 2011 yılında İstanbul CHP İl Örgütü’nün AR-GE biriminde gönüllü olarak çalışmaya başladı. 2018 yılında yapılan 36. Olağan İl Kongresi’nde İstanbul delegesi seçildi. Aynı yıl yapılan 36. CHP Olağan Kurultayı’nda Bilim Yönetim Kültür Platformu’ndan Parti Meclisi’ne seçildi. 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde İstanbul I. Bölge’den milletvekili adayı gösterildi. Parti Okulu’nda, Türkiye’de ve dünyada Sosyal Demokrasi konularında dersler veren Taşkın, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sürecinde İstanbul İl Başkanı’na bağlı Yerel Seçim Masası’nda görev yaptı. 37. CHP Olağan Kurultayı’nda (25-26 Temmuz 2020) Bilim Yönetim Kültür Platformu’ndan Parti Meclisi’ne ikinci defa seçildi. Yüksel Taşkın, CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Taşkın’ın çalışma alanları arasında olan Türkiye siyaseti; Türkiye’de Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve siyasal İslam; Demokratikleşme sorunları; Ortadoğu’da toplum ve siyaset; gençlik ve siyaset konularında kitap ve makaleleri yayınlandı.
CHP nasıl bir strateji önermeli?
Yüksel Taşkın
CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin 11. Maddesi’ne ruhunu veren Aile Destekleri Sigortası (ADS) ile hak temelli, kapsayıcı bir sosyal devleti ve sosyal yardım sistemini hayata geçireceğiz. ADS’nin içeriğini Covid-19 sonrasının dünyasına göre yeniden güncellerken, mevcut yaklaşım ve tartışmalardan da ilham alıyoruz. Buna Temel Vatandaşlık Geliri tartışmaları da dahil.
ADS’yi açmadan önce birkaç alanda yapılacak tamamlayıcı reformların yoksul sayısının azaltılmasına ciddi katkı vereceği gerçeğinin altını çizmemiz gerek: Bunlardan birisi elbette istihdam yaratacak şekilde üretimin arttırılması ve çalışma alanında örgütlü hak arayışının güçlendirilmesiyle mevcut ücretlerin artmasının yolunun açılmasıdır. Aksi takdirde milyonlarca kayıtlı ve kayıt dışı çalışanın asgari ücret etrafında kümelendiği, asgari ve ortalama ücret arasındaki makasın kapandığı bir Türkiye kaderimiz olacak.
Üretimin artması bölüşüm politikalarıyla desteklenmedikçe tek başına yeterli değildir. Vergi dilimlerinin yeniden belirlendiği, kayıt dışının ortadan kaldırıldığı ve daha da önemlisi ülkemizi dolaylı vergi cenneti olmaktan çıkarılabilecek bir vergi reformu, yoksulluk sınırı altında kalanların sayısını azaltacaktır.
Ayrıca bir emeklilik reformu yapılması şarttır. Bu alanda sadece “eşit işe eşit ücret” anlayışıyla uyumlandırma çalışmaları yapılması yeterli olmayacaktır. En düşük emekli maaşının asgari ücretle sabitlenebildiği bir reformdan bahsediyoruz. Ancak bu reformlar paralel olarak hayata geçirilebilirse ADS ile amaçladığımız hedeflere ulaşılabilir…
ADS’ye göre yoksulluk sınırının altında kalan ailelere, bu sınıra uzaklıklarına göre bir gelir desteği sunulacak. Elbette bu yapının mevcut yardımları ortadan kaldırmayacağı, daha etkili, basit, keyfilikten uzak ve kalıcı bir sistemi getireceğini sahada anlatmak son derece önemlidir. ADS’nin kapsadığı gelir desteği ve diğer destekler, ailelerin yapıları da dikkate alınarak dinamik biçimde belirlenecek. Ailede engelli, kadın, çocuk, yaşlı, genç gibi kategorilerin varlığına göre, belirli katsayılarla ek destekler sunulabilecek. Gelir destekleri kendilerine verilecek kartlara yatırılacak.
AKP’nin yardım anlayışı “muhtaçlık dairesine mahkûm yoksullar” üzerine bina edilmiştir. Biz ise bu mahkumiyeti kırmayı amaçlıyoruz. Bu da sistem değişikliği önermektir ADS’nin en önemli önceliği yoksulluktan çıkışı esas alması olacak. Yoksulluk sınırı altındaki aileleri ve bireyleri, yoksulluktan çıkarmayı planlamayan her sistem kısır döngüye mahkumdur ve sadece yama olarak kalır. Bu nedenle ADS’yi “sistem mezuniyeti” yaklaşımıyla, yani yoksulluktan çıkarmak üzere yapılandıracağız.
Burada temel sorun, istihdamda öncelikli kategoriler tanımlayarak pozitif ayrımcılıkla yol alabilmekte. Kimler öncelikli olmalı? Elbette gençler ve kadınlar ve ailedeki işsizler. ADS’nin en önemli iddialarından birisi “Her eve bir sigortalı!” olacak. Yoksulluk sınırının altında olan bir ailedeki genci istihdama katmak aslında birey olarak hayata katılmasını da mümkün kılacak. Ailesine bağımlı olmasının da önüne geçilmiş olunacak.
Yoksulluk sınırının altında kalanların istihdama kazandırılmaları göründüğünden çok daha zorlu bir süreç. Nesnelliği, hakkaniyeti ve mevcut siyasetin hemşericilik ve nepotizm gibi özelliklerine boyun eğmemeyi gerektiriyor. Bu mekanizmalar “tünelin sonunda ışık olduğu” algısı yaratsa da en fazla zararı yoksullara veriyor.
CHP’li yerel yönetimler AKP’nin oyun alanını daralttı:
ADS’nin etkin işleyebilmesinin önemli bir ayağı da yerel yönetimlerin yardım politikalarının bu sistemle entegrasyonu. Böyle bir entegrasyon ihtiyacı, yerel yönetimlerin hareket alanını budamak gibi kısır siyasi amaçlarla yürütülmemeli. Yardımlar siyasi rekabet kaygısıyla yapıldığında aşmaya çalıştığımız bağımlılık ve muhtaçlık ilişkisi ve kaynak israfı sona erdirilemez. Öte yandan yerel yönetimlerin de yardım politikalarını sistem mezuniyeti mantığıyla yürütmelerinde büyük yarar var. Sözgelimi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tam da bu yaklaşımla hareket ediyor.
Yerel yönetimlerin istihdam politikalarını da bu anlayışla oluşturmalarında büyük yarar var. Yerel yönetimler sadece kendi istihdamları için değil, İstihdam Ofisleri gibi uygulamalar üzerinden dolaylı olarak teşvik ettikleri istihdam alanlarında da sistem mezuniyeti anlayışını rehber edinmeliler.
Yine bir örnek vermek gerekirse, eğer yerel yönetim sınırları içerisinde belirgin sayıda Roman yurttaş yaşıyorsa, en somut destek, onların da istihdam alanına dahil edilmeleridir. Roman ailelerinin istihdam süreçlerine dahil edilmeleri ve özellikle çocuklarının eğitimlerine alan açılması dışındaki desteklerin çoğu, onları aynı döngüsel hayat çemberine mahkûm edecektir. Yukarıda AKP’nin kırılgan grupları hedefleyen bir seçim stratejisini tekrar devreye sokacağını vurgulamıştık. İktidarın “sadakatlerini en kolay devşireceğini” düşündüğü grupların başında Romanların geldiğini de anımsatalım. Romanların ve genel olarak yoksulların bu “sıfır toplamlı oyunun” net kaybedenleri olduklarını, alternatifleriyle birlikte sahada anlatabilmekten başka yol yok.
CHP’nin özellikle 11 Büyükşehir belediyesini kazanmasının AKP’de “tapulu arazime gecekondu yaptırmam” refleksine ve ciddi bir endişeye yol açtığı herkesin malumu. Özellikle Covid-19 pandemisi sürecinde CHP’li belediyelerin kırılgan grupları yalnız bırakmaması, AKP açısından sıkıntılı bir durum yaratmıştır. Pandemi sürecinde CHP belediyelerinin 11 milyon kişiye yardım ettikleri hesaplanmaktadır. Sadece İstanbul’da yardım edilen hane sayısı 1 milyon 200 bini bulmuştur ki bu da 4 milyon kişi, yani İstanbul nüfusunun dörtte biri eder. AKP’nin ülke kaynaklarını çarçur ettiği ve bu nedenle Sosyal Koruma Kalkanı üzerinden toplumu rahatlatmaya mecalinin olmadığı bir durumda CHP’li belediyeler oluşan boşluğu hızla doldurmuşlardır.
Bu noktada pandeminin daha da kırılganlaştırdığı kesimleri ferahlatmanın kaçınılmaz bir görev olduğunun altını çizelim. Fakat yoksullukla mücadeleyi bunun ötesine taşıma potansiyelimiz, bu süreçte net biçimde açığa çıkmıştır ki, işte iktidarı endişelendiren asıl budur.
Bunun en etkili örneklerinden birisi CHP belediyelerinin 3100 TL asgari ücretin altında kimseyi çalıştırmayacakları taahhüdüydü. Unutulmaması gereken husus, yoksulluğun eşitsizlik boyutunun emek alanıyla çok ciddi ilişkisinin olduğudur. Emekçiler ne kadar iyi gelirler elde ederlerse, işsizlik ne kadar azalırsa, elbette ADS kapsamına giren hane ve kişi sayısı da o kadar azalır.
CHP’li belediyelerin ortalamanın üstünde maaş vermeleri ve bu belediyelerde grevli, toplu sözleşmeli süreçler yaşanmasının verdiği mesaj son derece önemlidir: AKP ve CHP iki farklı Türkiye’yi temsil etmektedirler. İlki emeğin değersizleştiği, güvencesizliğin, muhtaçlığın baş tacı edildiği bir toplum. İkincisi ise örgütlü emeğin, emeğin değerini ve yaşama kalitesini yükselttiği, daha da yükseltebileceği bir Türkiye umudu. Açık söyleyelim: Bu ikisinin yan yana yaşaması çok zordur.
Hangi Türkiye’nin kazanacağına sadece siyasi partiler değil, çalışanlar, işsizler ve yoksullar karar verecek. Asıl yoksulluktan çıkış veya sistem mezuniyeti, ikinci Türkiye’de, yani emeğin değer kazandığı, daha da kazanacağı bir Türkiye’de mümkündür. Topluma bu seçenekleri sunmak yetmez, sahada anlatmak da gerek ve yaşadığımız çoklu krizler nedeniyle toplum bu mesaja her zamankinden daha açık görünmektedir.
Yerel yönetimlerin katkısı bununla da sınırlı değil. Bizim hayal ettiğimiz sosyal devlet, sosyal hizmetler ayağı çok güçlü olması gereken bir devlet. Sosyal yardımdan sadece ayni ve nakdi yardımın anlaşılması aslında büyük talihsizliktir. Sözgelimi öğrencilerimizin tümünün okullarında öğle yemeği yiyebilecekleri bir altyapı oluşturabilmek, sosyal hizmetler ayağının güçlü olduğunu gösterir. Yine aynı okullarda uzman sosyal hizmet uzmanlarından psiko-sosyal destek alabilmek de öyle. Yaşlıları “edilgen muhtaçlar” gibi görmeyen, “aktif ve kaliteli yaşlanma” için hizmetlerini seferber eden yerel yönetimler de bu ayağın güçlü olduğu örneklerdir. Engellileri eve hapsetmeyen, mahalleyle, toplumla kaynaştıran bir sosyal hizmet altyapısı da akla gelebilir. Örnekler elbette arttırılabilir. CHP’li belediyelerin sosyal hizmetler alanında çok yaratıcı işlere imza attıklarını görüyoruz.
Yine belediyelerimizin istihdamda toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde attıkları adımların da son derece önemli olduğunun farkındayız. İnsanlarımız bir otobüse veya metroya bindiklerinde kadın sürücü görünce son derece destekleyici bir tavır sergiliyorlar ve yeni Türkiye’nin pırıltılarını hissediyorlar.
Tam da bu nedenlerle yerel iktidarımızda yaptıklarımız, etkin bir sosyal devleti inşa edebileceğimiz vaadinin inandırıcılığını arttırmak bakımından yaşamsal öneme sahiptir.
Yerel yönetimlerin dokunduğu her kesimle, aynı yereldeki parti örgütünün de sistemli ve düzenli aralıklarla temas kurması son derece önemlidir. Bu temaslarda, genel iktidarımızda ADS gibi politikalarla kırılgan kesimlere sunacağımız avantajların da iyi anlatılması gerekmektedir. Aynı şekilde yerel yönetimimizin olmadığı yerlerde, mevcut yerel yönetimlerimizin icraatlarını anlatarak yerelden genel vaatlere doğru bir anlatım tarzı benimsemek yararlı olacaktır.
Daha önce vurguladığımız gibi her temas iz bırakır ve darda olanlar ve dara düşenler en yakınlarında olanlara bakarlar.
Bahsettiğimiz mücadelelerin sadece seçim endeksli görülmemesi gerekiyor. Bu anlamda bir çift sözümüz de eğitimli orta ve üst sınıflarda yaygın hayırseverlik anlayışına dair olacak: Maalesef bu kesimlerde “edilgen hayırseverlik” anlayışı çok daha makbul. Oysa sahaya inmek ve orada kalıcı olmak gerek. Özellikle eğitim alanında yapılacak çok şey var. Yoksul ve kırılgan kesimlerin çocuklarına yapılacak her türlü yatırımın toplumsal getirisi son derece yüksek olacaktır.
Gözlemlerimize göre sahaya inen eğitimli kesim, sahada çalışmaya devam ediyor ve bu faaliyetinden çok ciddi manevi tatmin de sağlıyor. Evde oturanların ülkenin geleceğine dair daha endişeli olduklarını, sahaya inenlerinse daha güçlendiklerini görüyoruz. Bu anlamda bu kesimin sahaya inmesi, Derin Yoksulluk Ağı veya Sıfır Ayrımcılık gibi yapıların kapasitelerini ve insan gücünü takviye etmek, toplumsal dayanışmayı yükseltmek ve farklı toplum kesimleri arasında yatay bağlar kurmak bakımlarından son derece pozitif sonuçlar doğuracaktır.
Yine aynı kesimin en büyük kaygılarından birisinin seçim güvenliği olduğu malum. Bu nedenlerle seçmen mobilizasyonu ve seçim güvenliği konularındaki sivil girişimlerde aktif olmaları da ciddi yük kaldıracaktır.
Bu ülkede cumhuriyetin eseri olan insan sermayesi, demokratik birikim ve kamu ahlakı, bu ülkeyi içerisine yuvarlandığı girdaptan çıkarmaya yettiği gibi yoksulluğun geriletildiği üretken ve müreffeh bir topluma erişilmesinin de teminatıdır.
* CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayan Taşkın, 2002 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent olarak göreve başladı. 2015 yılında profesör oldu. 7 Şubat 2017’de Barış Bildirisine imza attığı gerekçesiyle üniversiteden ihraç edildi. Taşkın, 2011 yılında İstanbul CHP İl Örgütü’nün AR-GE biriminde gönüllü olarak çalışmaya başladı. 2018 yılında yapılan 36. Olağan İl Kongresi’nde İstanbul delegesi seçildi. Aynı yıl yapılan 36. CHP Olağan Kurultayı’nda Bilim Yönetim Kültür Platformu’ndan Parti Meclisi’ne seçildi. 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde İstanbul I. Bölge’den milletvekili adayı gösterildi. Parti Okulu’nda, Türkiye’de ve dünyada Sosyal Demokrasi konularında dersler veren Taşkın, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sürecinde İstanbul İl Başkanı’na bağlı Yerel Seçim Masası’nda görev yaptı. 37. CHP Olağan Kurultayı’nda (25-26 Temmuz 2020) Bilim Yönetim Kültür Platformu’ndan Parti Meclisi’ne ikinci defa seçildi. Yüksel Taşkın, CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Taşkın’ın çalışma alanları arasında olan Türkiye siyaseti; Türkiye’de Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve siyasal İslam; Demokratikleşme sorunları; Ortadoğu’da toplum ve siyaset; gençlik ve siyaset konularında kitap ve makaleleri yayınlandı.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayan Taşkın, 2002 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent olarak göreve başladı. 2015 yılında profesör oldu. 7 Şubat 2017’de Barış Bildirisine imza attığı gerekçesiyle üniversiteden ihraç edildi. Taşkın, 2011 yılında İstanbul CHP İl Örgütü’nün AR-GE biriminde gönüllü olarak çalışmaya başladı. 2018 yılında yapılan 36. Olağan İl Kongresi’nde İstanbul delegesi seçildi. Aynı yıl yapılan 36. CHP Olağan Kurultayı’nda Bilim Yönetim Kültür Platformu’ndan Parti Meclisi’ne seçildi. 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde İstanbul I. Bölge’den milletvekili adayı gösterildi. Parti Okulu’nda, Türkiye’de ve dünyada Sosyal Demokrasi konularında dersler veren Taşkın, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sürecinde İstanbul İl Başkanı’na bağlı Yerel Seçim Masası’nda görev yaptı. 37. CHP Olağan Kurultayı’nda (25-26 Temmuz 2020) Bilim Yönetim Kültür Platformu’ndan Parti Meclisi’ne ikinci defa seçildi. Yüksel Taşkın, CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Taşkın’ın çalışma alanları arasında olan Türkiye siyaseti; Türkiye’de Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve siyasal İslam; Demokratikleşme sorunları; Ortadoğu’da toplum ve siyaset; gençlik ve siyaset konularında kitap ve makaleleri yayınlandı.
Yorumlar
Popüler Haberler
HGS uygulamasından kullanıcılara küfürlü mesaj gönderildi, PTT açıklama yaptı
Anadolu Sigorta'dan 'küfürlü mesaj' açıklaması: Siber saldırıya uğradık
Ehliyette yaş sınırı düşürüldü
Alişer Delek, Sözcü'den ayrıldı
Özgür Özel, Boğaziçi Üniversitesi'nde konuştu: Naci İnci, hadsizlikte birinci
HTŞ Hama'yı Şam yönetiminden aldı, Esad'dan açıklama geldi