Ortanın soluyla CHP, kendi parselindeki kendi arsasına kavuştu. CHP yeni, genç ve dinamik genel başkanı Ecevit ile iktidara yürüdü. Zira “Karaoğlan” diye anılan Ecevit mavi gömleğiyle uçurduğu beyaz güvercinlerle yeni bir hikâye yazdı.
Sizlere çok tanıdık gelecek bir hikâyem var. Biliyorsunuz, iktidar partisinin kendisini Demokrat Parti (DP) çizgisiyle özdeşleştirmesi nedeniyle, 21 yıldır süregelen Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde en çok konuşulan meselelerin başını demokrasimizin 1950’li yılları çekti. Aslında iktidar partisinin gündemi, popülizm ajandasına yakıt taşımaktan ibaretti. Ama bu yazıda siyasî iktidarın popülist söylemlerini deşmeyeceğiz tabi. Güncelde sıklıkla duymaya alıştığımız 1950’li yıllardan bakiye basmakalıp popülist naratifler üzerinden geçmişten günümüze kandil yakacağız.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), DP karşısında aldığı seçim yenilgisinden sonra bir daha iktidara gelemediğine dair yaygın bir galat-ı meşhur malumunuzdur. Milletin, CHP’ye kabaca 70 yıldır teveccüh göstermediğine, cumhuriyetin kurucu partisi yerine DP geleneğinden gelen politik çizgiye sarıldığına ilişkin kuvvetli algı, öğrenilmiş bir çaresizliğin kanıksanmasına yol açtı. Son çeyrekte CHP ve diğer muhalif unsurların belirli bir oy bandına sıkışması söz konusu öğrenilmiş çaresizliği iyice pekiştirdi.
Esasında CHP, DP’yi mağlubiyete uğratmayı başarmıştı. Hem de çeyrek asır sonra!
Kanımca DP’nin nasıl yenildiğini iyi analiz edersek, Türk demokrasisi
“yeni DP’lerle” yüzleşme sendromundan kurtulabilir.
Öncelikle CHP, 14 Mayıs 1950 tarihinde son derece demokratik olgunluk içerisinde geçen seçimlere müteakip iktidarı DP’ye devrettiğinde orantısız bir güçle burun buruna gelmişti. Zira iktidardaki DP, %55’e yakın oyuyla mecliste %80’leri aşan bir temsiliyet kazanmıştı. CHP ise %40 bandındaki oyuyla DP’nin karşısında oldukça dar bir alana sıkışmıştı. Temsildeki adaletsizliği, çoğunluğun diğer kesimler nezdinde söz sahibi olması şeklinde yorumlayan DP, CHP de dâhil bütün muhalif unsurları sindirmeye çalışıyordu.
CHP, DP karşısındaki mevzi kaybını ilkin basit bir iktidar geçişi olarak yorumlamıştı. Aslında oy oranlarına bakıldığında iktidarla muhalefet arasında dağlar kadar fark yoktu. Öyle ya halk bir sonraki seçimde, devlet idaresinde daha deneyimli olan CHP’nin kadrolarını neden iş başına getirmesin idi?
Fakat öyle olmadı. CHP’nin kendi potansiyelinin farkına varması biraz zaman alacaktı. CHP, kendisiyle yüzleştiğindeyse soğuk duş etkisiyle karşılaşmıştı.
CHP’nin, DP’ye yönelik muhalefeti, anayasal kurumlarla siyaset üretim mekaniğinin iktidar eliyle işlevsizleştirimesi söylemlerinden öteye geçemiyordu. DP’nin siyaseten meşruiyetini sorgulayan CHP, kamuoyundan beklediği dönütleri alamıyordu. Keza CHP’nin iddia ettiği gibi DP’nin demokratik çerçevenin dışına çıkması, genelde taşrada yaşayan sıradan halkı çok da ilgilendirmiyordu. CHP’nin bürokratik elit tipolojisindeki yapısı, sıkı muhalefetine rağmen taban dinamiği yoksunluğundan rüzgârı çabuk kesiliyordu. Bu durumda CHP’nin yelkenlerini güçlüce şişirebileceği bir rüzgâra ihtiyaç vardı.
Aksi takdirde CHP gemisi artık yüzemez duruma gelmek üzereydi. CHP’nin kendi içinden çatlak sesler duyulmaya başlamıştı. Tarihsel görevini tamamladığı için CHP’nin feshi yahut ıslahı kabilinden düşünceler dolaşımdaydı. DP’ye kaptırılan yönetim erki telafi edilmezse, CHP gemisi belki de kendiliğinden alabora olmaya yüz tutmuştu.
CHP’nin kurumsal hafızası tehlikenin ayırdına vararak örgüt ve basın kuruluşlarını
“Parti Okulu” gibi işletmeye başladı. Böylece CHP’ye yakın bürokratik elit tipolojisindeki aydınları yetiştirerek siyasete kazandırdı. Altan Öymen, Bülent Ecevit, Orhan Birgit, Önder Sav, Uğur Mumcu ve daha niceleri CHP’nin parti okulu kabilinden işlev gören örgüt ve gazetelerinden yetişti. Bu isimler sadece DP döneminde de değil, Türk siyasetinin izleyen on yıllarına damga vurdu. CHP’de genel başkanlık gibi üst kademelere yükselmeleri bir yana, aralarından bakanlar ve hatta başbakanlar çıktı.
Ecevit’in liderliğindeki CHP, 1950’de DP’ye kaptırdığı iktidar koltuğunu 1973’te, çeyrek asır sonra DP’nin mirasçılarından geri aldı. Arkasından gelen 1977 seçimlerinde, demokratik sol söylemlerle CHP gemisi yelkenlerine daha da rüzgâr doldurarak oylarını arttırdı.
Tabii CHP’nin o dönemde henüz oldukça genç kadrosunun yetişmesine daha vardı. Parti okulunun meyveleri ancak 1950’lerin sonlarına doğru toplanacaktı. O zamana dek CHP, DP karşısında tutunabilmenin yolunu DP gibi olmakta bulmuştu. Madem DP halkın teveccühüne mazhar oluyordu, o halde CHP de aynı yol haritasını izlerse halkın teveccühünü kazanabilirdi.
İsmet İnönü’nün başında olduğu CHP, DP’ye benzemek için elinden geleni yaptı. Ezandan tutun da ekonomide liberalleşme eğilimlerine kadar bir dizi açılım gerçekleştirdi. Devlet merkezli düşünce sistemini talileştirdi. Tek partili rejimin
“sınıfsız kaynaşmış kütleyiz” teorisini bir kenara atıp işçi, çiftçi ve memur gibi sınıf taksimine göre politika üretmeye başladı. Tüzük tadilleriyle genel başkanın mutlak otoritesi yumuşatılarak parti içinde güç dağılımına gidildi.
Esasında CHP, DP ile mücadele ederken çok partili demokrasiye uygun bir parti olmayı öğreniyordu. Ancak CHP’nin kendisine diktiği DP gömleği seçmen nezdinde tesir yaratmamıştı. Türk siyasetinin meşhur deyimiyle CHP, DP’nin tapulu arsasına gecekondu dikmeye çalışmış fakat başaramamıştı.
CHP kendisi gibi olmalıydı, özgün olmalıydı. Gecekonduyu başkasının arsasına değil kendi arazisine inşa etmeliydi. Bunun için adına tescilli arsaya ihtiyacı vardı. Başkalarının giremediği, sadece CHP’nin parsellediği bir arsaya. O arsada yeni bir hikâye yazılması ve toplumsal kesimlerin o hikâyenin peşinden sürüklenmesi gerekiyordu.
Tam bu noktada Türkiye’nin geçirdiği demokrasi krizlerini sağaltmak iddiasıyla entelektüel bir platform ortaya çıktı. Muammer Aksoy, Bülent Ecevit, Şerif Mardin, Bahri Savcı, Turan Güneş, Mümtaz Soysal ve Coşkun Kırca gibi farklı dünya görüşündeki aydınların demokrasi müşterek zemininde buluşmasıyla Forum dergisi kuruldu. Türkiye’nin önde gelen aydınlarının demokrasi meselelerine kafa yormaya başlaması, CHP için bulunmaz fırsattı.
CHP, Forum sayesinde demokrasi ve sistem sorunlarını biraz daha açmaya başladı. DP’nin demokrasiden uzaklaşmasına paralel olarak CHP’nin Anayasa Mahkemesi, çift meclis, hâkim teminatı, üniversite özerkliği ve özgürlükler temalı önerileri artık aydınlar yordamıyla daha sağlam bir zemine oturmuştu.
Arkasından DP’nin antidemokratik gidişatına sıcak bakmayan bir kesim, iktidar partisinden ayrılarak Hürriyet Partisi’ni (HP) kurdu. Forum dergisi çevrelerinde de boy gösteren HP’liler demokrasi savunuları vesilesiyle CHP’nin başını çektiği muhalif cephede yerini aldı. CHP, DP’ye benzeyerek, DP’yi alt etmeye çalışırken kendisine yeni bir müttefik bulmuştu. CHP, kendi arazisinde siyaseten bir şeyler ekip dikerken DP’den bakiye bir damarı yanına komşu almıştı. Bu sayede CHP,
“terlediği” anlarda yüzüne soğuk su serpen bir silah arkadaşı edindi.
CHP’nin giderek liberalleşen söylemleri gündemdeki yerini korudu. Sosyal haklar, sosyal adalet ve ekonomik büyümenin tabana yayılması gibi vaatler verildi topluma. Ancak CHP her ne kadar DP uzantısı siyasî hareketten ve Forum dergisinden güç devşirse de kendisinin parsellediği arsayı tam belirginleştiremediğinden kayda değer bir ilerleme sağlayamadı. Çünkü CHP hâlen kendisi gibi değildi, liberallik ve düşünce özgürlüğü bağlamında daha önceden DP tarafından parsellenen sahada top koşturmaya çalışıyordu.
CHP hem mutlak surette özgün bir kimliğe kavuşamadığından, hem de bagajındaki bazı unsurlardan kurtulamadığından, DP’yi devirmeyi başaramadı. 1961, 1965 ve 1969 yıllarındaki genel seçimlerde de DP’nin devamı niteliğindeki partilere yenildi. Yani aslında CHP, DP döneminden sonra da DP’ye karşı mağlubiyete uğramayı sürdürdü.
Ama bu süreçte CHP’nin parti okulundan yetişen beşeri sermayesi boş durmadı. CHP’nin gazeteleriyle örgütlerinden yetişen Bülent Ecevit, Kemal Tahir tipi solculukla Turan Güneş demokratlığını aynı potada eriterek ortanın solunda birleştirdi. Esasında CHP’nin, 1950’lerden beri gelen tezlerini Ecevit, ortanın soluyla somutlaştırmıştı. Ortanın soluyla CHP, kendi parselindeki kendi arsasına kavuştu. CHP yeni, genç ve dinamik genel başkanı Ecevit ile iktidara yürüdü. Zira
“Karaoğlan” diye anılan Ecevit mavi gömleğiyle uçurduğu beyaz güvercinlerle yeni bir hikâye yazdı.
CHP, Ecevit liderliğinde ortanın solu türküsünü söylerken başka partilere benzemeye çalışmadı. Toplumun derdiyle dertlenirken, sorunlara çözüm bulurken kendisi oldu. Bütün kesimlere mavi boncuk dağıtmaya kalkmadı.
Ecevit’in hikâyesinin, ortanın soluyla CHP’nin özüne mündemiç dinamiklere oturtulması, 1973 yılında düzenlenen seçimlerde kendisini hissettirdi. Ecevit’in liderliğindeki CHP, 1950’de DP’ye kaptırdığı iktidar koltuğunu 1973’te, çeyrek asır sonra DP’nin mirasçılarından geri aldı. Arkasından gelen 1977 seçimlerinde, demokratik sol söylemlerle CHP gemisi yelkenlerine daha da rüzgâr doldurarak oylarını arttırdı.
CHP, Ecevit liderliğinde ortanın solu türküsünü söylerken başka partilere benzemeye çalışmadı. Toplumun derdiyle dertlenirken, sorunlara çözüm bulurken kendisi oldu. Bütün kesimlere mavi boncuk dağıtmaya kalkmadı. Geniş tabanlı bir ittifak zemini kurup toplumun farklı kesimlerinden gelecek oy potansiyelini başka menfezlere doldurmayı seçmedi. Türk halkının %40’tan fazlası mührü altı oklu logonun altına bastı. Muhafazakârından sekülerine, liberalinden solun farklı renklerine kadar Türk halkı, çıkış yolu olarak CHP’yi gördü. CHP’yi karşı mahalle veya mahallelere götürmek yerine karşı mahalleyi saflarına çekti.
CHP, kendisi gibi olmak yerine her kesime mavi boncuk dağıtmaya devam ettiği müddetçe bazı kesimlerin memnuniyetsizliğiyle karşılaşarak marizlenmeye devam edecektir. Buna mukabil parti örgütlerini kızağa çekerek genel merkezin üst katlarının otoritesini betonlaştırmak, CHP’nin tarihsel siyaset üretim mekaniğini elinden alıyor. Kemalist bürokratik elit tipolojisindeki CHP’nin beşeri sermayesinin
“endişeli muhafazakârların” ağzına bir parmak bal çalmak uğruna tasfiyesi, parti içi demokrasinin geldiği noktayı enikonu gösteriyor.
Türk demokrasisinde CHP gemisi yüzmek istiyorsa yeniden 1950’li yılların koşulları geçerlidir. Örgütün güçlendirilmesi, beşeri sermayeye kulak kabartılması ve başkasının tapulu arazisine gecekondu yapmak yerine CHP’nin kendisine tapulu bir arsayı parselleyerek hikâye yazması elzemdir. CHP’nin kurumsal hafızası öğrenilmiş çaresizlikleri aşmada mahirdir.
CHP, demokratlara kaptırdığı koltuğu çekip almasını bilmişti.
DP çeyrek asır sonra yenilmişti, gene yenilebilir!