Ertelenemez ve ötelenmez bir değişim süreci içindeyiz. CHP ya buna öncülük eder; ya da siyasal ve toplumsal muhalefet milliyetçi ve muhafazakâr parantezde geri dönüşü olmayan bir bunalım içinde bütün iddialarından vazgeçer.Bu çerçevede; Cumhuriyet Halk Partisi’nin mevcut kadrosu toplumun beklentisi karşılayacak niteliklere sahip değildir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ideolojik ve politik hattı son derece belirsiz bir çerçeve içinde, ikinci yüzyılı dönüştürecek; yeni bir toplumsal, siyasal konsensüs sağlayacak netlikten uzaktır. Parti örgütü, kurumları ve kuralları işlevsizleştirilmiştir. Partiye onlarca yıl emek veren ve toplumda karşılığı olanların değil; genel merkeze siyaseti sıkıştıran kadroların belirleyici olduğu bu sürecin sonunda parti kimliği tartışmalı, nitelik sorunu açık, kariyerist bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Belediye başkanlarının ekonomik gücünü kullanarak adeta kendi temsilcilerini belirledikleri bu süreç vasıfsızlaşmayı daha da derinleştirmiştir. CHP’nin mevcut sorunları salt bir seçim yenilgisinin sonucunda ortaya çıkmış sorunlar değildir. Çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra neden istenilen başarı elde edilememiş olduğuna dair hiçbir dönem kapsamlı bir analiz yapılmamış ve devrimci bir yenilik sağlanamamıştır. Bu nedenle var olan bütün olumsuzlukları Sayın Kılıçdaroğlu’na yüklemek haksızlık olur. Ancak 13 yıllık süreçte Sayın Kılıçdaroğlu önemli adımlar atmış olsa da bunları sürekli hale getirmemiştir. Bugün artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve toplumu ağır krizler, çözümsüz sorunlar, dağılmış geniş kitleler, ayrışmış kimliklerle bir yol ayrımındadır. Dolayısıyla CHP’ye yeniden büyük bir devrim, değişim, dönüşüm yapma misyonu yüklenmiştir. Bu noktadan sonra CHP’nin Sayın Kılıçdaroğlu ile devam etmesi mümkün değildir. Mevcut yönetim kademesinin siyasetten çekilmesi, yeni bir politik hattın belirlenmesi, genç ve topluma güven verecek kadroların yeni bir coşkuyla partiyi omuzlaması gerekmektedir. Delege hesabıyla gidilecek bir kurultay, ülkenin ve partinin sonu olacaktır. Ertelenemez ve ötelenmez bir değişim süreci içindeyiz. CHP ya buna öncülük eder; ya da siyasal ve toplumsal muhalefet milliyetçi ve muhafazakâr parantezde geri dönüşü olmayan bir bunalım içinde bütün iddialarından vazgeçer. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu’na düşen tarihi sorumluluk “gemiyi limana ulaştırmak” ve onun demir almasını sağlamak değil, geminin yeni bir kaptan, yeni bir rota, yeni bir hedefe yönelmesini sağlayacak zemini yaratmasıdır. Sağdan transferlerle, toplumun sağcı olduğu ön kabülüyle ve buna dönük çok partili hayata geçtikten sonra verilen tavizlerle ortaya çıkan siyasal ve sosyolojik sonuç ortadadır. Bundan vazgeçerek her alanda çok ciddi bir iddianın ortaya konulması gerekmektedir. Bir ülkenin, bir halkın gelecek hayalleri kişisel hesaplara, parti içi güç odaklanmalarına terk edilemez. Bu hesapları yapanlar bunun altında kalır. Herkesin, her bir bireyin cumhuriyetin kendisi olacağı bir yüzyılda Cumhuriyet Halk Partisi daha fazla cumhuriyet, daha fazla demokrasi, daha fazla değişim demek zorundadır. Şimdi herkesin kendisini aştığı, biçilen bütün rolleri alt üst edeceği bir noktadayız. Kaçınılmaz sorumluluğu üstenecek, sürdürecek irade mevcuttur, akacağı yatağı bilmektedir.
CHP, Değişim ve Yeni Dönem üzerine notlar…
Sayın Kılıçdaroğlu’na düşen tarihi sorumluluk “gemiyi limana ulaştırmak” ve onun demir almasını sağlamak değil, geminin yeni bir kaptan, yeni bir rota, yeni bir hedefe yönelmesini sağlayacak zemini yaratmasıdır.
Tarih Cumhuriyet Halk Partisi’nin önüne büyük bir değişim sorumluluğu yüklemiştir. Ancak sorun bunu anlayacak ve gerçekleştirecek kadroların yokluğudur.
CHP salt seçim başarılarına odaklanacak bir parti değildir. Kurucu misyonu ve sorumluluğu bunun çok ötesindedir. Elbette ki, iktidar zorunlu bir aşamadır; ama asıl öncelikli olan iktidarın ne amaçla istendiği ve nasıl bir modelle ülkenin yönetileceğidir.
Büyük bir devrim ve sonrasında büyük değişimleri gerçekleştirmiş olan CHP, çok partili yaşama geçtikten sonra bir türlü siyasal merkezin neresinde olacağı konusunda net ve kesin bir tavır alamamıştır.
Bu çerçevede sağ iktidarların sosyolojik inşasına, toplum ile kurduğu bağa karşın daha devletçi ve o ölçüde de statükocu bir konumlanmayla sabitlenmiş; hakkındaki algı da bu doğrultuda oluşmuştur.
Elbette bu algıyı kırmaya dönük 1970’lerde Bülent Ecevit, 2010’lardan sonra Kemal Kılıçdaroğlu ile gerçekleştirmeye çalıştığı dönüşüm istenilen sonuca ulaşmamıştır. Çünkü iki lider de; ideoloji, kadro ve örgütlenme konusunda gerekli donanımı inşa edememiş; dahası bunu salt iktidar hedefine odaklayan kısa erimli bir çerçeve içine sıkıştırmışlardır.
Tek parti döneminin uygulamaları ve onun sonucunda ortaya çıkan siyasal, toplumsal dramlar kendinden sonraki süreci şekillendirmiş; bunu aşma konusunda zaman zaman atılan bir takım adımlar sürekli hale getirilememiştir.
Bugün gelinen noktada hem tarihsel arka planındaki değişimi algılayamayan hem var olan sorunlara yönelik değişimci bir paradigma ortaya koyamayan, hem de karşısında oluşan yeni devlet ve toplum ilişkiselliğini, kaybolan “devletin göreli özerkliğini” kavramayan bir yapıyla AKP iktidarının en zor döneminde istenilen başarı elde edemeyen bir yapı ortaya çıkmıştır. Üstelik bunun nedenleri konusunda da henüz kapsamlı, doyurucu, ön açıcı bir perspektif sunulmamıştır.
Burada bakılacak oy oranı sadece Sayın Kılıçdaroğlu’nun aldığı % 48’lik oy olmamalıdır. Neden hala % 25’leri aşamayan bir partinin, bu denli yıpranmış bir iktidar karşısında 10 puan geride kaldığıdır. Üstelik belediyeler aracılığıyla neredeyse toplumun % 60’ına yakın bir kesimini yöneten partinin oy oranında büyük bir değişimin olmaması ayrıca sorgulanmalıdır.