Cezalandırmıyorsam, bu bir ödüldür

Abone Ol
Oysa ortada ne gerçek bir iyi var ne de gerçek bir ödül. Türkiye siyasetindeki bu türden seçmen söylemleri devlet, hükümet ve vatandaş arasındaki ilişkilerin geldiği travmatik boyuta işaret ediyor. Bizim de travmatize olmuş çocuklar gibi, taciz etmeyi bırakan babayı dünyanın en iyi babası addetme eğilimimiz var. İnsan, cezadan kaçar ödüle ise talip olur. Beyindeki ödül ve ceza mekanizmaları, acı ve hazla tetiklenir. Acı; bir şeye yaklaşma, isteme ya da yapma ihtimalimizi azaltırken; haz ise yönelme, isteme, yapma olasılığını arttırır. Ödül ve cezanın arttırıcı ve azaltıcı bu etkileri ile insan davranışları şekillenir. Haz kategorisini oldukça geniş ve çeşitli bir spektrum oluşturur. Sizi mutlu eden bir gülümseme, güzel sözler, başarı, huşu, cinsel doyum, beslenme… Fiziksel, psikolojik, cinsel, “mistik” bir dolu unsur “ödüllendirici” yani haz verici olabilir. Acı spektrumu için de aynı şey geçerlidir. İncinmiş ya da reddedilmiş hissetmekten, fiziksel olarak hasar görmeye, aç olmaktan, cinsel doyumsuzluğa, iğrenmekten, korkmaya… Bir dolu farklı “rahatsızlık”; cezalandırıcıdır. Ödül; hem tüketici davranışları hem de seçmen kararları açısından merkezi bir rol taşır. Bir şeyi ödül olarak sunabilmek o ürünün satın alınma ihtimalini arttıracaktır. Bir partinin ödül vaadi seçmen oylarının yönünü belirleyecektir.  Bu nedenle, ama ürününü ama partisini “pazarlayan” her kurum; söylem ve vaatleri ile ödül dağıtmak zorundadır. ÖDÜL VE CEZA Ödül dediğimiz şey iki türlüdür: Birincisi; olumlu unsurların arttığı durumlar. Örneğin; aldığınız maaşın artması, daha iyi sağlık imkanları, daha demokratik koşullar, daha iyi bir eğitim sistemi. Yani ortaya ilave bir olumluluğun dahil olması, davranışları pekiştiren ödüllendirici unsurları oluşturur. İkinci ödül türü ise “var olan bir olumsuzluğun azalması” şeklindedir. Örneğin; şiddet uygulayan bir babanın şiddeti bırakması, yapılan işkencenin azaltılması ya da mağduriyetin giderilmesi. Esasen sisteme direkt olumlu bir katkı sağlanmamış olsa da olumsuz olanın azaltılması yoluyla dolaylı bir “pozitiflik/ödül” yaratılmış olur. Böylece var olan acının, yanlışlığın, rahatsızlığın azaldığı durumlar beyin tarafından "ödül" olarak algılanır. İki türden ödüle de ihtiyaç vardır elbet. Kimi zaman maaşların arttırılması kimi zaman ise iş yerindeki zorbalığın giderilmesi iki ödül türünü de içerir. Süreç açısından ikisi de geliştirici ve lüzumludur. Ancak duyguları, kararları ya da davranışları daha çok ikinci türden ödüllerin belirliyor olmasında bazı sorunlar vardır. Ötekiler ile ilişkilerimizde, ön planda olan ödül türü, daha çok “var olan olumsuzluğun azaltılması” şeklinde ise bu durum hem ilişkisel hem de bireysel sıkıntıların varlığına işaret eder. “Olumsuzun kaldırılması”; önce negatif bir uyaranın verilmesi sonra da geri çekilmesi şeklinde tekrarlayıcı bir döngüye girdiğinde kişileri istismar eden, manipülatif ve faşist bir tabiata bürünür. Bu durumda “olumsuzun kaldırılması” gerçek bir ödül değildir. Zaten olması gereken, kişinin hakkı olan, sıradan bir durum zamanında şartların çok olumsuz olduğu bir bağlam içerisinde “ödül” haline gelmiştir. Yaratılan bu “yapay ödül” hak olanı lütuf olarak gösterir ve zalimine minnet duyan “mağdurlar” yaratmak ister. TRAVMATİK BİREYLERİN EĞİLİMİ Böylesi bir ödül sistemine doğmuş bireyler için; alışılan zulmün olmaması ekstra bir “nimet” gibi algılanabilir. Oysa matematiksel olarak ortada bir toplama işlemi yoktur. Yalnızca çıkarma işlemi yapılmamıştır. Yani artık beni dışlamayan arkadaşım bir şey lütfetmemiştir, artık beni ezmeyen patronumu övmem gerekmiyordur, artık beni darp etmeyen sevgili bir tanecik filan değildir. Sadece olması gereken olmaktadır. Travmatize olmuş ya da zorbalık ikliminde büyümüş çocuklar artık kendisini taciz etmeyen babaya “sevgi” duyabilir, şiddet uygulamaktan vazgeçen anneyi yüceltebilir, küfür etmeyi bırakan abinin bu halini ekstra yakınlık olarak yorumlayabilir. Bu türden değişimlerin “büyük ödül ya da katkılar” şeklinde yorumlanması genel olarak ruhu hasar görmüş bireylerde ve sağlıksız ilişkilerde gerçekleşir. Sağlıklı ebeveynler gibi sağlıklı yönetimler de birinci türden ödül sistemini ikinci türden ödül sistemine göre daha baskın kullanırlar. Olumsuzun ortadan kaldırılması olsa olsa dış koşullardan kaynaklanan ya da istemsiz negativitenin giderilmesine dair olacaktır.  Yani kendini geliştiren bir anne artık daha iyi öfke kontrolü yapıyorsa bu elbette sağlıklı bir ebeveyn davranışı ve iyi bir ödüldür. Ancak şiddete kasıtlı olarak başvurup sonra da azaltmak ve bunu ödül olarak sunmak ya da bunun için teşekkür beklemek ve bu suretle “iyi” ve “ödüllendirici” ebeveyn koltuğuna yerleşmeyi ummak, sağlıksız ilişkilerde görülür. SEÇMEN NEYİ TERCİH EDECEK? Bu ülkenin seçmenleri çoğu zaman ikinci türden ödüllerin motivasyonu ile sandığa yönelmişlerdir. Her kesimden bir nedenle zedelenmiş ve ötekileştirilmiş hisseden vatandaşlar,  otoriteleri, en azından daha az dışlanacağız diyerek yüceltmişlerdir. En azından daha az dolandırıyor, en azından daha az çalıyor, en azından inancımıza küfretmiyor, en azından…  diye diye yaratılmıştır “muhteşem iyiler”. Oysa ortada ne gerçek bir iyi var ne de gerçek bir ödül. Türkiye siyasetindeki bu türden seçmen söylemleri devlet, hükümet ve vatandaş arasındaki ilişkilerin geldiği travmatik boyuta işaret ediyor. Bizim de travmatize olmuş çocuklar gibi, taciz etmeyi bırakan babayı dünyanın en iyi babası addetme eğilimimiz var. Ve şimdi muhalif partiler de; “olanları telafi edeceğiz” şeklindeki sloganları ile vatandaşı aynı yerden yakalamaya çalışıyor. Kendisine neler olduğunu, nelere minnet duyacak hale geldiğini hatırlaması gereken biz travmatik “çocukların” silkelenip; “Yapacaksınız tabi bu bir lütuf değil” demesi gerekmez mi? “Telafi değil devrim yapacak, çöpleri süpürmek dışında çiçekler ekmeyi vaat edecek bir dil gerekmez mi?” Siz de bizi dövmeyeceksiniz diye teşekkür mü edelim?