İnsanın çocukluğunun denizle bütünleşmesi bir ayrıcalık. Denizin mavisi, havası, yakamozu bir başka etkiler insanı. Deniz çocukluğumuzun beşiği. Dalgalarıyla büyüttü hepimizi, kulaklarımda dalgaların ninnisi. Farkında olmadan bir yarımadaya dönüşürsün, bedenin karayla çevrelense de ruhun denizin imgelemleriyle sarınıverir üç baştan. Kumsalda gözlerim kapalı saatlerce denizin dalgasını dinlediğimi hatırlarım çocukken. Başka kıyılardan haberler taşırdı sanki. Ben de onlarla karşı kıyılara ulaşır başka hayatlara karışırdım. Hala kıyıya vurur özlemlerim, dalgalarla söyleşirim: ‘İki uzak adayız okyanusta mesaj taşır balıklar aramızda’ (*) Deniz olunca yaşamınızda Sait Faik ve Cevat Şakir’in dilinden daha iyi anlarsınız. Burgazada’nın, Bodrum’un soylu balıkçılarının oltasına takılırsınız, hep de takılıp kalmak istersiniz oltalarda. Cevat Şakir de Sait Faik gibi ‘tutunamayanlar’dandır. Karaya, karadaki geleneklere, kalıplara sığmaz, deniz paklar onu ancak. Akdeniz’e Ege’ye tutunur, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği denizi, ekmeklerini denizden kazanan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını yazar. Mitolojiden de beslenen bir yazarın kaleminden dökülüverir deniz dalga dalga kağıtlara. Yaşamında çok derin yaralar, acımasız dönemeçler olan, bir tür ‘kaçış sendromu’ gibi denize tutunan, mavi sürgünlerin, mavi yolculukların babasıdır Cevat Şakir. Cevat Şakir, Kabaağaçlızade ailesinin altı çocuğundan en büyüğü. Osmanlının ve genç Cumhuriyet döneminin aristokrat ailesidir Kabaağaçlızadeler. Osmanlı döneminde devlet işlerinde önemli görevler üstlenen ailede dede Miralay Mustafa Asım Bey, ismini de aldığı amcası Ahmet Cevat Paşa II. Abdülhamit’in sadrazamlarından, babası Girit ve Atina'da büyükelçilik ve valilik yapan Mehmet Şakir Paşa’dır. Kabaağaçlızadeler genç Cumhuriyet döneminde de aydın/sanatçı kuşağına ev sahipliği yapar. Cevat Şakir gibi kardeşleri de sanatın pek çok kolunda ülkenin önde gelen isimleri olur. Kardeşi Fahrelnisa Zeyd ressam, Aliye Berger gravür sanatçısı, yeğenleri Füreya Koral ilk Türk kadın seramikçi, Nejad Devrim ressam, Şirin Devrim ise tiyatrocudur. Girit-Atina-Büyükada Cevat Şakir 1890’da babasının Vali olduğu Girit adasında dünyaya gelir. Çocukluğu beş yaşına kadar babasının büyükelçi olarak bulunduğu Atina’da geçer. Amcası Ahmet Cevat Paşa sadrazamlıktan alınınca, baba da protesto olarak görevinden istifa edip Büyükada’ya yerleşir. İlköğrenimini de Büyükada’da tamamlar. Dolayısıyla çocukluğu Girit, Atina ve Büyükada’da denizle iç içe geçen Cevat Şakir’in mavi yolculuğu doğumuyla başlar aslında. Ergenlikle, önüne geçemediği, sonrasında ağır faturalar ödeyeceği isyankâr dönemi başlar. Bu isyankâr karakterini babasıyla yaşadığı gerginlik ve okul yaşamı derinleştirir. Orta öğrenimini Robert Koleji’nde 1907’de derece ile tamamlamasına rağmen, bu dönem Cevat Şakir için travmatiktir. Robert Koleji’ni bir tür hapishane olarak niteleyen Cevat Şakir okulun baskısını ve disiplin dayatmasını bir tür ‘kapatılmıştık korkusuna’ benzetir. Kolej yaşamının çocukluğunu psikolojik olarak olumsuz etkilediğini, ona kendi deyimiyle ‘teessürden’ başka bir şey vermediğini anlatır. Kapatılmışlık duygusundan kaçış ve açıklığa duyduğu özlem tüm yaşamını belirler aslında. ‘Göz yayılımını almalı taa sonuna kadar,’ der bir yazısında.  Bu ‘açıklık’ tutkusu denizin sonsuzluğu ile beslenir Cevat Şakir’de. Çocukluğundaki kapalılık sendromundan çıkışını sağlayan tek mekân açık denizlerdir. Robert Koleji'nin olumsuz etkilerine rağmen, Tevfik Fikret’le tanışması ona edebiyat ve kitap dünyasının kapılarını aralaması açısından bir şanstır. Sonraki roman, öykü ve denemelerinin alt yapısı hazırlanır böylece. Hatta İngilizceden tercüme olan ilk yazısı lisede İkdam Gazetesi'nde yayımlanır. Kolejli yılların huzursuzluğuna babası ile yaşadığı gerginliklerin eklenmesi yaşamında derin izler bırakır hep. Örneğin denizcilik eğitimi almak istese de aile buna izin vermez. Babasının ısrarı üzerine Oxford Üniversitesi'nde ‘yakın çağlar tarihi’ öğrenimi görür. Kendi tercihlerinde özgür olamamak ve okul-aile dayatması Cevat Şakir’de uyumsuzluğu pekiştirir. Oxford'da eğitimini tamamlayamaz, İstanbul'a döner. Ancak, babasıyla yaşadığı çatışma had safhaya ulaşır İstanbul’da. Babasından uzaklaşmak ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim öğrenimi alabilmek için Roma’ya gider. İtalyan bir model olan Agnesia Kafiera'yla evlenir. Hamile eşi ile 1912’de İstanbul'a geri döndüğünde gazete ve dergilerde yazılar yayınlamaya başlar. Kabaağaçlı Çiftliği Bu arada patlak veren Balkan Savaşları Şakir Paşa ailesini de etkiler. Selanik'te yapılan yatırımlar savaş sebebiyle batar. Ekonomik zorluklardan kaçmak adına babası Şakir Paşa, Afyon'daki Kabaağaçlı Çiftliği’ne yerleşir. Cevat Şakir de İstanbul’da maddi sıkıntı yaşamaya başlayınca Afyon'da babasının çiftliğine gider. Burada baba oğul arasındaki geçimsizlik çok daha büyük boyutlara ulaşır. Cevat Şakir’in çiftlikte yaşanan şiddetli bir tartışma sonrası babasını öldürmesi, hayatını tümüyle değiştiren, yaşamı boyunca taşıyacağı ağır yük olarak omuzlarına yüklenir. Bu cinayete ilişkin değişik rivayetler ortaya atılır. Cinayetin arka planında kayınpeder ve gelini arasındaki yasak ilişki olduğu söylense de Cevat Şakir, Azra Erhat'a yazdığı mektupta olay gecesini: ‘Gelelim fatal geceye. İnsan hayatında yolların ayrıldığı bir noktaya gelir. Bir yolda giderse şeytan olur insan, öteki yoldan giderse melek. Amma yolun sağında veya solunda gitmeği seçmek tamamen iradenizde olmayabilir. Münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etdi. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak nişan almadan ateş ettim diye anlatır. Bu konu herkesin kapatmak istediği, hatırlamak istemediği bir ‘olay’ olarak pek çok sorularla kalır ortada. Cinayet iddiasıyla yargılanarak 15 yıl kürek cezasına mahkûm edilen Cevat Şakir ‘hapishanede gece rüyamda çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya imiş diye sevinirdim, hapishanede olduğum halde’  diye yazarak çocukluğuna ilişkin derin travmasını anlatır. Yedi yıllık mahkûmiyetin ardından, hapishaneden verem hastalığı nedeniyle tahliye edilir. 1920’de hapisten çıksa da ailesi ve dostlarının baba katili diye sırtını döndüğü Cevat Şakir işgal altındaki İstanbul’da maddi sıkıntılarla bir başına kala kalır. Bu zorlu süreçte, yalnızlıkla baş edebilmek ve ruhunu arındırabilmek için çeşitli arayışları olur, dergâha sığınır mesela. Sonrasında, İtalyan eşini ve ondan doğan kızını bulmak için tekrar Avrupa'ya gider. Bir arayış içindedir, belki kendisi de bilemez ne aradığını. Sonunda İstanbul'a dönen Cevat Şakir bir evlilik daha yapar, hayatını yoluna koymaya çalışır. 1925 yılına kadar yaşamını tercümeler yaparak, yazılar yayınlayarak, renkli dergi kapakları hazırlayarak, resim ve karikatür çizerek sağlar. Zekeriya Sertel'in Resimli Ay, Resimli Hafta, Sedat Simavi'nin İnci dergilerinde çalışır. Türk basınında kapaktan, mizanpaja, görsel aktarıma ilişkin estetik yaratıcılığını kullanır ve bu alanın gelişimine katkıda bulunur. Mavi Sürgün Cevat Şakir’in Resimli Hafta Dergisi'nde 1925’te kaleme aldığı ‘Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler’ başlıklı yazısı bir başka önemli dönüm noktası olur yaşamında. İdama mahkûm edilen ‘dört asker kaçağını’ anlattığı yazısından dolayı İstiklal Mahkemesi’nde yargılanır. Şeyh Sait isyanlarının olduğu bu dönemde ‘askeri isyana teşvikten’ suçlu bulunur. Mahkeme başkanı idam talep etse de Kılıç Ali’nin önerisiyle üç sene kalebentlik cezası alarak Bodrum'a sürgün edilir. Böylece Cevat Şakir’in mavi sürgünlüğü de başlar. ‘Mavi Sürgün’ kitabında İstanbul’dan Bodrum’a uzanan zorlu yolculuğunu ve değişimini izlersiniz adım adım. Osmanlı’nın bu ıssız, uzak ve küçük beldesinde Bodrum Kalesi’nde mahpusluğu başlar. Bodrum’a geldiğinde 35 yaşındadır. Cahit Sıtkı’nın ‘yaş 35 yolun yarısı eder’ dizesindeki gibi; O da yolun yarısında ancak yolunu bulur. Yeni mekânı yeni yaşamı olur. 1879’da Bodrum’da doğan Neyzen Tevfik gibi, Cevat Şakir de Bodrum’da yeniden doğar. O artık ‘mavi yolculukların kaptanıdır’. ‘Parmak Damgası’ dizisini hatırlayan vardır, belki. Cevat Şakir bu öyküsünde ıssız, uzak bir kasabadan bir aşkı anlatır, içinde deniz olan. İstanbullu zengin bir ailenin idealist kızı, kuş uçmaz kervan geçmez bir deniz kasabasına gelir öğretmen olarak. Okuma yazma bile bilmeyen bir balıkçıya âşık olur. Aşkta her şey eşitlenir, zenginlik fakirlik; okuma yazma bilip bilmemek. Arka fonda II. Dünya Savaşı vardır, karneye bağlanan ekmek, vurgun yemiş balıkçılar. Yaşam zordur, ama el değmemiş Kaş’ın güzelliği, iç içe geçmiş adalar büyüler sizi. Mahmut’la Seniha’nın aşkı sıcak bir ekmeğin buğusu gibi içinizi ısıtır. Cevat Şakir de İstanbul’dan gelen Seniha öğretmene benzer biraz. Bu küçücük kasabaya sığınan Seniha arkasında bırakır sahte yaşamları. Cevat Şakir de arkasında bırakır tüm travmalarını, geçmişin prangalarını. Ceza olarak verilen kalebentlik, ona verilen en büyük armağan olur zamanla. Bodrum sürgünü Cevat Şakir bir süre sonra Bodrum’un antik dönemindeki mitolojik ismiyle bütünleşir, olur Halikarnas Balıkçısı. Sünger avcılarını yazan Cevat Şakir, sünger gibi belaları üstüne çekmiş bir adamdır. Uçurum kenarlarından yaşama dönmüştür birçok kez. Cevat Şakir için deniz tüm ıstıraplarının merhemidir. Yaralarına denizi, denizin tuzunu basan bir mitoloji kahramanı gibi yeni sayfalar açar yaşamında. 3 yıllık kalebentlik cezasının yarısını Bodrum’da geri kalanını İstanbul’da tamamlar. Cezası bitmesine rağmen, insanları ve doğasıyla kaynaştığı, aşkla sevdiği Bodrum'dan uzak kalamaz. Yeniden Bodrum yollarına koyulur, yaklaşık 25 yıl yaşar orada. Halikarnas BalıkçısıHalikarnas Balıkçısı’ adını mahlas olarak benimseyen Cevat Şakir eserlerinin büyük kısmını Bodrum'da yazar. Sürgüne geldiği bu kasabadan doğayı, denizi, mavi yolculuğu, balıkçıları ve bilumum insan manzaralarını denizle bütünleştirerek anlatır kitaplarında. Ayrıca çeşitli dillerden yüz kadar da kitap çevirir. Yazılarıyla Azra Erhat, Sabahattin Eyüpoğlu gibi döneminin önemli aydınlarını etkiler. Hatta bu dostlarıyla ‘Mavi Yolculuk’ları da başlatan bir kaptandır o. Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen, Anadolu insanının denize ilgisi sınırlıdır. Cevat Şakir, Sait Faik gibi yazarlar  sayesinde ancak denizlerimiz yazın hayatında yerlerini alabilir. Cevat Şakir o dönem el değmemiş, kıyıma uğramamış kıyılarımızın, denizlerimizin öykülerini bugüne bir hazine gibi özenle bırakır: Mavi Sürgün, Aganta Burina Burinata, Uluç Reis, Ötelerin Çocuğu, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri, Ege'den Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Gençlik Denizlerinde, Parmak Damgası, Dalgıçlar, Anadolu Efsaneleri, Anadolu Tanrıları, Bodrum, Anadolu'nun Sesi, Asia Minor, Hey Koca Yurt, Merhaba Anadolu, Altıncı Kıta Akdeniz, Arşipel. ‘Tohumda bir güzellik uyuyordu’ Bodrum'da yaşadığı yıllarda yazarlığın yanı sıra turist rehberliği, öğretmen, balıkçılık, bahçıvanlık da yapar. Bilgisini, görgüsünü, emeğini, zamanını Bodrum'un güzelleşmesine adar. Yurtdışından getirttiği bitki tohumlarını Bodrum'un dört bir yanına eker. Bodrum’a çok farklı türden ağaçlar dikerek yaşadığı çevrenin doğasına katkıda bulunur. Çocuklarının eğitimi için Bodrum'dan ayrılmak zorunda kaldığında teknesini, evini satar; ceplerine doldurduğu tohumlarını da Bodrum'un dört bir yanına saçtıktan sonra 1947 yılında İzmir'e yerleşir. 1973’te vefat edene kadar İzmir'de çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazsa da sık sık Bodrum'a gelir, diktiği ağaçları ziyaret eder, denizci dostları ile buluşmayı ihmal etmez. Halikarnas Balıkçısı Forumu ve Tohum Takas Derneği ‘tohumda bir güzellik uyuyordu’ teması ile Cevat Şakir’i anma etkinliği düzenler 125. doğum gününde çocuklar ile. Bu tema ne kadar çok şey anlatıyor aslında hepimiz için. ‘Mavi Sürgün’ de Cevat Şakir’in içinde uyuyan tohumların uyanmasına vesile olmadı mı? İçinde uyanan sevgiyi, enerjiyi tohumları cömertçe çevresine saçan Cevat Şakir yani Halikarnas Balıkçımız Bodrum’un denizinde, ağacında, arısında, karıncasında, çiçeğinde yaşamaya devam ediyor hala. Halikarnas Balıkçısı gitse de bu kez Bodrum onun peşinden gider, o eski günlerini yad ederek: ‘Yokuş başına geldiğinde Bodrum’u göreceksin, Sanma ki sen Geldiğin gibi gideceksin Senden öncekiler de Böyleydiler Akıllarını hep Bodrum’da Bırakıp gittilerZiyaret edeceğiniz bir ağaç dostunuz var mı? -- (*) Zeynep Dağı