Cemaatler ve ekonomi

Abone Ol
AKP’nin büyüme modeli cemaatlerin refaha daha fazla erişimine yol açmıştır. Daha da önemlisi, Mahmut Hoca’nın cenazesinde de görüldüğü gibi cemaatler, ekonomik olarak elde ettikleri önem sebebiyle siyasi olarak önem kazanmışlardır. Bir Fatihli olarak ben Mahmut Hoca demeyi tercih ederim.  Fatih’in önemli şahsiyetlerinden biriydi kendisi ve cemaati. Çarşamba ve civarının toplumsal kültürünün önemli bir parçasıydı. Bölgede nereye elinizi uzatsanız mutlaka dokundukları bir şeyler vardır. Çocukluğumdan beri bildiğim bir kişi ve cemaattir İsmail Ağa Cemaati ve Mahmut Hoca. Birçok akrabam vardı müridi olan. Ama ailem uzak durmuştu. Ben ise korkardım. Çocuk aklımla, istedikleri çok ağır gelirdi o günlerde bana. Örneğin televizyon seyretmeye yasak getirilirdi. Daha yeni ülkeye gelmiş, sadece belli günler yayın yapan ve daha ne olduğunu bile tam olarak anlamadığımız televizyonu seyretmeyi yasaklıyordu Hoca. Masada yemek yemeyi de caiz görmüyordu. Elbette refah arayışı için İstanbul’a gelmiş bir aile için televizyona sahip olmak, masada yemek yemek ve hayat tarzını “şehirleştirmek” o günlerin önemli refah göstergeleriydi. Aksi halde ne gerek vardı ki İstanbul’a gelmenin? Bu insanları ciddi bir ikilim içine sokuyordu Mahmut Hoca. Bir yandan kırsallığın hâkimiyetindeki geleneksel değerler, öte yandan kırsallığı aşıp ilerlemeye ve beraberinde o günün ekonomik koşullarında refah vaat eden yeni değerler. O günlerin Türkiye’si hızlı bir kentleşme sürecine girmiş, kırdan kente göçler hız kazanmıştı. Sanayileşmenin ihtiyaç duyduğu düşük ücretli emek talebi kırdan gelenlerin emek arzı ile kolayca karşılanabilmekteydi. Sonuç olarak İstanbul’un çeperlerinde fakir emekçilerin oluşturduğu “gettolaşmalar” başlamıştı. Ama bu gettolaşma süreci tek düze bir süreç olarak gerçekleşmedi. İki tür gettolaşma dikkat çekmekteydi o dönemde. Bunlardan biri, sanayi için ucuz emek sağlayan nüfusun oluşturduğu ve ağırlıklı olarak kentin çeperlerinde yer alan gecekondularda oluşan gettolardı. İstanbul’da bunların çoğu “Sur dışı” olarak adlandırılan bölgelerde gerçekleşmiştir. Sanayileşme ve bunun etrafında ortaya çıkan toplumsal örgütlenmeyi de bu gettolardaki hayat belirlemekteydi. Diğer bir gettolaşma ise, şehir içindeki fakir bölgelerde, kendilerinden öncekilerin boşalttıkları alanlarda, sanayiden uzak ama ticaretle, küçük esnaflıkla uğraşarak şehir hayatına entegre olmaya çalışan bir gruplar arasındaydı. Bu bakımdan Mahmut Hoca ve cemaatinin temsil ettiği grup bu ikinci grup gettolaşmanın üyeleriydi. Balat gibi, kendilerinden önce Rumların hâkim olduğu bir bölgede kök salarak, sanayi işçilerinin oluşturduğu gecekondularda olmasa bile, onlardan çok da farklı olmayan koşullara sahip binalarda gettolaşmış bir nüfustur bu. Bunların sanayi ile tek bağlantısını Cibali Sigara fabrikasında çalışanlar oluşturmaktaydı.
AKP’nin kurucu kadrolarının Refah Partisinden ayrılarak, kendilerine farklı bir yol tercih etmeleri, sadece siyasi bir kopuş değildir. Aynı zamanda sanayileşme etrafında ortaya çıkan ayrışmanın da gün yüzüne çıkması anlamına gelmektedir.
Bu iki gettodaki insanların ortak noktaları ise fakirlikleridir. Farklı yollardan da olsa, arayışları refahtı bu insanların.  Tüm farklılıklarına rağmen, her ikisi de ülkemizdeki kentleşmenin ürünüydüler temsil ettikleri değerlerle. Ülkemizdeki sanayileşmenin yavaşlaması toplumsal dengelerde bozulmayı beraberinde getirse de ticaretle bütünleşmiş kırsal ve din temalı değerlerin toplumda giderek öne çıkması çok da sürpriz olmamıştır. Bu süreç çok önceleri başlamış olsa da AKP iktidarı döneminde hız kazanmıştır. Cemaatlerin ekonomik ve siyasi olarak güçlenmesi de aynı ekonomik gelişmelere paralel olarak gerçekleşmiştir. Bu noktada, ülkemizde 1960 ve 1970’lerde yaşanan sanayileşme sürecinin etkisi altında kalmış, geleneksel ve dini değerleri bu süreç içinde yaşatmaya ve hatta hâkim kılmaya çalışan farklı bir akımı anmadan geçmek mümkün değildir. Necmettin Erbakan ve onun temsil ettiğin tarzda “sanayicilik” bu konuda önemli bir istisnadır ülkemizde.  Belki de bunda 1960 ve 1970’lerde dünyada ve Türkiye’de hâkim olan sanayileşme akımının etkisi olmuştur. Malum olduğu gibi, o günlerde sanayi gelişmekte olan ülkelerin Batıya olan bağımlılığını azaltmanın bir yolu olarak görülmüş, sanayileşme hem sağ hem de sol tarafından savunulmuştur. Kanımca Erbakan’ın temsil ettiği “Millî Görüş” akımı, ekonomideki bu bakış açısıyla muhafazakâr değerler etrafında örgütlenmiş bir sanayileşme önermekte ve bugünkü dini cemaatlerin temsil ettiği değerlerle arasına çok ciddi bir mesafe koymaktadır. AKP’nin kurucu kadrolarının Refah Partisinden ayrılarak, kendilerine farklı bir yol tercih etmeleri, sadece siyasi bir kopuşa işaret etmez. Aynı zamanda ekonomideki, sanayileşme etrafında ortaya çıkan ayrışmanın da gün yüzüne çıkması anlamına gelmektedir. Bu kopuş sadece “Millî Görüş” düşüncesinden uzaklaşmak anlamına da gelmiyor. Aynı zamanda sanayileşmenin terk edilerek, refah üretmenin aracı olarak ticaret-hizmet-ve-inşaat ekonominin motoru ve ekonomideki sermaye birikiminin kaynağı haline getiriliyordu. AKP’nin orijin olarak sahip olduğu değerler itibariyle kendilerine yakın olan tarikat ve cemaatleri, bu tarz faaliyetlere çekerek sistem içine entegre ediyordu.  İsmail Ağa Cemaati de bunlardan biri oldu. Her şey bir yana, hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi faaliyetlerin bu ve benzeri cemaatlerin ekonomiye entegre olmalarına büyük kolaylık sağladığını inkâr etmemek lazım.
Ticaretin ve al-satıcılığın sağladığı kolaylıklar daha hızlı sermaye birikiminin yolu olarak görülebilir. Dahası müritlerin oluşturduğu hazır “cemaat içi pazarın” olması, bu ticari faaliyetleri daha da anlamlı hale getirmektedir.
Günümüz ekonomilerinde tarikat ve cemaatler büyük ölçüde sanayi gibi iktisadi faaliyetlerden uzak durmaktadırlar. Her şeyden öncede son derecede zahmetli olan sanayi faaliyetlerinde, ciddi risklere maruz kalıp, bu risklere karşı sermayenizi koruma ihtiyacı duyabilirsiniz. Bu ihtiyaçlar temsil ettiğiniz geleneksel değerlerin bazılarıyla çelişebilir. Örneğin faize karşı bir tavır geliştirmek zorunda kalabilirsiniz. Öte yandan ticaretin ve al-satıcılığın sağladığı kolaylıklar daha hızlı sermaye birikiminin yolu olarak görülebilir. Dahası müritlerin oluşturduğu hazır “cemaat içi pazarın” olması, bu ticari faaliyetleri daha da anlamlı hale getirmektedir.  Hele bir de iş başında sanayiden umudunu kesmiş bir iktidar varken… AKP döneminde izlenilen büyüme modeli bu kesimlerin zenginleşmesine ve daha fazla refaha erişimine yol açmıştır. Ancak çok daha önemlisi, Mahmut Hoca’nın cenazesinde de görüldüğü gibi cemaatler, ekonomik olarak elde ettikleri önem ve yaygınlık sebebiyle siyasi olarak da önem kazanmışlardır. Her şey bir yana bu cemaatleri modern toplumsal hayatın unsurları yapamasa da giderek sanayileşmeden uzaklaşan iktidar, daha çok ticaret-ve-inşaat gibi faaliyetlere dayanarak müritlerine refah üretmeye çalışan bu cemaatleri kayda değer ölçüde ekonomi içine entegre etmeyi başarmıştır. Bu tarz tarikat ve cemaatlerin toplumdaki ağırlığını azaltabilmek onların ekonomik güçlerinin kaynağı olan faaliyetlerin ekonomideki göreli öneminin azaltılmasını gerektirmektedir. Zaten AKP’nin bu ekonomik modeli zor günler geçirmekte ve sürdürülebilirliği giderek azalmaktadır. Bu tarz topluluklar günümüzde temsil ettikleri değerler ve görüşlerle değil, daha çok ekonomideki ağırlıkları ile önem arz etmeye başlamıştır.  Yeni bir ekonomik düzen içinde bu cemaatlerin alıştıkları alakayı görüp, göremeyeceği ise bugün ciddi bir merak konusudur.