Kontrolünü kaybetmenin çok da kötü bir şey olmadığını öğrenen Bay Kafuku yaşadığı katarsis sonrasında hayattaki en önemli şeyin önüne bakabilmek olduğunu anlamıştır.
Loading...
Haruki Murakami’nin kısa öykülerden oluşan Kadınsız Erkekler kitabından uyarlanan Drive My Car bir Ryûsuke Hamaguchi filmi. Kitabı okumuş olanlarınız eserdeki öykülerin ortak noktasının sevdiği kadınları bir şekilde kaybeden ve bunun özlemini ve acısını çeken erkekler olduğunu anımsayacaklardır. Cannes’da en iyi senaryo ödülünü alan filmdeki Bay Kafuku, eşi Oto’yu bir beyin kanaması sonucu kaybediyor ve akabinde Anton Çehov’un Vanya Dayı oyununu yönetmek üzere Hiroşima’ya doğru yola çıkıyor. Hiroşima’daysa kendisine bir şoför tahsis ediliyor ve Bay Kafuku’ya adeta seçme hakkı verilmiyor. Arabasında geçirdiği münzevi saatler konusunda oldukça titiz olan Bay Kafuku bu alanda ödün vermek istemese de Tôko’nun şoförlüğünü kabul etmek durumunda kalıyor ve ikili arasında katman katman örülen derin bir ilişki doğuyor.
Dünya ‘gıcıklık’ Oscar’ını almamak için yine filmle ilgili spoiler vermemeye gayret edeceğim.
Sanat ne içindir sorusu yüzyıllardır yanıtını arayan bir soru olarak ortada duruyor. ‘Sanat toplum içindir’ diyenlerle ‘sanat sanat içindir’ diyenlerin din/mezhep/ırk savaşlarından farklı olarak kanlı olmayan savaşına şahitlik ediyoruz.
Notaların ahengini hem melodisinde, hem ritminde hem de armonisinde taşıyan her beste ile… Dünyanın renklerini, bazan renksizliklerinin yansıdığı her resim ile… Kille, mermerle, ahşapla işlenen her heykel, her seramik ürünü ile… Ve duygu ve duyulara hitap eden çekim açıları, renleri, müzikleri ve oyunculukları ile her filmle bu acısız ve acımalı savaş entelektüel dimağlara boca edilen napalmlere dönüşüyor. Akıllarda aynı soru, sanat için mi, toplum için mi?
İçimiz ‘snob’luğundan ödün vermeyen dik kuyruklulara yakışır üstencilikle ‘mirim, elbette sanat içündür yahu’ derken, popülist yönümüz ise sosyalist-feminist-islamist çığırtkanlıkla ‘elbette sanat halk içindir’ diye bağırıyor. Benim açımdan ise SANAT İNSANI TANIMAK İÇİNDİR. Sadece iki şıkka mahkum isem, sanat açık ara sanat içindir derim.
Herkes baktığı eserde kendi dünyasından bir kare görür. Hatta sanat çoğu zaman bir insanın ruhuna ulaşmanın ve o ruhu anlamının bir yoludur. Sanat aslında ruhumuza çok yakındır. Hatta öyle ki onun içindedir. Bu yüzden dümdüz söylenmiş sözler yerine bir şiir ya da bir şarkı bizi daha çok etkiler. Bir insanın ruh halini anlamak istiyorsanız onun dinlediği müziğe bakmanız size fikir verecektir. insanın temel ihtiyaçlarından biridir sanat çünkü insan kendini ifade etmek ister. Aynı zamanda insanın kendisiyle yüzleşmesidir. Kendini sorgulayıp hayattaki yerini ve yaşamın anlamını bulma çabasında bir yol göstericidir. Bu yüzden her insanın içinde bir sanatçı vardır. Yani sanat insanın ruhudur, sanatçı ise insanın bu ruhu ortaya koyma halidir.
Bu anlamsal ve derin yakınlığa rağmen maalesef zora girdiğimizde hayatımızdan ilk çıkardığımız şey sanat oluyor. Sanat toplumun büyük bir kesimi tarafından “ihtiyaç fazlası” ya da “gereksiz” olarak görülüyor. Yaşamın sürekli döngüsü içinde geçinme telaşına düşen insan, sanata ve bir anlamda kendi ruhuna mesafe koyuyor. Belki de bu sebeple duygusuzlaşıyoruz ve çevremizdeki olaylara kayıtsız kalıyoruz. İnsanın bu kendinden kaçışı, düşünmek, görmek, bakmak istemeyişi onu ruhsuz bırakıyor. Yaşam önümüzde akıp giderken insanın yaşadığı o kısacık zaman diliminde hayatı anlaması, hayatın içinde kendine bir yol bulması ve kendini gerçekleştirmesi gerekir. Çünkü her insanın özünde bu beklenti vardır. Sanat bize, hayata birçok farklı açıdan bakmayı öğretir. Böylece kendimize uygun olan yolu bulabiliriz. Sanattan uzak olan kişiler ise hayatta sadece tek bir yol olduğunu düşünür. Bu sebeple bir kısır döngünün içinde sıkışır.
Sanatın aslen insan doğasını daha iyi anlamak için bir araç olabileceğini savunan bu film, ustalıkla işlenmiş bir yalnızlık mahkemesi.
Film 40 dakikalık bir prologla açılıyor. Öyküde tamamen Kafuku’nun zihni üzerinden aktarılan Oto karakterini, Kafuku’yla ilişkilerinin özünü ince detaylarla ve bir hayati olayla çerçeveliyor yönetmen. Film boyunca yapacağı gibi her bir karaktere zaman tanıyarak, sözlerine ve belirsizliklerine alanlar açarak yaklaşıyor bu ilişkiye –bir insanı tamamen anlamanın imkânsızlığını kabul edercesine. Ve jenerik bu 40 dakikalık prologdan sonra giriyor, adeta film asıl şimdi başlıyor mesajını iliklerimize kadar hissediyoruz.
Sanatın aslen insan doğasını daha iyi anlamak için bir araç olabileceğini savunan bu film, ustalıkla işlenmiş bir yalnızlık mahkemesi.
Murakami’nin işaret ettiği, Hamaguchi’nin ise damarlarına girdiği Çehov metni ‘Vanya Dayı’, temelde geçmişlerindeki azapları bugünün pişmanlıklarına devşiren karakterler etrafında kuruludur. Tüm karakterler kendisi üzerine düşünür ve durmadan hayıflanır. Memnuniyetsizlerdir. Yine Murakami’nin sözleriyle “çaresizliğin öyküsüdür” bu. Hamaguchi’nin filmin her noktasına fiziksel olarak yansıttığı bu metnin parçaları kaybın, çaresizliğin ve bununla hemhâl olmanın gerçeğini filmin dünyasında diri tutuyor. Öte yandan daima kendine bakan, kendini anlatan, kendini düşünen karakterler izletiyor bize anlatıcı –aynı Çehov gibi. Aklı kaybettiği eşine dair sorularla dolu olan Kafuku, cevabı Çehov’un metninde, kendine bakmakta ve etrafındakileri anlamakta buluyor zaman içerisinde –ya da tüm bunları denemekte.
Murakamizmin olmazsa olmazlarındandır müzik, filmin müzikleri çok güçlü değil ama adının The Beatles’ın Drive My Car şarkısından gelmesine şaşırmadık.
Eşini başka bir adamla birlikte olurken izliyor Bay Kafuku ve sanki bu hayat üzerinde hiçbir etkisi veya söz hakkı yokmuş gibi sessizce kapıyı çekip çıkıyor, eve gelip bu sahneyle karşılaştığı belli olmasın diye. Bay Kafuku’nun pasifize olmuş karakteri burada özellikle göze batıyor zira izlemek -tıpkı biz seyircilerin de yaptığı gibi- pasif bir eylem. Bay Kafuku hayatında pasif bir rol oynayarak kontrol altında tuttuğunu sandığı her şeyin dizginlerini, arabasını kullanması için bir şoför geldiğinde direksiyonu zorla da olsa ona teslim etmeyi başararak salıvermeyi öğrenmiştir. Kontrolünü kaybetmenin çok da kötü bir şey olmadığını öğrenen Bay Kafuku yaşadığı
katarsis sonrasında hayattaki en önemli şeyin önüne bakabilmek olduğunu anlamıştır.
Filmin en önemli ve elbette popülist sorusu da burada devreye giriyor; eşinizin/sevgilinizin sizi aldattığını ‘görürseniz’ ne yaparsınız?