Cehennem sıcakları

Abone Ol
Yeraltı su seviyemiz azalıyor, ormanlarımız yanıyor (yakılıyor) sıcaklıklar rekor üstüne rekor kırıyor. Eğer bunları sadece “Küresel iklim değişikliği” ile açıklarsanız, sadece kendinizi kandırırsınız. Bütün bu yaşananların sebebi, yıllardır izlenen yanlış tarım ve çevre politikalarıdır.  Yurt genelinde etkisini artıran yüksek sıcaklıklar devam ederken; 50 dereceyi gören Hatay'ın Hassa İlçesi, 20 Temmuz 2021'den bu yana Cizre'de olan ulusal 'en yüksek sıcaklık' rekorunu kırdı. Bu rekor 49.1 dereceyle 20 Temmuz 2021'den bu yana Şırnak Cizre'deydi. Hassa'yı 48.5 dereceyle Urfa Siverek ve 48.4 dereceyle Adana Kozan takip etti. Neden bu kadar sıcak? Bu sorulara yanıt vermeden önce konuya bağlı başka bir bilgi daha vereyim: Bu yılın başında NASA tarafından yayımlanan ve Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya’nın bir bölümünü gösteren haritada yeraltı sularındaki düşüşe yer verildi. Haritaya göre, Türkiye’nin yanı sıra, Fransa, Almanya’nın önemli bir bölümü, Fas, Cezayir gibi ülkeler yeraltı sularının en çok azaldığı ülkeler arasında bulunuyordu. Su bütçesi her yıl 2,1 milyar metreküp oranında açık veriyor. Bu açık, yeraltı suyundan karşılanıyor. Doğal olarak yeraltı su seviyesi de düşüyor. Daha önce yok olan göllerimiz ile ilgili yazmıştım ama genel bir özet yaparsak daha iyi anlaşılacaktır: Yeraltı su seviyemiz azalıyor, göllerimiz kuruyor, ormanlarımız yanıyor (yakılıyor) ya da ranta kurban ediliyor, betonlaşma hesapsız devam ediyor, nehirlerimize ve denizlerimize kanalizasyon muamelesi yapılıyor, sıcaklıklar rekor üstüne rekor kırıyor. Eğer bütün bunların sebebini sadece “Küresel iklim değişikliği” ile açıklarsanız, sadece kendinizi kandırırsınız. Bütün bu yaşananların sebebi, yıllardır izlenen yanlış su, orman, tarım ve genel olarak çevre politikalarıdır. Fosil yakıt kullanımı gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim krizi, sıcak dalgası adı verilen hava olaylarının meydana gelme ihtimalinin yanı sıra sıklığı ve şiddetini de artırıcı bir rol oynuyor. Dünyanın birçok yerinde meydana gelen sıcak dalgaları her yıl binlerce insanın ölümüne yol açıyor. Türkiye gibi ülkelerin sorunu, iklim krizi devam ederken, bu krizin etkilerini artıran işler yapmaları. Dünya nüfusu, 1800’de bir milyara ulaştı ve bu yoğunluk tarımın icadına neden olan etkenlerden en önemlisi oldu. Tarım Devrimi bizi avcı-toplayıcı yaşam biçiminden alıp oldukça organize bir şekilde üretim yapan bir gıda üreticisi olarak gelişmemize neden oldu. Tarım Devrimi dört safha içinde gelişti: Birincisi, 13 bin yıl önce hayvanları evcilleştirmeye başlamamız ile gerçekleşti. İkinci devrim, 13. yüzyılda bitki türlerinin üretilmesi ile başladı. Üçüncü Tarım Devrimi dönemi ise 15. yüzyıl ve 16. yüzyıl arasında gerçekleşti. 1960 yılına geldiğimizde artık gıda devriminin ortasındaydık. Devamlı sayımız artıyordu ve daha fazla gıdaya olan ihtiyacımız da aynı oranda artış gösteriyordu. Mevcut tarımsal sistem bu sınırsız tüketim ihtiyacını karşılamaya yetmiyordu. Bunun üzerine Yeşil Devrim bize daha fazla gıda sağladı. Bunu gerçekleştirirken bazı ülkeler büyük bir hata yaptı ve kimyasal pestisitler, (zararlı bitki zehirleri, böcek zehri) kimyasal herbisitler, (bitkileri yok eden madde) suni gübreler kullandık ve eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir toprağı bu amaç doğrultusunda zehirledi. Bu amaç için hayvanları yapay besinlerle şişirdi ve doğayı bencilce kullandı. Bu devrimin bedeli ağır oldu: Doğal yaşam ortamının kaybı, çevre kirliliği, aşırı ve kontrolsüz avlanma.
Sayımızın arttığı hızda iklimde de değişmeler gözlenmeye başladı. Önlenemeyen nüfus artışı sonucunda su ve gıda ihtiyacı da arttı. Bu, toprak kullanımının artışına ve ormanlık alanların hızla azalmasına neden oldu.
1980’de dünya üzerinde 4 milyar kişi olduk. Yeşil Devrim daha fazla gıda üretti. Bu sınırsız üretim gıda fiyatlarını da ucuzlaştırdı. Bunun sonucunda harcamak için kalan paramızda artış oldu. Biz de bu artan parayı “şeylere” yatırmaya başladık; televizyonlar, cep telefonları, arabalar, giysiler, tatiller gibi. Bu tüketim cümbüşünün tam merkezinde anormal bir şekilde büyüyen bir ulaşım sektörü gelişti. 1960 yılında dünyadaki bütün yolların üstünde 100 milyon araba bulunuyordu. 1980 yılına gelindiğinde ise araba sayısı 300 milyonu bulmuştu. Tüm bu tüketim deviniminde satın aldığımız bütün eşyalar, tükettiğimiz bütün gıdalar ve bunları üretmek için gerekli olan bütün kaynaklar ve ham maddelerin dünya genelinde taşınması gerekiyordu. Sadece 10 yıl sonra 1990’da 5 milyar kişi olduk. İşte tam bu noktada devamlı artan nüfusun yol açtığı sorunların işaretleri görülmeye başlandı. Canlıların yaşaması için en önemli fizyolojik unsurlardan biri olan suya olan ihtiyacımız en üst seviyesine ulaşmıştı. 1984 yılında Etiyopya’da bulunan gazeteciler kıtlıktan bahsediyorlardı ama biz buna aldırmadık. Kısa bir süre sonra kıtlığın sadece Afrika’nın kaderi olmadığı gerçeği ortaya çıktı. Neredeyse her yerde Avustralya, Asya, Amerika ve Avrupa’da olağandışı kuraklık ve olağandışı seller meydana geliyor, bunların sıklığı ve şiddeti sürekli artıyordu. 2000 yılına geldiğimizde 6 milyar kişi olduk. Bu noktada dünya bilim çevresi CO2 birikiminin atmosferdeki metan ve diğer sera gazlarının, artan tarım, arazi kullanımı ve üretim sonucu iklimi değiştirdiğini belirledi. Sonunda karşımızda daha önce görmeyi kabul etmediğimiz ciddi bir tehlike ve sorun olduğunu fark ettik. 1998 yılı dünya tarihinin en sıcak yılı olarak kayıtlara geçti. Sadece 12 yıl içinde 1 milyar kişi daha dünya nüfusuna katıldı. Şu an dünyada 8 milyardan daha fazla kişiyiz. Sayımız arttıkça suya olan ihtiyacımızla birlikte, daha fazla gıdaya, daha çok toprağa, daha fazla nakliyeye ve daha fazla enerjiye olan ihtiyacımız arttı. Sayımızın arttığı hızda iklimde de değişmeler gözlenmeye başladı. Önlenemeyen nüfus artışı sonucunda su ve gıda ihtiyacı da arttı. Bu, toprak kullanımının artışına ve ormanlık alanların hızla azalmasına neden oldu. Gıdaya olan ihtiyacın çoğalması ile gıda üretimi ve bu gıdaların nakliyesi için kat edilen yollar çoğaldı. Bütün bu gelişmeler, daha fazla enerji kullanımına neden oldu. Bu da sera gazlarının özellikle CO2 ve metanın emisyonunu ve iklim değişikliği hızını artırdı. İklim değişikliği arttıkça su, gıda ve toprak paylaşımımızda sorunlar ve baskılar başladı. Türkiye’deki durum ise bütün bu gelişmelere rağmen ateşi benzinle söndürmeye çalışmaktan ibaret.