Cehalet iklimini değiştirebiliriz!

Abone Ol
“çok şükür otel dışındaki vatandaşımıza bir şey olmamıştır” dediği bir katliam; diğeri, güya ilkinin öcünü almak amacıyla hiçbir şeyden haberi olmayan masum insanların katledildiği bir saldırı. Üzerlerinden 28 yıl geçmiş olmasına karşın hala asıl tarafları karanlıkta kalan bu katliamları yapanların nasıl bir kültürel iklimden beslendiğini hiç merak ettiniz mi? Her iki katliamın da birer senaryosu var ve hatta her iki katliam da aynı senaryonun farklı veçheleri gibi görünüyor. Birini uygulatan, diğerini de uygulatmış. Her ikisinde de katledilenlerin sayısı, neredeyse eşit; anlaşılan bir çeşit “kana kan, intikam” havası oluşturulmak istenmiş. CEHALET İKLİMİNDE NEFES ALMAK! Neden? Çünkü cehalet iklimi içinde nefes alıp vermekle meşgul olan bizleri, “bölüp, parçalayıp, yönetmek” için. Cehalet iklimi nedir peki? Dayatılan düşman varsayımını gerçek kabul edip, ona karşı “yalın kılıç” sokağa çıkmaktır. Cehalet iklimi, “öfkeyi baldan tatlı görür”. Madımak’ta yapılan da budur; Başbağlar’da yapılan da… Madımak’ı herkesin gözünün önünde yakıp katliam yapanlar, Başbağlar’ı katledenler, cehalet ikliminden beslenenlerdir; bu doğru ama esas mesele, cehalet ikliminin nasıl ve kim tarafından başat hale getirildiğidir. Aziz Nesin’in, Rıfat Ilgaz’ın, Yaşar Kemal’in ve adlarını burada sayamadığım onlarca yurtsever yazarın “uç kişilikler” olarak öykü ve romanlarında betimlediği cahillerin nasıl çoğaldıklarını merak etmiyor musunuz? Ölümünün 21. Yıldönümü olan 3 Temmuz’da andığımız Kemal Sunal’ın başrol oynadığı filmlerde çok iyi betimlediği bu “cahil kişilikler”in bizi kuşatmış olması size de tuhaf gelmiyor mu? Kemal Sunal’ın filmleriyle karşımıza çıkan ve güldürürken düşündürtmek amaçlı olan bu tiplerin nasıl olup da toplumda çoğunluğu ele geçirdiğini hiç düşündünüz mü? Kemal Sunal’ların bıraktığı boşluktan nasıl oluyor da tosuncuk ya da SBK gibiler girebilmişler? Nasıl oluyor da “çağdaş uygarlık düzeyi”ni yakalamak hedefiyle kurulan Türkiye’de evrensel hukukun yerini mafyanın kuralları alıyor ve yasal-anayasal düzen, mafya hukuku karşısında çaresizlik sendromu içinde debeleniyor? KİM BU GEMİSİNİ KURTARANLAR? Bir adım daha atalım ve bizi meselenin özüne götürecek şu soruyu da soralım; insanlığın evrensel birikimi açısından utanılacak işler kategorisinde sayılan iş ve eylemler, nasıl oluyor da bizim ülkemizde, “gemisini kurtaran kaptan” muamelesi görüyor ve kim bunlar? Biz ne zaman “boğulan insanlar”ı boş verip de, kurtarılan geminin kaptanını alkışlar olduk? Bütün bu soruların nedeni yaşanan ahlaki ve hukuki erozyondur. Ahlaki ve hukuki erozyonun beslediği tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, kin ve nefret, bu ülkenin kanayan yarasına dönüşen Madımak katliamını planlamış ve mevcut kin ve nefreti tahkim etmek için de ardından Başbağlar’ı gerçekleştirmişti. Siyasi aktörlerin canlı yayın yahut twit alemi aracılığıyla görüş ve düşüncelerini serdetmenin ötesine geçemediği bu günlerde gündemi, bir süredir “mafya savaşları”nın belirlemesinden de görüyoruz ki ahlaki ve hukuki erozyon başat hale gelmiş. Anlaşılan o ki önce “cehalet iklimi”, toplumu fethetmiş; ardından da o iklimin önemsediği tipler, “kahraman” edasıyla “içeriye sızmışlar”. Oluk oluk kan akıtılacağının bas bas bağırıldığı günlerde kenarda, köşede kıs kıs gülenlerin, şimdi “cehaletin kahramanları”nın hedef tahtası haline gelmiş olması bir ironi olabilir ama gözden kaçırmamak gerekir ki “cehaletin kahramanları” da her zaman olduğu gibi bugün de kendilerine verilen rolleri oynamanın ötesine geçemiyorlar. Anlaşılan o ki bütün çabaları, cehalet ikliminin ihtiyaç duyduğu nefesi aldırmaktan ibaret… BİRBİRLERİNİ YEMELERİ YETMEZ! Bununla birlikte mafya ile iç içe geçmiş kamusal gücü elinde bulunduranlar için “yesinler birbirlerini” diyeceğim ama her zaman “fillerin tepişmesi, çimenlerin ezilmesine yol açar”. Ezilmemek için ne mi yapalım? Mücadele edelim! Doğrudur; cehaletin hüküm sürdüğü ortamlarda mücadele etmek, tıpkı  “karanlık bir odada, olmayan siyah bir kediyi” aramaya benzer;  ne yaparsanız yapın, beyhude bir çaba içindeymişsiniz hissi verir. O his yanıltıcıdır. Gerçeği yalnızca gerçeği göstermek için o karanlık odanın aydınlatılması yeterlidir. Başa dönelim;  peş peşe günlerde, yüreğimizi kanatan üst üste iki katliamı kimlerin planlandığını açığa çıkarmak, boyun borcumuzdur. Bununla birlikte bu iki katliam, bir büyük “puzzle”ın iki önemli parçasından ibarettir. O katliamlardan önce de, onlardan sonra da gerçekleşen pek çok katliamla bütünlüklü düşünerek, buna neden olan “o iklim”in kimin tarafından oluşturulduğuna odaklanmaktır, asıl olan. Asıl mesele, ülkenin hangi güç tarafından “cehalet iklimi”ne çekildiğini bilmek ve “o gücü” deşifre ederek, Türkiye’de yeniden insanlığın evrensel etik ve hukuki birikimini egemen hale getirmektir. Getirebiliriz; yeter ki mücadele edelim. Zira kazananlar, ısrarla mücadele edenlerdir.