Ceberrut devlete ne oldu? (I)
Peki geçtiğimiz yirmi yılda AKP ileri sürüldüğü gibi kendi devletini yarattı mı? O takdirde bu devlet yeni iktidarla çalışır mı? Yoksa aslında kısmen değişse de siyasal dengeleri “gözetmekte olan” bir bürokrasi var mı? Gerçek bu iki tezin arasında bir yerde de olabilir.
Önümüzdeki dönemde yeni bir hükümetin iktidara gelmesiyle Türkiye’nin demokrasiye ve refaha kavuşabilmesi için yanıtlanması gereken soruların başında “devlet” geliyor.
Kamu yararına çalışan, en azından çalışma potansiyeli olan bir devlet, demokrasinin olmazsa olmazı. İktidara geldiğinde ekonomiden dış politikaya ve demokratik sisteme bir dizi reform planlayan muhalefet, bu politikaları büyük ölçüde devlet aygıtı ve bürokrasi eliyle uygulamak zorunda. Öte yandan seçimlerin ne kadar adil şekilde gerçekleşebileceği, son tahlilde siyasal partilerin ve sivil toplumun çabasına, örgütlenmesine ve demokrasiyi ve sandığı korumasına bağlı olmakla beraber, devletin asgari tarafsızlığıyla da yakında ilişkili.
Peki geçtiğimiz yirmi yılda AKP yer yer ileri sürüldüğü gibi kendi devletini mi yarattı? [1] O takdirde bu devlet yeni iktidarla çalışır mı? Yoksa aslında kısmen değişse de devam eden ama aklı tutulmuş, dengeleri bozulmuş, siyasal dengeleri “gözetmekte olan” bir devlet ve bürokrasi mi var? Tabii gerçek bu iki tezin arasında bir yerde de olabilir.
KAĞIT TOPLAYICILARA SAVAŞ AÇAN DEVLET CEBERRUT MU, DEĞİL Mİ?
Geçen hafta yaşanan bir olay bu sorularla bağlantılı idi. “Devlet”, daha doğrusu devleti yöneten siyasal ve ekonomik iktidar, kâğıt toplayıcılara “savaş” açtı (ama sanırım henüz “terörist” damgası yemediler).
Sosyal medyada paylaşılan bir videoda, “mülki amirin” emriyle geçim kaynağı devlet görevlileri tarafından elinden alınan bir kâğıt toplayıcının isyanı vardı. Herhalde bu işsizlik ortamında vicdan sahibi herkesi en azından düşündürmüştür.
1990’lar ve 2000’lerde AKP’nin kendinden önceki hükümetleri ve “Kemalist” olarak tanımladığı devleti eleştirmek, itibarsızlaşmak ve iktidara yerleşmek için kullandığı en önemli sıfatlardan biri ceberrut devlet idi. Bağlamdan kopuk “post-Kemalist” eleştirilerde de sık sık kullanılıyordu. Yeni Şafak, Zaman, Vakit ve Zaman gazetelerinde 1996-2004, 2007 ve 2010 yıllarında yayınlanan 30 binin üzerinde yazının söylemsel analizini içeren bir araştırmamda bu kullanımı yüzlerce kez saptamıştık. [2]
Peki bugün üniversite öğrencilerine, kağıt toplayıcılara ve başkalarına yapılanlar ceberrut devlet iddialarının neresinde duruyor? Ne ölçüde eskinin devamı veya yeni?
AKP’nin ceberrut dediği devleti ıslah etmek ve demokratikleştirmek vaadiyle iktidara gelip sonra daha çok – önce Gülen cemaatiyle beraber daha sonra kendi başına ve başka cemaat ve “vakıflarla” -- “fethetmeye” yöneldiğini biliyoruz. [3]
Ama sonucunda kendi devletini ve bürokrasisini kurabildi mi? 2015 tekrar seçimlerinden sonra MHP ile, 2016 darbe girişimi sonrası ulusalcı olarak tanımlanan gruplarla kurduğu koalisyon bu açıdan ne anlama geliyor?
Bu sorulara yanıtlar CHP lideri Sayın Kılıçdaroğlu’nun geçen haftaki bürokrasiye yönelik bence çok yerinde videosuyla da yakından ilişkili. Bir “AKP veya Cumhur İttifakı devleti”nin varlığı oranında bu videodaki çağrının yerine ulaşması ve demokrasiye geçiş sonrası işleyen bir sisteme ve refaha kavuşmak daha çok zaman alabilir.
Kıssadan hisse: Eğer devlet dediğimiz aygıtı dev bir bilgisayara benzetirsek.. Ben iktidarın bu bilgisayarın kullanıcılarında önemli değişikliğe gittiği; Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar özel ve kişisel çıkarlar için kullandığı; ama (en azından henüz) bilgisayara ne yeni bir yazılım ne de donanım sağlamakta başarılı olduğu; yüklemeye çalıştığı yeni yazılımların eskilerini dumura uğratsa da silemediği; sürekli hata verdiği, arayüz olmaktan öteye gidemediği ve işlemediği kanaatindeyim.
Özel Çıkar mı Kamu Yararı mı?
Bir yıl kadar önce çıkarılan bir kanunla: “çevre kirliliğini önlemek ve yeşil alanların korunmasına, iyileştirilmesine ve geliştirilmesine katkı sağlamak, döngüsel ekonomi ve sıfır atık yaklaşımı doğrultusunda kaynak verimliliğini artırmak ile ulusal ölçekte depozito yönetim sistemi kurulmasına, işletilmesine, izlenmesine ve denetimine yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere”[4] bir Türkiye Çevre Ajansı kuruldu.
2017’den beri Sayın Emine Erdoğan’ın “himayesinde” bir Sıfır Atık Projesi olduğu biliniyor; Çevre Ajansı’nın kurulmasıyla yakın ilişkili bir proje olduğu da açık.
Başta Türkiye Varlık Fonu olmak üzere özellikle son dönemlerde bu tür kurumların kurulmasında, milli menfaatler, “yeni devlet” ve kamu yararı söylemlerinin daha çok araç ve kılıf, özel çıkarların ise temel belirleyici olduğunu düşünüyorum. Nitekim, kâr ederken Türkiye Varlık Fonu’na devredilen milli servetin en değerli kamu şirketleri -- BOTAŞ, Çaykur, Kayseri Şeker, PTT, TCDD, THY vb-- zarar etmeye başlıyorsa.. Bu kadar önemli bir fonun yönetim kurulu memleketin en liyakatlı ekonomistleri ve işletmecileri, en deneyimli bürokratları yerine kişisel bağları sabit kişilerden oluşuyorsa.. Bunda nasıl bir kamu yararı olabilir?
Çevre Ajansı’nın da kayırmacılığa yol açacağı; şehir hastaneleri ve Osmangazi Köprüsü gibi “gelir garantili” kamu-özel işbirliklerinin atık sektöründeki muadili olduğu; muhalefet ve bağımsız medya tarafından eleştirildi.
ATIK TOPLAMA İŞİNDE GEÇİŞ DÖNEMİ BELİRLENMELİYDİ
Yani bu açıdan bakarsak, videodaki kâğıt toplayıcımızın ekmeğinin büyük bölümü zaten önceden elinden alımıştı. Milli gelirden gelecekte alabileceği pay borçlanma yoluyla başkalarına tahsis edilmişti. Ama arabası ve kâğıt toplama hakkı alınınca çok daha görünür bir “transfer” yapılmış oldu.
Ama hadi diyelim iktidar siyasal bir tercih olarak böyle bir Ajans kurdu. Atık toplama işini “devlet ve devletin belirleyeceği kuruluşlar yapacak, vergi gelirlerinden onlara ödeme yapılacak” dedi.
Böyle bir durumda bile (demokrasiyi bıraktım) kamu yararına bir devlet ve hükümet bu politikayı uygulamak için derin bir ekonomik krizin ortasında birdenbire binlerce insanın ekmeğini elinden alamaz. Bir geçiş dönemi belirler, bu işten geçimini sağlayanların yaşam haklarını ihlal etmemek için alternatif istihdam, eğitim ve uyum imkanları sağlar, ancak ondan sonra bu politikasını uygulayabilir.
Aksi taktirde işte ceberrut devlet olursunuz.
Üstelik geçmişte bu tür yanlışlar daha çok devletçilik, milliyetçilik, kalkınmacılık, özel sektörcülük vs. ideoloji veya idealler adına yapılıyordu; sonuçları hep kamu yararına olmasa da kamu yararı kaygısı, bu kaygıyı gözeten kurum ve kişiler devlet içinde hep vardı. Birçok yanlış da devletin imkânlarından çok imkânsızlıklarından kaynaklanıyordu.
Bugün ise devletin kaynak ve imkânları daha fazla ama kamu yararına kullanılmıyor. Yanlışların düzeltilmesi yollarına bile bile takoz konmuş durumda.
Bir de ne dersiniz bilmiyorum ama en onur ve umut kırıcı ceberrutluklar özel çıkarlar için yapılanlar olmuyor mu?
Öte yandan bu kişiselleşmeler yeni devlet inşası iddialarını da zayıflatıyor. Bunu başka bir yazıda açmam gerekecek.
Bunları eskiyi savunmak için değil daha iyi bir geleceği tasarlayabilmek ve isteyebilmek için söylüyorum.
Tarihten tekerrür değil ders almak istiyorsak kamu yararına, demokratik ve kimseye değil halka ait bir devletin, evlatlarımıza bırakabileceğimiz en büyük servet olduğunu asla unutmamak zorundayız.
--
[1] Bu sorunun yanıtı kısmen doğru olsa bile, bu bir “parti devleti” mi yoksa “kişiselleşmiş (patrimonyal)” bir devlet mi, bu soru da çok önemli. İkisi aynı şey değil ve bu ayrım geleceği analiz edebilmek ve politika üretebilmek için çok önemli.
[2] Somer, Murat. "Media Values and Democratization: What Unites and What Divides Religious‐Conservative and Pro‐Secular Elites?". Turkish Studies 11, no. 4 (2011): 555-77.
[3] Murat Somer, "Conquering Versus Democratizing the State: Political Islamists and Fourth Wave Democratization in Turkey and Tunisia." Democratization 24, no. 6 (2017): 1025-43..
[4] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/12/20201230-10.htm . Tabii başka kanunlar gibi bu kanunda da bir kaç ay sonra değişikler yapılmış. İşin o yönünün aslını ve yorumunu de uzmanlarına bırakıyorum.