Cari açıktaki yükseliş 1994 ve 2001 krizlerini hatırlatıyor

Abone Ol
Ödemeler dengesinin harcamalar kaleminde bulunan cari işlemler dengesi, daha 2023 yılının ilk iki ayında 18,8 milyar dolar açık verdi. Geçen yıl bu denge, tüm yıl için 12,2 milyar dolar açık vermişti. Peki bu ne kadar sürdürülebilir? Bu süreci Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Ünalmış ile konuştum. Merkez Bankası, bu hafta başında ödemeler dengesi verilerini açıkladığında herkes ağız birliği etmişçesine “bu sürdürülemez” diyordu. En azından benim twitter hesap akışımdaki herkes sürdürülemeyeceği konusunda hemfikirdi. Ödemeler dengesinin harcamalar kaleminde bulunan cari işlemler dengesi, daha 2023 yılının ilk iki ayında 18,8 milyar dolar açık verdi. Geçen yıl bu denge, tüm yıl için 12,2 milyar dolar açık vermişti. Bu iki dönemi karşılaştırsak bile, yılın daha ilk iki ayında karşılaştığımız açık endişe verici olmalı ki, diğer yıllara baktığımızda bu kadar yüksek bir cari işlemler açığı görmüyoruz. Öyle ki on iki aylık toplamda cari işlemler açığı son on yılın rekorunu kırarak 55,4 milyar dolara ulaştı. Ödemeler dengesi tablosunda daha elzem olanı, yılın daha ilk iki ayında verilen 18,8 milyar dolarlık cari açığın finansmanının büyük bir bölümünün Merkez Bankası rezervlerinden karşılanmış olması. Finansman tarafında rezervlerde yılın ilk iki ayında 14 milyar dolarlık erime olmuş. Yani cari açığın neredeyse tamamı Merkez Bankası rezervlerinden karşılanmış. Bu, Türk lirası açısından büyük bir risk ihtiva ediyor. Cari açığın döviz kuru üzerinde, gecikmeli de olsa, zaten çok kuvvetli bir etkisi var. Yani cari açıktaki yükseliş döviz kurunu artırıcı bir etkiye sahip. Bunu nereden çıkartıyorum? Boğaziçi Üniversitesi master tezim finansal ekonometri alanındaydı, burada yaptığımız empirik çalışmada Türkiye modelinde dalgalı kur rejiminde döviz kurlarını etkileyen faktörlere baktığımda, enflasyon gibi birçok makro değişken arasında, en çok cari açıktaki yükselişin döviz kuru üzerinde anlamlı yüksek bir etkisi olduğunu görmüştüm. Bunun son kertesi olarak, cari açık finansmanının Merkez Bankası rezervlerinden geldiğini düşünürseniz telafi edilemez bir döviz krizi yaratma riskinden bahsedebilirim. Bu konunun yarattığı endişe, bu hafta başında aynı gün “Merkez Bankası Kapalıçarşı’dan döviz topluyor” söylemleriyle büyüdü. Cari işlemler dengesinde görülen yüksek cari açığın sürdürülemez olduğu yorumunu twitterda veren bir isim de Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Ünalmış idi. Hemen son açıklanan rakamlarla ilgili akademisyen bakış açısıyla yorumlarını almak için bir söyleşi rica ettim kendisinden. Hocamıza kulak verelim: Neden Şubat ayında 10 yılın en yüksek cari açığı ile karşılaştık? Bunun birkaç tane sebebi var. Bunlardan bir tanesi, şu anda cazip olan borçlanma koşulları. Bu cazip olan borçlanma koşullarıyla birlikte tüketiciler, özellikle yüksek enflasyon ortamında düşük faizi bir avantaj olarak görüp borçlanarak, ileride yapacakları tüketimi günümüze çektiler. Tüketici kredilerindeki artıştan gözlemliyoruz ki tüketiciler borçlanıyor. Tüketici kredilerinde artış çok yüksek. Taşıt kredilerinde yüzde 200’e yakın, kredi kartlarında yüzde 170’e yakın artış var. Onun dışında, özellikle ticari kredilerin verilmesi konusunda bir faiz baskısı var. Bankalar belli bir faiz oranı üzerinde verdikleri krediler için ekstra hazine tahvil kâğıdı tutmak zorunda. Bireysel kredilerde ise bankalar kar edebiliyor bu da bankaları ticari kredi vermek yerine tüketici kredisi vermeye itiyor. Yani bir yandan talep tarafında tüketiciler açısından kredi almak cazip iken diğer tarafta arz tarafında tüketici kredisi vermek bankalar açısından cazip. Dolayısıyla böyle bir dengede tüketici kredilerinin artması kaçınılmaz. Bu artan tüketici kredileri de bize artan ithalat olarak her halükarda geri dönüyor. Onun dışında yüksek enflasyondan korunma eğilimi, hem alt hem de üst gelir grubunda, yine dış ticaret dengesini etkiliyor. Fiyatı dövize bağlı olan (otomobil gibi) ürünlerde talep çok yüksek. Bireyler, tasarruflarını enflasyon karşısında otomobil alarak korumaya çalışıyorlar. Böyle bir tüketici eğilimi var. Şu anda bayilerde sıfır otomobil yok. Çünkü çok fazla talep var. Bireyler bu şekilde yatırım yapılıyor. En azından fiyatı enflasyon kadar artan bir yatırım aracı olarak görülüyor. Bunları kredi kullanarak alan da var, direk tasarrufunu otomobil alarak kullanan da var. Otomobil, yerli üretim bile olsa,  nereden baksanız yüzde 40-50 arasında ithal girdi kullanan bir sektör. Otomobil ithalatı gibi kalemler dış ticaret açığını artırıyor. Onun dışında yılın ilk üç ayında yapılan altın ithalatının 11 milyar dolara ulaşması cari açığı artıran bir baskı yarattı. Tasarruf sahipleri hem enflasyondan korunmak hem de dövize bir alternatif olarak gördükleri için tercihlerini altın yönünde kullanıyorlar. Bir başka deyişle, mevduat gibi geleneksel tasarruf yöntemleri altın, otomobil gibi tasarruf tercihlerine rakip olamayınca cari açık arzu etmeyeceğimiz kadar yüksek seyrediyor. İHRACATTA SEKTÖREL AYRIŞMAYA DİKKAT İhracat tarafında da bir azalma olduğunu söyleyebiliriz değil mi? İhracat tarafında, rekabet gücü ve katma değeri yüksek olan sektörler hala ihracat yapabiliyorlar. Ama rekabetin çok yüksek olduğu tekstil gibi sektörler zorlanmaya başladılar. Dolayısıyla ihracatta da sektörel bir ayrışma var. Yani daha zayıf performans gösteren sektörler var. Rekabet gücü zayıf olan sektörler fiyat avantajıyla da rekabet ediyorlar, son altı ay içerisinde TL’nin değer kazanıyor olması onları zorlar hale geldi. Bu da ihracat performansımızı düşürüyor tabi. Bunların hepsi bir araya gelince dış ticaret açığındaki artış kaçınılmaz oluyor. Alınan tüketici kredileri ithalata çok gitmiş anlaşılan Otomobilde ilk üç aylık ithalatın geçen yıla göre %70, elektrikli makine ve cihazların ithalatının %40 arttığını görüyoruz. Özellikle dijital ürünlere, elektronik ürünlere ithalat eğilimi yüksek. Para daha çok oraya gidiyor. Cep telefonu, bilgisayar gibi ürünlere talep yüksek.  Bunlar da cari açığımızı artıran faktörler. En kötü olanı da bu açığın rezervlerden karşılanıyor oluşu.. Yılın ilk iki ayında cari açık 18,8 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Bu açığın 14 milyar dolarının rezervlerden karşılanmış olması geçmişe kıyasla çok yüksek bir oran. Normal koşullarda, çok anormal bir durum olmadığı sürece cari işlemler açığın, finans hesabı kalemlerinden karşılanmasını bekleriz. Dış borç alınabilir, portföy yatırımları artabilir, doğrudan yabancı yatırımlar gelir, buradan elde ettiğimiz döviz ile ithalat yaparsınız. Rezervler, esasen, zor zamanlar içindir. Bunlar Merkez Bankası’nın resmi rezervleridir ve zor zamanlardaki ihtiyacı karşılamak için tuttuğumuz ihtiyati bir paradır. Yani tüketimi finanse etmek amaçlı tutulan bir para değildir. Mevcut durumda ise, özellikle sermaye hesabı tarafında döviz girişinin sınırlı hatta çıkışının olduğu bir ortamda tüketimi devam ettirebilmenin tek yolu Merkez Bankası rezervleri oldu. SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL Sizin sürdürülebilir değil dediğiniz durum rezervlerden karşılanması mı yoksa cari açığın bu kadar yüksek olması mı? Her ikisi de sürdürülebilir değil. Birincisi ilk iki ayda oluşan cari açık çok yüksek, haliyle Cumhuriyet tarihinde rekora işaret ediyor. Bu kadar yüksek bir açığın rezervlerden karşılanması da sürdürülebilir değil. Bu yüksek cari açığın geçici olduğunu varsaysak bile bu kadar yüksek bir kısmını rezervlerden karşılamıyor olmamız gerekir. Normal koşullarda yüksek cari açık aslında yüksek sermaye girişi ile ilişkilendirilir. Örneğin 2011 yılında olduğu gibi, 2012 yılında olduğu gibi, o dönemde Türkiye’ye çok yüksek yabancı sermaye girişi vardı ve onun yarattığı ekonomik aktivitedeki canlılıkla bir yüksek cari açık oluşmuştu. Ama zaten bunun finansmanı geldiği için o dönemde rezervlerimizi bile artırmıştık. Yani o kadar çok sermaye girişi vardı ki o dönemde yüksek cari açığa rağmen rezervlerde artış da yaşanmıştı.  Şimdi ise ülkeye sermaye girişi çok kısıtlı ama cari açığımız yüksek, bu yüzden de rezervlerimizden karşılıyoruz. Sonuçta sonsuz rezervimiz yok. Sonsuz rezervinin olmadığı bir ortamda bu dengenin sürdürülebilmesi mümkün değil. Ne yapar? Döviz kurunu patlatma gibi bir sonuç yaratır mı? Daha az maliyetli olan yöntem, bir kur atağından önce ekonomik dengelerin politika yapıcıları tarafından sağlanmasıdır. Normalde, kurlarda çok sert bir harekete girmeden ekonominin kendisini dengelemesini bekleriz. Yani iç talebin yavaşlamasını, ithalatın azalmasını ve cari açığın dengelenmesini bekleriz. TL’de sert değer kaybı ile dengelenme daha maliyetli bir süreçtir.  Türkiye bunu daha önce 94 yılında yaşadı, 2001 yılında yaşadı. Oluşabilecek maliyetleri kestirebilmek açsından önemli tarihler bunlar. Bu tür dönemler maliyeti daha yüksek dönemler. O yüzden özellikle seçimden sonra (çünkü seçime kadar bir değişiklik olmasını beklemiyorum) yeni bir dengelenme süreci olması gerektiğini söyleyebiliriz. KAPALIÇARŞIDA DÖVİZ SATILDIĞINA İNANMAZ ZOR Peki net hata noksan kaleminden karşılanan finansman için ne düşünüyorsunuz? Net hata noksan kalemi geçen yıl elimizi kolaylaştıran bir unsur oldu. Yurtdışından gelen ve fakat bizim ödemeler dengesi sistemi içerisinde yakalayamadığımız döviz girişleriyle döviz piyasasında bir rahatlama yaşandı ama bunun giderek azaldığını görüyoruz. Net hata noksan tarafında geçen yılki hareket yok ve önümüzdeki dönemde buradan ciddi bir finansman ihtimali görünmüyor. Bunun olmadığı bir ortamda cari işlemdeki açığı düşürmemiz lazım. İthalat ve ihracat dengesini tekrar kurmamız lazım. Peki, açığın rezervlerden karşılandığını öğrendikten sonra “TCMB Kapalıçarşı’da döviz toplamak için geziyor” haberleri yankılandı, bunu ne kadar doğru buluyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Merkez Bankası’nın Kapalıçarşı’dan ya da serbest piyasadan döviz aldığı yalanlandı. Ayrıca Merkez Bankası’nın piyasadan efektif alması için de bir sebep göremiyorum. Hem resmi açıklama sonucu hem de kişisel fikrim böyle bir şeyin olmadığı yönünde. Sunuş yorumum: Tabi ki Prof. Ünalmış, bu konuda İletişim Başkanlığı’ndan den gelen bilgi üzerine yorum verdi. Ancak neden “Merkez Bankası Kapalıçarşı’da döviz topluyor” dedikoduları yükseldi diye de düşünmek gerekir. Zira uzun zamandır elinde tuttuğu dövizde kayıplar yaşayan bir Merkez Bankası gözlemliyoruz. Öte taraftan beklentim dâhilinde olan USDTRY (Dolar/TL) kuru geçen haftayı 19,20 seviyelerinde kapatırken bu hafta zirvelere, 19,40 seviyelerine yükseldi. Bir yandan da cari işlemler açığını artıran altın ithalatı soru işareti olmalıdır. Yılın daha ilk iki ayında 8.9 miyar dolarlık altın ithalatı olmuş. Altın ithalatı, otomobil ithalatı gösteriyor ki, dövize kaçış, bu sefer mevduat yoluyla değil, farklı yollarla gerçekleşiyor. Güya üretim artırmak için sağlanan düşük kredi faizleri döviz talebini farklı yollarla artırıyor. Bu sefer güven eksikliğini mevduatlarda görmüyorsak tüketim şeklindeki yatırım tercihlerinde gözlemliyoruz.  Yani mevduat yoluyla değil krediler yoluyla döviz kurunu ve Türk lirasını olumsuz yönde etkilediğini göreceğiz. Kapıdan değilse bacadan misali. Bu sefer döviz kuru üzerinde etkiyi gecikmeli görürüz ama bu etkinin kur üzerinde ani ve sert olması ihtimali daha fazla. Tablo bize net bir şekilde esas sorunun güven eksikliği olduğunu gösteriyor. Hükümet bir yandan dövizde duran mevduatı önlemek Türk lirasını teşvik etmek için bir dizi önlem alırken, vatandaş buna karşı projeler geliştiriyor. Finans mühendisliğiyle geliştirilen önlemlere karşı olan finans mühendislikleri her zaman ortaya çıkar. Ekonomide istikrar yaratma yolu kaçış projeleri geliştirmek değil güven yaratmak olmalıdır. O zaman zaten istikrar kendiliğinden gelir.