Pazar Politik Gündem

Çar çıplak

Abone Ol
Hızla tırmanan gerilim, Putin gibi strateji dehasıilan edilen bir lider için bile beklenmedik bir gerçeği gün yüzüne çıkardı: Ukrayna üzerinden ayrıştırmaya çalıştığı Batı dünyası, kendisine karşı yek vücut haline geldi. Görkem Dirik Ukrayna krizindeki son gelişmeleri yazdı Masalar kuruldu. Uzun masalar… Daha da uzun masalar… Masaların boyu uzadıkça, müzakerelerin süresi de uzadı. Ve masalar aniden buharlaştı. Anlaşıldı ki, sahada istediği ‘boy gösterisini’ yapamayan Çar, masaların boyunu uzatarak prestijini kurtarabilme derdindeydi. Zihinlerin idrak ettiği fakat dillendirmeye korktuğu gerçek ise ‘Çar’ın çıplak’ olduğuydu. Bu ‘bilinçli körlük, Çar ile tebaasının etrafındaki kıskacı her geçen gün biraz daha daraltmaktaydı. Zira tarih bilimi, gözlerin gördüğü ve vicdanların haykırdığı gerçeklerin sesli bir şekilde ifade edilememesinin, halkları ve devletleri nasıl adım adım uçuruma sürüklediğinin çeşitli örnekleri ile doluydu. Ancak ne Çar ne de etrafındakiler bu gerçeğe aldırış etmekteydiler. Ve hepsi göz göre göre uçurumun kenarındaki akıbetlerini beklemeye geçtiler. ALEA IACTA EST (OK YAYDAN ÇIKTI) Ukrayna krizinin kademeli olarak Rusya’nın kendi krizine dönüştüğü bir haftayı geride bıraktık. Bilhassa kendi kurduğu ‘savaş tuzağına’ düşmesine ve/veya düşürülmesine ramak kalmış olan Rus lider Putin, hem içerideki hem de dışarıdaki prestijini en az hasarla atlatabilmenin en optimal yolunu aramaya devam etti. Ancak Ukrayna-Rusya hattında hızlı bir şekilde tırmanan gerilim, Putin gibi erken yaşta‘strateji dehası’ ilan edilen bir lider için bile beklenmedik ve kabul edilmesi zor bir gerçeği gün yüzüne çıkardı: Ukrayna üzerinden ayrıştırmaya çalıştığı Batı dünyası, kendisine karşı yek vücut haline geldi. Krizin tırmanmaya başladığı günlerden itibaren tüm planlamasını ABD ile baş başa kalabilmek üzerine kuran Putin, son haftalarda NATO, AB, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Ukrayna sorunsalı nezdinde küçümsediği liderler ile muhatap olmak zorunda kaldı. Öncelikle, Alman Şansölye Olaf Scholz ile gerçekleştirdiği görüşme, Putin açısından tam bir hayal kırıklığıydı. Kuzey Akım 2 projesi üzerinden Berlin’i nötralize ettiğini varsaydığı bir özgüvenle masaya oturan Putin, Almanya’nın Ukrayna’nın yanında olduğunu net bir şekilde beyan etmesiyle ilk hayal kırıklığını yaşadı. Bilhassa ikili görüşmeler sonrası kameralar karşısına geçen iki lider arasındaki nazik ihtilaf, bu durumu çok net bir şekilde özetlemekteydi. Putin’in ‘Ukrayna ve Gürcistan’ın NATOya alınmayacağına dair yazılı güvence istedikleri beyanatına verdiği ustaca cevapta Scholz;“Siz daha ne kadar Rusya Başkanı olarak görevinizi icra edebilirsiniz bilemiyorum ancak sonsuza kadar başkan olamayacağınızı garanti ederim. Dolayısı ile, sizi temin ederim ki, ikimizin de başkanlık süresi boyunca Ukraynanın NATOya girmesi ihtimal dahilinde değildir” dedi. Bu beyanatı ile Rus lider Putin’in savaş ihtiraslarını besleyebileceği en önemli ‘kriz hattını’ tıkayan Scholz, açık bir şekilde ‘niyetiniz savaş ise başka bir bahane üretin’ mesajını verdi. Bu, Çar’ın ilk yenilgisiydi. Bir diğer önemli gelişme de, doğalgaz ve petrol ihracatını Avrupa üzerinde ‘Demokles Kılıcı’ gibi sallandıran Rusya’nın, bu ayrıcalığını bir tehdit unsuruna dönüştürmesine karşı alınacak önlemlerin açıklanmasıydı. Bilhassa ABD Başkanı Biden’ın Avrupa ülkelerinin gaz ihtiyacını karşılamak için gerekli desteğin verileceğini söylemesi, Rusya açısından nahoş bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Bu konuda en çarpıcı açıklamanın, Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen’den geldi. AB’nin Rusya’ya karşı ilk defa ‘dişini göstermeye başlaması olarak da değerlendirilebilecek bir açıklama yapan Leyen, Rusya’nın kapalı kapılar ardından gazı kesebileceği tehdidinin AB’yi enerji kaynaklarını çeşitlendirme konusunda teşvik ettiğini ve ‘hali hazırda Rusyanın kesinti yapabilme ihtimaline karşı hazırlıklı olduklarını’ vurguladı. Ek olarak, Ukrayna’nın olası işgalinde, Rusya’nın neredeyse tamamen AB’ye bağımlı olduğu yüksek teknoloji ürünlerinin (hi-tech) Rusya’ya ithalatına da yasak getirileceğini söyleyen Von der Leyen, böylece Putin’e AB’yi de karşısında bulacağını açıkça belirtmiş oldu. Bu, Çar’ın ikinci yenilgisiydi.
Rusyanın neredeyse tamamen ABye bağımlı olduğu yüksek teknoloji ürünlerinin (hi-tech) Rusyaya ithalatına da yasak getirileceğini söyleyen Von der Leyen, böylece Putine AByi de karşısında bulacağını açıkça belirtmiş oldu. Bu, Çar’ın ikinci yenilgisiydi.
Buna rağmen Rus lider, gelişmiş ve medeni dünya ülkelerine karşı yürüttüğü ‘ben tek, siz hepiniz’ stratejisini sürdürmekte kararlıydı. Kremlin’in bu inatçı zıtlaşması, akıllara Sovyetler Birliği’nin son 10 yılını getiriyor. Kaybettiğini anlayan fakat bunu kabullenip dile getirmekten çekindiği için gerekli önlemleri alamayan SSCB’nin elinde kalan tek enstrüman olan askeri güç, uzun vadede kendisinin de sonunu getirmişti. Bilhassa askeri güç üzerinden oluşan aşırı özgüven nedeniyle saptanamayan yanılgılar, SSCB için Afganistan felaketini doğurmuştu. Kremlin’in de kendi kendisini sürüklediği Ukrayna macerasının, SSCB’nin sonunu getiren benzer dinamiklere doğru evirildiğini öngörebiliriz.  Nitekim, Putin Rusya’sının da ‘sert güç’ enstrümanları ile AB, ABD ve NATO’yu 1997 yılındaki dengelerin yeniden tesisine zorlamaya çalışması, bu durumun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Lakin, Kremlin açısından pek ümit vaat etmeyen Doğu Avrupa’yı ‘NATOSUZLAŞTIRMAK’ ve/veya ‘Finlandiyalaştırmak’ planı şimdilik ters tepti. Zira başta ABD, İngiltere, Almanya ve Kanada olmak üzere, son haftalarda Baltık ülkeleri ve Polonya gibi Rusya’ya sınırı bulunan Doğu Avrupa ülkelerine 10.000’den fazla NATO askerinin konuşlandırıldı. Kendisine karşı askeri hareketliliği arttıran ve bölgenin artan bir şekilde silahlanmasına sebebiyet veren Putin’in ise, Rusya’yı çevreleyen bütün ülkeleri ‘Ukraynalaştırdığını’ söyleyebiliriz. Bu, Çar’ın üçüncü yenilgisiydi.
Kendisine karşı askeri hareketliliği arttıran ve bölgenin artan bir şekilde silahlanmasına sebebiyet veren Putinin ise, Rusyayı çevreleyen bütün ülkeleri Ukraynalaştırdığınısöyleyebiliriz. Bu, Çar’ın üçüncü yenilgisiydi.
Ukrayna cephesinde ise durdurulamaz bir şekilde yükselen Rusya antipatisi, Putin için geri döndürülemez bir mahiyet aldı. Rusya merkezli oluşan bu antipatinin seçkin bir Ukrayna kimliği oluşumunda ana motivasyon haline dönüştüğünü söylemek mümkün. Dahası, Rusça konuşmayı tercih eden Ukraynalıların bile, Kremlin’e karşı yürütülen kolektif savunmada Kiev’in yanında yer almaları, Putin için oldukça düşündürücü. Bu durumun Rus lider açısından vahametini ise, Rusya’nın Ukrayna’daki Rusça konuşan insanlar üzerindeki ‘yumuşak güç’ kaybı hattından okumak faydalı olabilir. Zira böylesi bir gerçeklik, hibrid bir müdahale ile Zelenski hükümetini Rus yanlısı bir hükümet ile değiştirme ihtimalini, Putin açısından neredeyse sıfırladı. Ukrayna’nın Rusya ve Beyaz Rusya ile olan bütün sınırlarını 190.000 kişilik ağır silahlarla donatılmış bir ateş çemberi ile çevreleyen Putin’in, başlangıç planlamasını Kiev’i bir akrep kıskacına almak olduğu, an itibari ile daha net görülüyor. Yoğun askeri yığınak ile çevrelediği Ukrayna ve Zelenski hükümetini uzun bir süre çaresizlik içerisinde bırakarak, Ukrayna’nın zehirli iğnesini kendisine batırmasını bekleyen Kremlin’in, bu öngörüsünün de gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Aksine, bütün bu çevrelemenin ortasında dahi, Kiev’e artarak devam eden finansal yardım ve Borispol Havalimanı’na iniş yapmaya devam eden askeri kargo uçakları, Ukrayna ordusunun silahlanmasına hız verildiğini gösteriyor. Bu durum, olası bir işgalde Putin’e ödetilecek bedeli her geçen gün daha da yukarı çekiyor. Dahası, geçtiğimiz çarşamba günü Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski tarafından imzalanan ‘Devlet Güvenlik Stratejisi’ içerisinde yer alan en önemli madde, Rusya’yı Ukrayna için ‘ana tehdit’ olarak betimlemesiydi. Gerek ABD Başkanı Biden’ın cuma akşamı yaptığı açıklamada Putin’in Kiev’e saldıracağını öğrendiklerini beyan etmesi, gerekse de Zelenski’nin her türlü saldırıya karşı sonuna kadar mücadele edileceğini açıklaması, Putin’in savaş retoriğinden kazanım elde edebilme yollarını kapatmış gözüküyor. Rus liderin Ukrayna’ya karşı girişilecek savaş için kendi halkı arasında yürüttüğü ‘rıza imalatı’ (manufacturing consent) sürecinin de pek başarılı olduğu söylenemez. Putin’in her fırsatta dile getirdiği kardeşlik vurgusu ve Ukrayna ile ‘tek millet iki devletolduklarına yönelik sloganına rağmen sürdürülen savaş söylemi, Rus halkı nezdinde “kardeş kardeşi öldürür mü?” sorusunun sorulmasına ve Ukrayna ile olası bir savaşın tutarsızlık olarak algılanmasına sebebiyet veriyor. Bütün bu gerçekler ışığında, Rus liderin artık ‘oyun kurucu’ statüsünden, rolünü oynamak zorunda olan ‘oyuncu’ statüsüne indirgendiğini varsayabiliriz. Bu da, Çar’ın dördüncü ve en ağır yenilgisiydi. SI VIS PACEM PARA BELLUM – BARIŞ İSTİYORSAN SAVAŞA HAZIRLAN Geçtiğimiz hafta başında kameralar önünde Rus lider Putin’in, Dışişleri Bakanı Lavrov ile gerçekleştirdiği ‘iki kişilik monologu oldukça ilginç görüntülere sahne oldu. Putin’in canlı yayında yönelttiği ‘batı ülkeleri ile müzakere şanslarının olup olmadığını’ sorusuna, Lavrov “diplomasiye devam edilebilir” yanıtını verdi. Bu noktada ABD yerine topyekûn Batı ülkeleri atfı yapılması, Rusya’nın mevcut gerçekler ile yüzleşmeye başladığı ve diyalog yolunu seçebileceği ümitlerini arttırmıştı. Lakin, bu gösterinin bir tiyatrodan ibaret olduğunun anlaşılması uzun sürmedi. Çar, barışı tesis etmek için savaşa hazırlanıyordu. Daha önce kaleme aldığım bir yazıda, Putin’in tek çıkış yolunun Donetsk ve Luhansk üzerinden kurgulanacak bir strateji ile olabileceğine dikkat çekmiştim. Zira geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmeler, Rusya’nın böyle bir yol tercih etmiş olabileceğinin güçlü sinyallerini verdi. Özellikle Rus Duma’sında Başkan Putin’in onayına sunulmak üzere hazırlanan, Donetsk ve Luhansk’ın bağımsızlığını tanıyacak yasa tasarısının 17 ret oyuna karşılık 351 evet oyu ile kabul edilmesi, bu durumun önemli bir göstergesi olabilir. Ancak söz konusu bu yasa tasarısının onayı ile Rusya, altında imzası olan I. ve II. Minsk Antlaşmaları’nı resmen ihlal etmiş sayılabilir. Zira 2014 ve 2015 yıllarında olmak üzere, iki kere güncellenen antlaşmanın maddelerinden bir tanesi de ‘özel statü’ imtiyazı karşılığında Donetsk ve Luhansk bölgelerinin Ukrayna toprağı olarak tanınmasıydı. Lakin, 1994 yılında imzaladığı Budapeşte Memorandumu uyarınca, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğini tanıyan Rusya’nın, 2014 yılında işgal ettiği Kırım ile bu antlaşmayı ihlal ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, Minsk Antlaşması’nı da ihlal edebileceğini varsayabiliriz.
18 Şubat günü Rusyaya bağlı ayrılıkçı grupların, Donbass bölgesinin Ukrayna ordusu tarafından bombalanmaya başladığı haber ve videolarını yayımlaması, Rusyanın olası hareket için düğmeye bastığının kanıtı olabilir.
Putin açısından, altında imzası olan Minsk Antlaşması’nın uzun zamandır herhangi bir anlam ifade etmediğini belirtmek gerekiyor. 2019 yılından günümüze kadar geçen sürede, Donetsk ve Luhansk bölgelerinde yaşayan yaklaşık 600.000 insana usulsüz bir şekilde dağıtılan Rus pasaportları bunun en önemli göstergesi olabilir. Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov’un da bu gerçeği kabul ettiğini hatırlatmak gerekmektedir. Bu durum ise, Minsk Antlaşması’nda yer alan adil ve şeffaf bir ‘halk oylamasını’ (plebiscite) neredeyse imkânsız kıldığından, statükonun değişimini askeri bir müdahaleye indirgemektedir. Nitekim çok geçmeden, Ukrayna’nın Donbass bölgesine bir saldırı başlatabileceği haberlerinin bilinçli bir şekilde yayılması ve Putin’in, Ukrayna ordusunun bölgede bir soykırım hazırlığında olduğu beyanatları 1 gün içerisinde meyvesini verecekti. 17 Şubat akşamı Rus Dışişleri Bakanlığına çağırılan ABD Moskova Büyükelçisi Sullivan’a iletilen ve Rusya’nın güvenlik taleplerinin Batı tarafından reddedilmesine cevaben hazırlanan mektup, tam olarak bu meyvenin hasatı niteliğindeydi. Mektuptaki ‘Rusyanın güvenlik endişelerinin giderilmemesi durumunda askeri yöntemlere başvurabileceği’ ibaresi, Rusya’nın ‘diplomasi kanallarını’ tıkama hamlesi olarak görülebilir. Nitekim, 18 Şubat günü Rusya’ya bağlı ayrılıkçı grupların, Donbass bölgesinin Ukrayna ordusu tarafından bombalanmaya başladığı haber ve videolarını yayımlaması, Rusya’nın olası hareket için düğmeye bastığının kanıtı olabilir. Bütün bu gelişmeler Rusya’nın bütün riskleri göze aldığını ve herhangi bir ‘sahte-bayrak operasyonuna ihtiyaç duymadan hareket edebileceğine işaret ediyor. Putin’in kendi şahsi geleceğinin yanında bütün bir ülkenin geleceğini de riske atmasının nedenlerine ışık tutmak yerinde olabilir. Putin için Ukrayna’nın 3 ayaklı bir sorunsal olduğunu belirtmek gerekir. Bunlar;
  1. AB ile Rusya arasındaki ticaret ve medeniyet üstünlüğü üzerinden oluşan çekişme
  2. NATO ile askeri üstünlük mücadelesi
  3. SSCB yıkılması sebebiyle ABD ile oluşan tarihi nefretler ve küresel üstünlük çekişmesi
Ukrayna krizinin bu paradigma üzerinden değerlendirilmesi, Rusya’nın dış politika kodlarını anlayabilmek adına daha bütüncül ve sağlıklı bir yaklaşım sağlayabilir. SSCB’nin yıkılmasıyla post-Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan ‘Donmuş Krizlerden maksimum avantaj sağlayarak doyuma ulaşan Rusya’nın, artık yeni bir doyum noktası tesis etmesi gerekiyordu. Bu da Kremlin için donmuş krizleri eritmesini zorunlu kılmaktaydı. Gürcistan’ın işgal edildiği 2008 yılından itibaren yeni Rus dış politikasının Suriye, Libya, Moldova ve hatta Karabağ üzerinden oluşturduğu stratejinin, proaktif bir şekilde hareket ederek ‘Krizlerin Kaynatılması’ üzerine kurguladığını öngörebiliriz. Neticede Rusya’nın gittikçe yalnızlaştığı ve sürekli bir etki alanı kaybına uğrayarak zayıfladığını belirtmek yerinde olacaktır. Öyle ki, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin bugün (Cumartesi) yaptığı açıklamada ‘Ukrayna dahil bütün ülkelerin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunduklarını’ beyan etmesi Rusya’nın bütün dayanaklarının bir bir eridiğinin göstergesi olabilir. En trajik olan ise bu açıklama ile Rusya’nın Batı’ya karşı en önemli müttefiği olarak gördüğü Çin’in ‘Çar Çıplak gerçeğini dile getirerek Rusya’nın yüzüne vurmuş olabileceğidir.