Çalışma  saatlerini düşürerek istihdamı artırmak mümkün mü? - 1

Abone Ol
Dünyada gelişmiş kimi ülkelerde uygulanan düşük çalışma saatleri” istihdam artışını ne kadar sağlıyor? Alanının uzmanı iktisatçı ve ekonomistlere çalışma saatlerinin düşük olması halinde istihdamın artıp artmayacağını ya da istihdam artışına ne kadar katkı sağlayacağını sorduk. Geçtiğimiz günlerde Cem Oyvat hoca Gazete Duvar’daki yazısında (https://www.gazeteduvar.com.tr/calisma-saatlerini-dusurursek-ne-olur-haber-1576884 ), Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’ın bir televizyon programında yaptığı konuşmadan hareketle   “çalışma saatlerini düşürerek istihdamı artırmak mümkün mü?” sorusunu ele aldı. Ben de Oyvat’ın bu yazısından hareketle söz konusu soruyu tartışmaya açmak istiyorum. Her ne kadar Erkan Baş’ın iddia ettiği gibi kapitalist sistemde çalışma sürelerindeki azalışın istihdamda birebir artışa neden olacağı söylenemese de olası olumlu istihdam etkilerini düşünmek gerekir kanaatindeyim… Keynes 1931’de yayınlanan Torunlarımızın Ekonomik Olanakları makalesinde, yüzyıl sonrası için gayet iyimser öngörüler yaparak çalışma saatlerinin çok kısalacağını ileri sürmüştü. Kapitalizmin iktisadi problemi çözerek belli bir bolluk düzeyine ulaşılacağına ve çok çalışmaya gerek kalmayacağını düşünen iyimser Keynes’in torunlarının karamsar olması için çok sebep var günümüzde. Özellikle de Türkiyeli torunlarının… Evet, kapitalizm bir bolluk yarattı ama dünya üzerindeki belli bir azınlık için. Çoğunluk ise çok çalışarak az kazanıyor ve Keynes’in makalesinde bahsettiği boş zaman (iyi yaşam) aktivitelerinin (şiir, resim, müzik, vs.) çoğunu yapamıyor. Çalışmanın kutsallığına inandırılmış modern dünya insanı yaşamak için çalışmıyor artık, çalışmak için yaşıyor diyebiliriz. Önümüzde bir seçim var ve seçimin sonucunu ekonominin kötü gidişatının belirleyeceği yönünde hâkim bir kanaat var. Yeni bir iktidarla ekonomik sorunların çözüleceğini düşünen iyimserlerin yanında güçlü bir paradigma değişimi olmadan kronik meselelerin çözülemeyeceğini bilen karamsar bir seçmen kitlesi de var. Hâlihazırda ülke yönetimine aday muhalefet partilerinin ekonomi programlarına bakıldığında bu karamsarlık azalmıyor maalesef. Çünkü bu programların rasyonel bakış açısıyla kuru, enflasyonu, CDS’leri kısa vadede düşürebilirsiniz ama gelir dağılımı, yoksulluk, işsizlik gibi toplumsal refahı olumlu yönde etkileyecek meseleleri çözmek radikal bir değişikliği gerektirir. Daha çok para kazanmak ve tüketmek güdüsü üzerine inşa edilen modern medeniyeti eleştiren Keynes’in torunları için tarif ettiği “iyi toplum” tahayyülü salt etkinliği hedef alan rasyonel ekonomik programlardan çok fazlasına ihtiyaç duyar. Çalışma sürelerinin kısaltılması bu anlamda radikal bir katkı yapabilir mi? İşte tartışmaya açmak istediğim konu bu. Değerli iktisat hocalarıma bu soruyu sordum ve aldığım yanıtları bu yazı dizisinde sizlerle paylaşmak istedim. ALİ ALPER ALEMDAR- Öğretim Üyesi, St. Francis College Çalışma saatlerinin düşürülmesi, doğrudan işsizliği azaltmasa da tam ve kaliteli bir istihdam politikasının en önemli parçasını oluşturabilir. Keza en verimli olduğu varsayılan kapitalist işletmeler, çok verimli kurumlar değildir. Kapitalist firmalar çalışanı ve emek süreçlerini denetleme adına, üretken emekten daha çok üretken olmayan yönetici ve denetleyici gibi pozisyonlara yatırım yapar. Uzun, yoğun ve düşük ücretli işler sadece iktisadi bir sorun değil aynı zamanda çok ciddi bir toplumsal problemdir. Dolayısıyla çalışma saatlerinin düşürülmesi önemli bir politikadır. Yalnız tek başına yeterli değildir. Yanında ciddi bir kamu istihdam politikası ve klasik kapitalist şirketlerden işçi kooperatiflerine doğru geçisin sağlanacağı teşvik programları gereklidir. Çalışma saatlerinin düşürülmesi, böylesi bir dönüşüm stratejisinde yer aldığında etkisi sadece istihdam üzerinde olmayacaktır. Ayrıca, yeni bir sosyal ve politik örgütlenmenin de önünü açacaktır. PROF.DR. AZİZ KONUKMAN OECD ülkelerinde her sekiz çalışandan biri haftada 50 saat veya daha fazla, yani çok uzun saatler çalışmaktadır. Bununla birlikte, söz konusu gösterge itibarıyla OECD ülkeleri içinde bazı ülkeler, ciddi anlamda ortalamanın üzerine çıkmaktadır. Haftada 50 saat veya daha uzun süreyle çalışanların oranının en yüksek olduğu ülkeler, Türkiye, Meksika, Japonya ve Kore’dir. Bu durum haftalık yasal çalışma süresinin üzerinde bir ortalama çalışma süresinin söz konusu olduğunu ve istihdamdakilerin sıklıkla fazla mesai yaptığını göstermektedir. Yapılan çalışmalar uzun çalışma sürelerinin şu üç sonucu doğurduğunu göstermektedir:
  1. Ülke ekonomisine net bir olumlu katkı sunamıyor,
  2. İstihdam artışı önünde bir engel teşkil ediyor,
  3. İş – yaşam dengesinin bozulması sonucunu doğuruyor.
Bu sonuçlar ilk kez resmi bir belgede Türkiye özelinde ayrıntısıyla ortaya konuyor ( 11.Kalkınma Planı İşgücü Piyasası ve Genç İstihdamı Özel İhtisas Komisyonu Raporu Ankara-2018, s.70-71 ve 77). İnsanı bedenen ve ruhen tüketen, sosyal hayatı yok eden uzun çalışma saatleri küreselleşme sürecine girildiğinden bu yana dünya işçi sınıfının yaşadığı en büyük problemlerden biri olarak karşımızda duruyor. 8 saatlik işgününün kâğıt üzerinde durmaya devam ettiği ülkeler de dahil olmak üzere, işçilerin günlük çalışma saati fiiliyatta 12-14 saate çıkıyor.
İnsanı bedenen ve ruhen tüketen, sosyal hayatı yok eden uzun çalışma saatleri küreselleşme sürecine girildiğinden bu yana dünya işçi sınıfının yaşadığı en büyük problemlerden biri olarak karşımızda duruyor.
Enselerinde sıcaklığını sürekli olarak hissettikleri işsizlik tehdidi, örgütsüz işçileri çaresizlik duygusuyla bu duruma boyun eğmek zorunda bırakıyor. Part-time olarak işe alınan işçiler bile günde 6-8 saat çalıştırılıyorlar. Hafta tatili, bayram tatili gibi olgularsa çoktan tarihe karıştı. Kuşkusuz bu sadece Türkiye işçi sınıfının yaşadığı bir sorun değil. Küreselleşme süreciyle birlikte Neoliberal politikaların amansızca hayata geçirildiği son kırk yılı aşkındır, sendikal örgütlülüğü tarumar olan işçi sınıfı tüm dünyada burjuvazinin ağır saldırıları altında inliyor ve iş saatlerinin uzatılması bu saldırıların ilk sıralarında yer alıyor.
Çalışma saatleri azaltılmalı, devlet nihai işveren olarak tam istihdamı hedeflemelidir. Kadınların aktif çalışma hayatında daha fazla rol almaları ve teşvik edilmeleri ise ivedidir. Bununla birlikte ücretlerde keskin bir iyileşmeye de acil ihtiyaç vardır.
Bu neoliberal politikalar sonucu 19.yüzyıl vahşi kapitalizm dönemindeki çalışma koşullarına yeniden dönülmesi nedeniyle, burjuvazi ile işçi sınıfı arasında yüzyıllardır süren mücadelenin başlıca kadim taleplerinden biri olagelmiş olan çalışma saatlerinin kısaltılması talebi yeniden güncel hale gelmiştir. Bu talebin emekçilerin yanı sıra sermaye çevrelerince de gündeme getirilmesi şaşırtıcı gelebilir ama ortada bir çelişki söz konusu değildir. Çelişkileri keskinleştiren bu tablonun sınıf mücadelesini daha da yükselterek sistemi tehdit eder boyutlara ulaşmasından endişe eden bu çevreler bu talebi dillendirerek önlem almışlardır. Nitekim bu talebin devletin resmi bir belgesine taşınması bu kesimlerin talebiyle mümkün olabilmiştir. DOÇ.DR. BAKİ DEMİREL- Yalova Üniversitesi Öncelikle Cem Oyvat’ın Gazete Duvar yazsına yönelik sosyal medya yorumum şu olmuştu: “Cem çalışma saatlerinin düşürülmesi istihdamı artırabilir demiş. Katılıyorum, ancak ücretlerde düşüş olursa bu artışın bölüşüm ve etkin talep üzerindeki olumlu etkilerini göremeyiz. Benim önerim hem çalışma saatleri azaltılsın hem de ücretlerde iyileştirilme yapılsın. Mümkündür... Türkiye ekonomisinin istihdam yapısıyla ilgili olarak kişisel düşüncelerim ise şöyle: Türkiye ekonomisinin üretim yapısı ve büyüme modelinin istihdam yaratmayan dövize bağımlı yani ithalata dayalı özellikler taşıdığını görüyoruz. Hormonlu büyüme dönemlerinde bile (2002-2016) işsizlik oranının %8 den daha düşük olmadığını da biliyoruz. Çalışma saatleri yüksek olmasına rağmen emekçi kesimin milli gelirden aldığı pay her geçen yıl azalırken, emekçi kesim giderek daha fazla yoksullaşmaktadır. Geniş işsizlik oranı çok yüksektir (%21.3), genç işsizlik oranı (%20) da çok yüksektir. Kadınların istihdam içindeki payı da görece çok düşüktür. Dahası işgücüne katılım oranları da düşük kalmaya devam etmektedir. Dolayısıyla emek piyasasına yönelik politikalar bölüşüm temelinde ve istihdamı arttırıcı, gençlere umut verici biçimde olmalıdır. Çalışma saatleri azaltılmalı, devlet nihai işveren olarak tam istihdamı hedeflemelidir. Kadınların aktif çalışma hayatında daha fazla rol almaları ve teşvik edilmeleri ise ivedidir. Bununla birlikte ücretlerde keskin bir iyileşmeye de acil ihtiyaç vardır. CEM OYVAT- Öğretim Üyesi, University of Greenwich Özellikle kapitalist bir ekonomide çalışma saatini 12’den 6’ye düşürmek, istihdamı birebir iki kat arttırmaz. Böyle bir politikanın üretkenlik ve toplam üretime olan etkisine de bakmamız gerekir.  Ancak bu, çalışma saatlerinin azaltılmasının istihdam üzerinde olumlu etkisi olmayacağı anlamına gelmiyor. Çalışma saatlerinin kısılması pek çok işteki emek ihtiyacını arttırarak, firmaları ve kurumları yeni işler yaratmaya zorlayacaktır. Tek faydası da bu değildir üstelik… Bugünün Türkiye’sinde, yasal çalışma saatlerinin azaltılması ve/veya firmaların yasal çalışma saatleri kısıtlamalarına uymaya zorlanması yoluyla haftalık ortalama çalışma saatinin düşürülmesinin 5 tane önemli faydası olacaktır: 1) İstihdamın artması. 2) Saatlik işgücü üretkenliğinin artması. 3) Gelir eşitsizliğinin çalışanlar lehine azalması. 4) Kadınların işgücüne katılımının ve istihdamının artması. 5) Beyin göçünün yavaşlatılması. Haftalık çalışma saatlerinin düşmesinin, saatlik işgücü üretkenliği üzerindeki olumlu etkisi pek çok akademik çalışmada da tespit edilen bir durumdur (mesela Collewet ve Sauermann, 2017). Bunun birkaç tane nedeni var. Öncelikle, daha az saat çalışan bir çalışanın daha az yorgun olacağı, mevcut çalışma zamanında işine daha iyi odaklanacağı düşünülebilir. Bu sayede çalışanın vereceği hizmetin kalitesi de artabilir. Dahası çalışma saatlerinin düşürülmesinin getireceği işgücü maliyeti artışı, işverenleri emek tasarrufu yapan teknolojilere yatırım yapmaya ve daha fazla sermaye yoğun olan bir üretime geçmeye zorlayacaktır.
  1. CÜNEYT AKMAN
Şu anda dünya nüfusu yaklaşık 8 milyar. Daha 1971 yılında sadece 4 milyardı. Yarım asırda 2 misline çıktı ve 20 yıla varmadan 10 milyarı bulacak. Bu son 50 yıl doğum kontrol yöntemlerinin oldukça gelişmiş olduğu ve yaygınca kullanıldığı bir dönemdi. Buna rağmen aynı zamanda dünya tarihinde nüfusun en hızlı çoğaldığı dönem... Şüphesiz bunu frenleyecek bazı mekanizmalar var ama çok yavaş ve genele yaygın değil. Ayrıca nüfus artış hızı azalması başka etkenlerle birlikte nüfusun ortalama yaşının artması ve yaşlı nüfusun toplam içinde hatırı sayılır bir paya erişmesine yol açıyor.
Haftalık çalışma saatlerinin düşmesinin, saatlik işgücü üretkenliği üzerindeki olumlu etkisi pek çok akademik çalışmada da tespit edilen bir durumdur (mesela Collewet ve Sauermann, 2017).
Diğer yandan sermaye yoğun teknikler birim işçi başına üretim miktarını hızla arttırırken, öğrenen makineler/robotlar üretim süreçlerinde gitgide büyük bir pay sahibi oluyor. İnsan işçilerin, makinelerin daha geç gireceği hizmet sektöründe yer bulmaları 100 yıldan beri süren "hizmet devrimi"ni de soruna çözüm olarak gösterse bile hem bahsettiğimiz demografik etkenler hem de makinelerin o sektörlere de artık daha hızlı giriyor oluşları, bu çarenin de kalıcı olmayacağına işaret. Bu durumda insan nüfusunun daha erken emekli olması veya işsiz yahut tüm nüfusa kamu tarafından temel gelir sağlanması çözüm gibi görülüyorsa da bu da aslında nihai çözüm değil. Meseleyi epeyce halledecek tek çözüm çalışma saatlerini azaltmak. Sorun şu ki mevcut ekonomik toplumsal sistemde sistemin bütünü için faydalı olan bir önlemin sistemin temeli olan firmaların her birisi açısından düşünüldüğünde mantıklı olmaması...
İnsan nüfusunun daha erken emekli olması veya işsiz yahut tüm nüfusa kamu tarafından temel gelir sağlanması çözüm gibi görülüyorsa da bu da aslında nihai çözüm değil. Meseleyi epeyce halledecek tek çözüm çalışma saatlerini azaltmak.
Bunu yapacak ilk firma rakiplerine karşı rekabette yenilir ve oyundan düşer. Mevcut toplumsal sistemin kamusal çıkarlarla özel çıkarlar arasındaki çelişkilerde kamu yararını öne çıkaracak mekanizmaları olduğu kadarıyla bile hem yetersiz hem de o mekanizmalar olduğu kadarıyla bile yavaş işleyen cinsten. Mevcut toplumsal sistemin bu yeteneksizliği benzer sorunların yaşandığı çevre, hatta silahsızlanma gibi konularda da kendini gösteriyor. Mevcut sistem varlığını sürdürebilirse eninde sonunda bu tür bir iş saati azaltmasına gitmek zorunda. Umalım ki bu büyük sosyal çöküntülere neden olmadan başarılabilsin. Ne var ki bu kez ekonomistlerin değil ama sosyolog ve psikologların ilgilenecekleri devasa bir sorun çıkacak: Artan boş saatlerin değerlendirilmesi... Burada insanların yaratıcılıklarını kullanabilecekleri bir sistem mi gelişecek yoksa 1984 romanındaki "prol yemi" çöp eğlencelerle boş vakit tüketilme endüstrisine mi teslim olunacak. Sanal gerçeklik uygulamalarında geçirilen paralel hayatlar "boş hayatları"ı unutturacak yeni bir uyuşturucu mu olacak? Sosyal düzenin yeni kavga alanı 19. ve 20. yy'daki gibi üretimde geçen saatler/alanlar üzerinde değil de artık boş zaman saatleri/alanları üzerinde mi yaşanacak? Hele o güne yaklaşalım onu da düşünürüz ama şu anda iş saatlerini düşürmek, kanımca, toplum reformcularının başlıca hedeflerinden biri, belki de birincisi olmalı. PROF.DR. İZZETTİN ÖNDER Ciddi bir sosyo-ekonomik sorun olarak yükselen istihdam meselesine zaman zaman önerilen, çalışma saatlerinin kısaltılarak çare arama formülü, bilebildiğim kadarıyla, şimdiye dek Türkiye dâhil hemen hiçbir ülkede uygulanmamıştır. Bu projenin aksa(tıl)masının bir sebebi reel iş zamanı ve verimliliğin düşüşü, diğer sebebi ise birinci sebebe bağlı olarak, artık değerde –kârda- oluşan azalmadır. İş çevrelerinden gelen itirazlar, dayandırılan her iki sebebe de bağlı olarak doğru ve geçerlidir. İleri sürülen sebebin birinci unsuru gerçek anlamda ulusal gelir kaybı –katma değer kaybı- olarak reeldir ve telafisi olanaksızdır. Sebebin ikinci unsuru ise, sermaye birikimi bağlamında parasaldır ve emek üzerindeki sömürü yoğunlaştırılması yoluyla kısmen ya da tamamen telafi edilebilir. Gerekçelerin birinci unsurunun telafisinin olanaksızlığı, vardiya geçişlerinde değişim ve intibak sürelerinde meta üretimi aşamasında yaşanan kayıpların gerçek olmasının sonucudur. Buna karşın, söz konusu reel kayıpların işverene parasal kayıp olarak yansıması kesin olmayıp, emek sömürü teknikleri ve ücret sistemi üzerinde oynanarak telafi edilebilir. Böyle bir yola girildiğinde istihdam düzeyi mekanik olarak yükseltilebilir, fakat bu durum bir yandan reel üretimin gerilemesi, diğer yandan da emek sömürüsünün derinleşip yoğunlaşması pahasına gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, problemin çözümü üzerinde düşünürken, toplumsal güç dengeleri bağlamında leh ve aleyhteki doğrudan ve dolaylı tüm sonuçların da dikkate alınması gerekir. İstihdam sorununu çözmeye ya da hafifletmeye yönelik alternatif istihdam koşulları arasında çalışma süresinin kısaltılması gündeme getirilebilir, hatta getirilmelidir de. Ancak sözü edilen kayıpların minimize edilmesi, hatta olanaklar çerçevesinde ortadan kaldırılması için vardiya değişimi kısa sürelere hapsedilmeyip, uzun zaman boyutlu bir model çerçevesinde ele alınmalıdır, kanaatindeyim. Önerim şöyledir: Çok sayıda emek timleri oluşturulup, vardiyalar ay ya da daha uzun süreli dönemler itibariyle uygulanabilir. Örneğin, bir üretim ünitesinin emek kapasitesi iki ya da daha fazla emek timinden oluşturulur ve her bir tim belirli süre için – örneğin, bir ay ya da daha uzun süreli- istihdam edilip, süre sonunda diğer tim devreye girer. Böylece, vardiya değişimlerinde yaşanan intibak süreleri ve frekansı birinci koşuldakine göre çok daha düşük olarak, reel üretim kaybı minimize edilebilir, hatta sıfırlanabilir de. İstihdamın yaygınlaştırılması amacıyla geliştirilebilecek tüm farklı sistemlerde ücret konusu gündeme gelecektir. Konunun daha da genişletilmesine yol açabilecek emek geliri meselesi gerek devre içi çalışanlar, gerek devre dışı timler, gerekse sermaye birikimi ve kamusal destek bağlamında, yürürlükteki sistemin ideolojisine bağlı olarak, güç ilişkileri ve sistemin meşrulaştırılması açılarından kamusal müdahalelerle farklı çözümlere kavuşturulabilir. Marksist –Jessop, O’Connor vs- ya da ana-akım siyaset ideolojisi çerçevesinde geliştirilecek ve uygulanacak formüller bu tartışmaların tamamlayıcısı olmakla beraber, ayrı bir tartışma konusu olarak bu çerçevenin dışında kalır.