İşte hepimizin hayalini kurduğu bu adil düzen için müzakere, müzakere için de mütareke şart.Burada kilit rol elbette muhalefetin. Muhalefet artık ezber sloganları, ergen söylemleri bir kenara bırakıp vakur bir duruş sergilemeli. İdare-i maslahat ile siyaset yapmayı bırakmalı. Pusulasının köşelerinin adalet, eşitlik, hürriyet ve kardeşlik olduğuna herkesi ikna etmeli. Kurucu iktidar olabileceğini ve toplumun her kesimini bu yeni nizamın paydaşı yapabileceğini göstermeli. İşte hepimizin hayalini kurduğu bu adil düzen için müzakere, müzakere için de mütareke şart. Kemal Kılıçdaroğlu’nun böyle bir arayış içinde olduğunu görüyoruz. Tezkereye hayır demesi, her fırsatta geçmişe dair özeleştiri getirmesi, helallik istemesi, Kürtlere ve muhafazakarlara el uzatmaktan imtina etmemesi bunu gösteriyor. Ama yetmez. Diğer muhalif liderler de aynı bilinçle hareket etmedikçe buradan yeni bir nizam çıkmaz. Muhalefetin tökezlediği yer tam olarak burası. Bazı liderler yeni nizamda kendi tonlarının baskın olmasını arzu ettikleri için hamasi nutuklara yenik düşüyorlar. Oysa geleceğe tonunu verecek olan şeyin ideolojiler, kimlikler değil evrensel ilkeler ve değerler olması iktiza ediyor. Aksi hal mevcut nizamın devamından başka bir anlam ifade etmiyor. İYİ Parti maalesef muhalefetin işini kolaylaştırmıyor. Halkın bir kesimini ötekileştirerek veya gözlerinizin önündeki adaletsizliklere ses çıkarmayarak bırakın Ömer’in adalet yolunu, düz yolda dahi yürüyemezsiniz. İktidara benzeyerek onu yenemezsiniz. İYİ Parti’yi sabote edenlere karşı Meral Akşener’in tüm cesaretiyle direnmesi gerekiyor. Yüz yıl önce düşen Abdülhamid değil bir zihniyetti ve akabinde gelenler bunu idrak edemedikleri için çöküş kaçınılmaz oldu. Şimdi de düşen Erdoğan değil bir zihniyet ve korkarım bunun farkında olmayanlar arasında muhalif siyasetçiler de var. Silivri’yi bir devre mülke çevirmenin, yapılmış atamaları aynı usulle yani bir gecede tasfiye etmenin veya üçlü-beşli çetelere kayyum atamanın kimseye faydası yok. Devlet hazinesinin uğratıldığı ekonomik zararların hesabını hukukun sınırları içerisinde, yargılamaları siyasallaştırmadan, magazinleştirmeden sormak; atamaları liyakate dayalı bir süzgeçten geçirmek vatana millete borcumuz. Ama sadece bu kadar. Ötesi yok. Hülasa, muhalefet cenahında ittifak şablonları nasıl olursa olsun, kim kiminle hangi ittifaka girerse girsin, yöneldikleri istikamet bir olmadıkça ve mütareke niyetini barındırmadıkça varılacak menzil en iyi ihtimalle sarhoş edici bir seçim zaferi ve akabinde gelecek kaos ortamından başka bir şey olmayacak. Kara kışlardan, kavgalardan, çekişmelerden, ayrıştırmalardan ve sürekli bir kesimin diğerini hor görmesinden yorgun düştü toplum. Birileri milli-dini duyguları istismar etmeye, kutuplaştırmaya devam ededursun. Malum herkes karakterinin gereğini yapar. Muhalefet bu dile misliyle karşılık vermeden ama karşısında durarak cevap vermeli. Yenileni olmayan bir seçim zaferi ve kimsenin ötekileştirilmediği bir Türkiye ancak böyle mümkün. Büyük mütareke birimizin veya birilerinin değil hepimizin kurtuluşu.
Büyük mütareke ve yeni nizam
Muhalefet ezber sloganları, ergen söylemleri bir kenara bırakıp vakur bir duruş sergilemeli. Kurucu iktidar olabileceğini ve toplumun her kesimini bu yeni nizamın paydaşı yapabileceğini göstermeli.
Zulüm dört bir yanı sindirmeye çalışıyor. Yasama işlevsiz, yargı iradesiz. Devlet idaresizlikler içinde çalkalanıyor. Kimi asırlık, kimisi asrı aşkın köklü kurumlar çürümeye terk edildi. Rüşvet kamuda kol geziyor. Rant iktidarın rutini olmuş. Atamalarda liyakat hak getire. Hazine deseniz tam takır kuru bakır. Türk lirasının pul kadar değeri kalmadı. Halkın vergileri, tüyü bitmemiş yetimin hakkı, israf ve sefahate kurban ediliyor. Halk ise bu ahvalin yarattığı adaletsizlik ve sefaletin altında eziliyor.
Türkiye büyük bir yol ayrımının kavşağına frenleri patlamış halde hızla ilerliyor. Rutin bir iktidar değişimine sahne olacak sıradan bir seçime gitmiyoruz. İktidarı meydana getiren zımni ittifakların, kaybedecekleri bir seçimin ufukta görünmesi halinde neler yapabileceklerini az çok tahmin ediyoruz.
Bu sebeple seçimleri kazanmanın ötesine geçmeli, iktidarı ve bileşenlerini, kaybedeceği seçimlere girmeye zorlayacak iklimi yaratmalı. Bu da muhalefete oy vermeyecek dahi olsa iktidar seçmenlerine güven hissini, zımni müttefiklerine ise mütareke ruhunu vererek olabilir. Hırsa, öfkeye gerek yok. İntikam arzusu en haklı ruhu dahi zedeler, zehirler. Lakin bu adaletsizliklerin üstü örtülecek demek de değil. Bilakis en adil şekilde hükmedilecek.
Devlet denilen mefhum tek başına Kemalistlere yar olmadı, milliyetçiye veya İslamcıya da olmayacak. Kürt’ün ve Alevi’nin aynı anda yareni olmayacak bir devlet hiçbir zaman huzur bulmayacak. Ya hep beraber yaşamayı, ekmeği de iktidarı da bölüşmeyi öğreneceğiz ya da kısır bir döngü içerisinde sırasıyla acılara talim yaşamaya devam edecek ve maalesef böyle böyle tükeneceğiz.
Ruhunu bir asır öncesinin paranoyalarının yoğurduğu, şeklini şemailini 12 Eylül’ün kurduğu müesses nizamın hasta iktidarı ayakta durmakta zorlanıyor. Çeşitli illetlerin esiri olmuş, kuvvet ve takatten düşmüş vaziyette. Ama bu demek değil ki zehrinden bize akıtmayabilir. Giderken yanında bizleri de götürmeyebilir. En büyük tehlike ona duyulan öfkeye yenik düşmemiz.
Siyasi mücadele, düzeni yönetenlerin söylemleri, dili ve üslubu ile değil bizzat bunlara karşı yürütülendir. Bunun için de tekâmülcü bir akış şart. Geleceğe şeklini verecek olan şey mevcut zamanın sancıları, acıları ve bizlerin bunlara gösterdiği tepkiler olacak.