Bülent Bulduk yazdı | Savaş rejimine teslim olmak ile olmamak arasında 24 Haziran seçimleri

Abone Ol
İçeride savaşan Devlet 90’lı yılların başından itibaren dünya gündeminin ilk sırasını kimlik tartışmaları almaya başladı. Özellikle reel sosyalizmin çöküşü ve ardından kapitalizmin nihai zaferinin ilan edilmesi siyaset alanının içeriğinde bir takım değişiklere yol açtı. Küreselleşme politikalarının genişlemesi ve buna bağlı olarak Neoliberal hegemonyanın tesisi tüm dünya geneline hızlıca yayıldı. Sermayenin denetimsiz tahakkümü, siyasal alanın temsil kurumlarını (siyasi Partiler, sendika vb.) dışlaması ve demokrasi sorunsalı Neoliberal programların bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Demokrasi ve adalet söylemleri gün geçtikçe dar bir alana sıkışırken, bu söylemler belirli bir yönetimin kendini aklama aracı olarak siyasetin faydacı bir parçası haline geldi. Toplumun baskı altına alınması, emeğin güvencesiz hale getirilmesi ve bireyin tek tipleştirilmesi gibi politikalar tüm dünya genelinde otoriter eğilimli liderlerin ve siyasi hareketlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Ortadoğu coğrafyası despotik rejimler ertesinde 90’lı yılların başından itibaren güçlenen siyasal İslamcı akımların etkisine girerken, kimlik siyaseti bu coğrafya içerisinde farklı bir mecraya doğru hızlı bir şekilde yönlendirildi. İslamcı grupların ılımlı İslamcılık şemsiyesi altında radikal bir şekilde dönüşüp ve küresel düzlemde yeni neoliberal programları üstlenirken, demokrasi ve insan hakları gibi konular siyasal İslamcıların gündeminde asla yer almadı. İslamcı siyasetler alt kimlik olarak yoğun bir dinselleştirme politikalarına sarılırken, üstte kimlik olarak yolsuzluğu ve şiddeti benimsedi. Din bir kimlik siyaseti olarak ezilenlerin öfkesini dizginlemek adına engelleyici bir işlev görürken, belirli bir elitin elinde ise güce ve otoriteye dönüştü. Bu güç sınırsız bir yetki ve otorite ile kendi toplumuna sürekli bir savaş politikası gütmüş, mağduriyetin sözde temsilcisi olarak toplumda sürekli bir mağduriyet yaratmıştır. Türkiye’de AKP rejiminin büründüğü kimlik siyaseti de tam anlamıyla bu şekildedir. Muhafazakar demokrat kimliğinin yanı sıra statüko karşıtı olduğunu iddia eden AKP iktidarının geride kalan 15 yılın ardında ortaya çıkardığı tablo ortadadır. İçeride baskıcı bir rejim kuran, dışarıda alabildiğince savaş politikalarına yaslanan bir iktidar anlayışı, AKP’nin geleneksel kimliğine uygun bir davranış olarak göze çarpmaktadır. Siyasal İslamcıların orta doğu coğrafyasında geldikleri son nokta ile AKP rejiminin içerisinde bulunduğu durum paralellik göstermektedir. Ortaya çıkan sonuç yönetememe kriz, geniş halk kesimlerinin mağduriyetidir. Kısacası AKP rejimi kendisi benzeri siyasal İslamcı hareketler gibi bir iflas projesidir. Sürekli olarak ortaya çıkartılan düşman algısı, iç ve dış tehditler ve kendi geleceğini zor yolu ile toplumun tamamına dayattığı bir beka meselesi. Tüm bunlar gün geçtikçe paranoyaya haline gelen ve bu paranoyayı meşru bir güvenlik sorunu haline getiren bir rejim. Emekçileri, hak savunucularını ve adalet isteyen milyonları ötekileştiren ve kendi rejimi için bir gelecek sorunu gören iktidar anlayışı içeride kimi zaman düşük kimi zaman yüksek yoğunluk bir savaş rejimine dönüşmüştür. Devleti kendi ideolojik aygıtları çerçevesinde kuşatan iktidar, Devlet anlayışını kendi toplumuna topyekûn savaş ilan eden bir yapıya büründürmüştür. 24 Haziran seçimlerine giderken iktidarın yarattığı yeni rejim dinamiklerini bu şekilde okumak gelecek için önemlidir. Lakin 24 Haziran sonrası ortaya çıkacak tablo, ya bu güvenlik ve savaş rejimine onay verecek ya da bu rejime dur diyecektir. Mesele 24 Haziran sonrasında sermayenin tahakkümüne ve onunla işbirliği içerisinde olan gerici rejimin beslendiği dinamiklere karşı toplumun özgürlüğü noktasında ortaya atılacak kararlı adımlardır. İçeride milyonlara düşman olan bir iktidar yerine emeğin haklarından yana, temel hak ve özgürlükleri esas alan bir siyasal dönüşüm gerçekleşmesi durumunda gerçekçi bir başarıdan söz edilebilecektir.