Atılan her oy kadar her eylem, ağızdan çıkan her söz ve kalpten gelen her jest çok kritik. Seçimler daha yeni başlıyor. Kemerleri bağlayın ve kendinize, yanınızdakilere ve geleceğe güvenin. 14 Mayıs tüm Türkiye için mutlu, huzurlu, kutlu ve her şeyin çok daha güzel olacağı bir ikinci yüzyıla yelken olsun.
Türkiye’nin 1950’den beri en kritik seçimlerine günler kaldı.
Bu seçimlerin favorisi muhalefet.
Zor olanı, belki de bir “
mucizeyi” başarmaya çalışan, dolayısıyla da savunma pozisyonunda olan ise iktidar.
İktidar Kanadından Son Günlerde Gelen Saldırganlığın Altında Ne Yatıyor?
Son günlerde iktidar tarafından muhalefete yönelik “taşlı” ve “sözlü” (“dikta heveslisi muhalefet bize seçimler yoluyla darbe yapmaya çalışıyor”) saldırganlıkta beklediğimiz gibi bir tırmanış var. Keza yine muhalefeti şeytanlaştıran ve tabanında korku yaratan
dezenformasyon çabalarında artış var.
Bunların arkasında iki motivasyon yatıyor olabilir.
Birincisi: iktidarı yitirme korkusundan kaynaklanan ve bu mukadderatı antidemokratik yollardan engellemeye yönelik gayretler.
Fakat millet iradesine saygısız bu beyhude girişimlerin önemli bir maliyeti de var. Gerek parti, gerek bürokrasi gerekse de seçmen düzeyindeki iktidar koalisyonunda belli bir çözülme de yaratıyor.
Çünkü Türkiye bir Rusya veya Çin, hatta Macaristan
değil. Türkiye, hiç hafife almamamız ama geliştirmemiz de gereken önemli bir demokrasi birikimine, hafızasına ve refleksine sahip bir ülke. Seçimlere “darbe girişimi,” halkın hakemliğinde iktidarı değiştirmeye çalışan muhalefete de “darbeci” demeye kalkışmak (evet “kalkışmak”), bu ülkedeki “makul çoğunluk” tarafından hiç de hoş karşılanmıyor. Çünkü bunları söylemek, iktidarın Cumhuriyet’in birinci yüzyılında kan ve terle elde ettiğimiz, ve yerleşmiş birer değer olan, millet egemenliğini ve halk iradesine dayalı yönetimi reddetmesi anlamına geliyor. Buna halkın verdiği yanıtı da 2019’da gördük.
Ama bu saldırganlığın altında yatan bir olası neden daha var.
Seçimleri ve iktidarı kaybedebileceğini gören iktidar, muhalefette olacağı seçim sonrası döneme hazırlanıyor da olabilir.
ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsonaro gibi örnekler gösteriyor: günümüz otokratları seçimleri kaybedince veya kaybedeceğini anlayınca havlu atmıyor.
Güç paylaşımına da yanaşmıyor (zaten bunu Türkiye’de Haziran 2015 seçimlerinden biliyoruz). Bunların yerine, güçlü bir muhalefet oluşturarak yeni iktidarın önünü kesmeye çalışıyor. Onun başarısız olmasını sağlamaya, ve bu şekilde kısa zamanda yeniden iktidara gelmek amacına odaklanıyor.
İşte iktidarın son zamanlarda artan, makul çoğunluğu uzaklaştıran ama kendi tabanını da radikalleştiren saldırganlıklarının ve hoyratlıklarının altında böyle bir strateji de yatıyor olabilir. Muhalefete geçeceğini anlayan iktidar, çoğunluğu kazanmaktan çok kendi tabanını konsolide etmeye ve radikalleştirmeye, kendi “çarpıtılmış gerçekliği” içinde güçlü, mobilize ve agresif bir muhalefet inşa etmeye yönelmiş olabilir.
Ama bu analizden yola çıkarak seçimlerin muhalefet açısından kazanılmış olduğu ve iktidarın yenilgiyi kabullenmiş olduğu sonuçlarına varmak da çok büyük bir hata olur. Zaten iktidar dediğimiz şey yekpare bir yapı değil. Farklı görüş, değer, öncelik, çıkar ve koşullara sahip olan, siyasal, ekonomik ve bürokratik aktörlerden ve milyonlarca seçmenden oluşan çok parçalı bir yapısı var. Uzun zamandır ifade ettiğim gibi, bu yapıyı bir arada tutan tutkal da, artık bir dava veya ideolojiden çok, çıkar, zorunluluk ve korku duyguları.
Şu ana kadar tüm yazdıklarım işin analiz ve tahlil kısmı.
Peki Ama Muhalefetin Kazanması Neden İrade İşi?
Her seçimde olduğu gibi “muhalefet kazanır mı kazanamaz mı,” “bu iktidar seçimle devreder mi” “fazla ümitlenmeyelim gerçekçi olalım” tartışmaları da yurt içi ve yurt dışında ivme kazanmış durumda. Birer savunma refleksi olan bu tavırların bir kısmı maalesef çok zehirleyici ve yıkıcı, başarı şansını köstekleyen bir ortam oluşturuyor.
Oysa içinde bulunduğumuz tarihsel anın en temel
gerçeği şu:
Gün kenarda durup "olur" veya "olmaz"
tahminlerinde bulunma günü değil. Doğru ve güzelin olabilmesi için
"burada" olmak günü. Tahmin değil
irade isteyen bir an.
- Neden: Muhalefet Oylarını Maksimize Etmek İçin İnanmak Zorunda
Muhalefetin kazanmasının birinci şartı bütün destekçilerini sandığa götürebilmesi, yani seçime
katılımın çok yüksek oranda olması.
Bu da ancak muhalefetin kazanabileceğine, ama kazanmak için de
her bir oya ihtiyaç olduğuna inanarak ve inandırarak olabilir.
- Neden: Muhalefet Oylarını Bölmemek İçin İnanmak Zorunda
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oranlar hâlâ oldukça birbirine yakın.
Meclis seçimleri ise ittifak oylarını parçalayan son seçim kanunu nedeniyle öngörülmesi çok zor bir hâle geldi. Ama birçok yerde de küçük oy bölünmelerinin sandalye kayıplarına yol açabileceği ve iktidara yüzde 40-45 arası bir oy oranıyla mecliste çoğunluğu verebileceği hesaplanıyor ve görülüyor. Bunu engellemenin yolu oyları büyük partilerde birleştirmek.
Sayın
Kılıçdaroğlu işte bunun için halkın sağduyusuna ve iradesine başvuruyor ve oyları bölmemeye, bu seçimlerde parti ve ideoloji değil demokrasiye kavuşmak için bilinçli ve stratejik oy vermeye
davet ediyor.
Peki bu, Meclis’te kendi tercih ve arzularını temsil eden sesler ve talepler duymak isteyen, TİP ve Memleket Partisi gibi, hatta seçim bölgesine göre İYİ veya CHP seçmenlerine haksızlık değil mi?
Değil. Çünkü bu seçim herhangi bir seçim değil. Demokrasiye geçiş umudunu oylayacağız. İktidarın temsil ettiği otoriter düzen belli. Muhalefet kazanır ve vaatlerinin yarısını bile gerçekleştirirse, çok daha özgür ve demokratik bir ortama kavuşacağız. Meclisi güçlendiren, barajı yüzde 3’e indiren, ifade özgürlüğünü sağlayan, medyayı özgürleştiren reformlar vaat ediyor.
Bir halk olarak bambaşka iki gelecek modeli arasında tercih yapıyoruz.
Yani mevcut tek akılcı-baskıcı sistemi değiştirip: Demokratik, çoğulcu, sağ-sol tüm farklılıkların siyasette temsil edilebilip ortak akla katkı yapabileceği bir Türkiye'yi kazanmak için, bu seçimlerde oyları bölmemek gerekiyor. O zaman bir sonraki seçimlerden çıkacak Meclis çok daha çoğulcu ve oy bölme kaygılarından uzak olabilecek.
- İktidarı Devralabilmek İrade İşi
Yirmi bir yıl sonunda kendisini “sürekli iktidar” sanmaya başlamış, üstelik adil olmayan seçimleri “atı alıp Üsküdar’ı geçerek” kazanmaya alışmış bir hükümet var. Seçimlerin adil ve tarafsız geçmesinden sorumlu bakanlar anı zamanda taraf, kendileri için kampanya yapıyor. YSK gibi kurumların tarafsızlığı ve güvenilirliği büyük ölçüde aşınmış.
Böyle bir hükümetten iktidarı huzurlu bir süreç içinde, ve ikinci tura bırakıp toplumu germeden devralabilmek için iktidarı kimsenin reddedemeyeceği bir farkla kazanmak gerekiyor.
Seçim günlerinde olmasına alıştığımız sahteciliğe ve beklentileri manipüle etmeye yönelik çabalara karşı da son ana kadar sabır ve inancı yitirmemek, zinde kalmak ve 2019 tekrarlanan İstanbul seçimlerinde olduğu gibi gelişmelerin önünde kalarak süreci yönetmek gerekiyor. Gerekirse oyları yani halk iradesini günlerce oy torbalarının üzerinde yatarak korumak gerekiyor.
Yani aslında bir rutin uygulama olması gereken seçimleri, iktidar Türkiye’de uzun zamandır bir psikolojik savaş hâline getirdi.
Bu tür bir seçimi kazanmak ve iktidarı devralmak irade işi.
- Seçimi Kazanıp İktidarı Devralınca İş Daha Yeni Başlayacak. Sonrasında Başarılı Şekilde Yönetebilmek İrade İşi
Türkiye’nin demokrasiyi yeniden inşa işi seçimleri muhalefetin kazanmasıyla bitmeyecek. Daha yeni başlamış olacak.
Aslında seçimler, 15 Mayıs’ta değil, iktidarı devralarak da değil, bir geçiş süreci sonunda demokrasiyi yeniden inşa edip ülkede ekonomiyi, eğitimi ve adaleti düze çıkardıktan sonra gerçekten kazanılmış olacak.
Yoksa bir süre sonra otokratik bir iktidarın geri gelmesi de mümkün.
Muhalefetin Meclis’i de güçlü şekilde kazanması bu nedenle de çok önemli.
Ancak en önemlisi yeni iktidar döneminde daha uzun süre
“ben değil biz” ve
“önce herkes için demokrasi sonra kendi taleplerimiz” demeye devam etmek. Kurulmuş ittifakların devam etmesi ve varılmış olan mutabakatlara sadık kalmak. Herkesin yararına reformlara en geniş desteği vermek.
Kişisel ihtiras ve kayıkçı kavgalarına yenilmemek.
Bunu başarmak çok güçlü bir kolektif irade işi.
- Provokasyonlara Kapılmamak ve Hesap Sormayı Değil Adaleti Öncelemek İrade İşi
Ve belki en önemlisi:
asla son yirmi bir yılki haksızlıkların hesabını sormaktan vaz geçmemek, ama seçim sonrası önceliği demokrasiyi ve ekonomiyi yeniden inşa etmeye vermek. Pozitif gündemden uzaklaşmamak.
Hesap sorma işini bağımsız, tarafsız ve profesyonel yargıyı inşa ettikten sonraya ve zamana bırakmak.
Siyasal ve hukuki sorumlulukları birbirinden ayırmak, hukuki hesap sormayı yargıya, siyasal hesap sormayı halka bırakmak.
“Sen neredeydin?” haklı tartışmalarını zamana yaymak ve hesap sormak kadar “ben ondan önce neredeydim” ve helalleşmeye de zaman ayırmak.
Siyasette ve toplumsal alanda böyle bir sağduyuyu savunan aktörlere, kişiliklere destek ve onay vermek.
Tüm bunlar irade işi.
Ve tüm bunlarda muhalefet derken sadece partilerden ve “siyasetçilerden” bahsetmiyorum.
Herkesten bahsediyorum.
Bu süreçte her vatandaş çok önemli bir özne.
Atılan her oy kadar her eylem, ağızdan çıkan her söz ve kalpten gelen her jest çok kritik.
Seçimler daha yeni başlıyor. Kemerleri bağlayın ve kendinize, yanınızdakilere ve geleceğe güvenin.
14 Mayıs tüm Türkiye için mutlu, huzurlu, kutlu ve her şeyin çok daha güzel olacağı bir ikinci yüzyıla yelken olsun.