Bu nasıl bir dış politika?
Türkiye; İsveç’in NATO üyeliğine kapıyı açarken, aldığı “vize serbestisi” veya “AB üyeliği sürecine devam” sözlerinin bir karşılığı yok. İsveç; bir AB üyesi olarak da bu taahhütleri yerine getirecekse, yazılı mutabakat yapılmalıydı.
İsveç’in NATO üyeliği konusunda son sözü Litvanya’nın başkenti Vilnius’taki Zirve’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bizzat kendisinin söylemek istediği belliydi. Bu açıdan, son dakikaya kadar birbiriyle çelişen farklı ifadeler kullanması da, “iki dudağı arasında” algısını yaratan stratejinin bir parçasıydı.
Dışişleri Hakan Fidan gibi güçlü bir siyasi aktör ve hatta diğer başka isimler, Erdoğan’ın karar verme sürecinde etkili olmuş olabilir. Ancak son kertede, Brüksel’de NATO Genel Merkezi’nde 6 Temmuz’da gerçekleşen görüşmede varılan mutabakatın temeli atılmış olsa da; konuyu Erdoğan’ın Vilnius’ta bağladığı imajı oluşturuldu.
Türkiye, Vilnius’ta İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakarak ne kazandı? Önce hakikaten, “kazanım” sayabileceklerimize bakalım…
Türkiye’nin artık ekonomik açıdan; iş dünyası ve ticaret yapanlara da ciddi bakımdan köstek olmaya başlayan vize engellerinin aşılması, en azından Ankara’nın önceliği imiş gibi bir mesaj verildi. Ve umarım da öyledir; yoksa bu gidişle, o diplomatik ve özel her türlü T.C. pasaportları da topyekûn, Avrupa Birliği ve dahası Batı ülkelerine adımlarını atamayacak…
AB’nin değil böylesine köklü kurumsal ilişkileri olan bir ülkeye; rastgele başka birisine de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yapıldığı kadar ağır bir ayrımcılık yapılmıyor. Tek istisna; “savaş hukuku içinde” olduklarını saydıkları ve kapsamlı ekonomik ve siyasi yaptırımlar uyguladıkları Rusya.
Türkiye, “patria non grata” olmuşken…
Türkiye’nin vatandaşları, seyahat özgürlüklerinin tamamen bloke edilmeye varacak kadar kısıtlanması yoluyla, tarihleri boyu yaşamadıkları bir kimliksel ayrımcılığa maruz kalıyor. Diğer bir deyişle, Türkiye’ye sadece “istenmeyen bölgelerle tampon bölge” değil; bilfiil, kendisi istenmeyen yer-“patria non grata” muamelesi yapılıyor. Tıpkı, “istenmeyen kişi-persona non grata” hukuki yaklaşımında olduğu gibi…
Avrupa Birliği ve genelde Batı; kendince tek bir “persona non grata” yüzünden, tüm ülkeyi “istenmeyen ülke” muamelesine tabî tutuyor. Ve dönüp de, Türkiye’nin tek muhattap kişisi olarak da, “persona non grata”yı tek söz sahibi kabul ederek. Açıkçası, AB ve ABD de, karşılarında; hakikaten ekonomik bakımdan kendi ayakları üzerinde duran, siyaseten çoğulcu ve demokrat bir Türkiye ile karşılaşsalar, ezberleri bozulur. “Erdoğan” bahanesi ile, Türkiye’nin kendi insanlarına sonsuz bir ayrımcılık yapmak son derece benimsenmiş; kolaycı bir politika Batı için…
Hala “rasyonalite” çerçevesinde tahminler yapmaya çalışıyoruz-ve, ipuçları da Türkiye dışından geliyor: acaba F-16 satışları konusunda ABD Senatosu’ndan onay çıkması mı İsveç’in NATO üyeliğini Erdoğan nezdinde onaylatan?
Bilemiyoruz: muhattap ABD Başkanı Joe Biden değil, bir Senatör. Koskoca ABD Başkanı, Senatör Bob Menendez gibi isimlerin onayına muhtaç. Ve Demokrat Senatör Menendez, F-16 konusu için “sarı ışığı” yaktı: “eğer, Yunanistan ile Türkiye’nin ilişkileri sorunlu olmazsa” önkoşulunu öne sürerek…
Her biçimde, Türkiye vereceğini verdi; karşılığında hiçbir yazılı taahüt almadan.
İsveç, AB ve ABD; tabii NATO’nun “taahütü mühürleyen yazılı mutabakatlarını almadan” Türkiye’nin neye karşı ne garantisi var müphem…
2015/16 döneminde mutabakatına varılan, Türkiye’nin o “anlı şanlı” AB ile Göç Mutabakatı bile, Avrupa Birliği hukukunu ihlâl edeceği için, sadece “bildiri” olarak yayınlandı. Resmî bir anlaşma olarak bile değil:
Paradoks…
Enteresan biçimde, “istenmemeye” neden olan Türkiye’nin dış politikası…
Türkiye vatandaşlarının bu kadar ağır biçimde seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasının resmî bir izahı yok: AB ülkelerinin İspanya gibi bir kısmı tarafından tanınmayan Kosova bile, 1 Ocak 2024 itibariyle vize serbestisine sahip olacak.
Türkiye; İsveç’in NATO üyeliğine kapıyı açarken, aldığı “vize serbestisi” veya “AB üyeliği sürecine devam” sözlerinin bir karşılığı yok. İsveç; bir AB üyesi olarak da bu taahhütleri yerine getirecekse, yazılı mutabakat yapılmalıydı. Yoksa, şu an İspanyolca’da “Sözler, sözler” kelimesinin karşılığı olduğu gibi bir “Palavra, palavra” noktasındayız.
Ve dahası…
Türkiye; Erdoğan’ın onayıyla sonuna kadar İsveç’in NATO üyeliğine kapı açabilir-zaten asıl onayı vermesi gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir kendi öz iradesi yokmuş gibi bir ön hükümle karşı karşıyayız.
Muhalefet tarafında ise, işin bu kısmına hiç girmiyor: dış politikada ne yapılması gerektiğine dair bir “gölge kabine” takibi yapmıyor. En başta da, tabii CHP: en nitelikli dış politika kadrolarına sahip olup, bu insan gücünü yok sayan CHP…
“İktidar ne yaparsa, aksini söyleyip yapacağız” bir dış politika çizgisi değil. Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Asya-Pasifik (Çin, Japonya, Güney Kore başta olmak üzere), Ortadoğu, Kafkasya ve tüm dünyaya, dünya meselelerine yönelik bir dış politika rotası geliştirmek gerek. İklim krizi, küresel ekonomik dengeler ve tabii tüm gelişmeler de, buna dâhil…
Erdoğan, Türkiye’nin en büyük şansızlığını “muhalefet yoksunluğu” olarak niteliyor: açıkçası, haksız da değil.
Kendi muhalefetini de, Cumhur İttifakı içinde kurdu: aynı havuz içinde oylar gidiyor, geliyor. Yeter ki, “Devlet, bâki kalsın ve istikrâr sürsün”…
Bu havuzun devr-î daimine boyun eğdikçe, “Türkiye Cumhuriyeti” olarak bildiğimiz yapı değiştikçe değişir.
Her geçen dakika, yerel seçimlerde ibreyi AK Parti’den yana çeviriyor: çünkü Erdoğan, illâ ki çalıştırtıyor.
Bunun ötesinde, Türkiye’nin pazarlıkta gerçekten ne alıp almadığını takip eden bir muhalefete ihtiyaç var: Maliye ve Finans Bakanı Mehmet Şimşek, “Maastricht Kriterleri”nden bahsediyor: Muhalefette, bu konuyu anımsayan var mı?
Türkiye’nin bugünkü muhalefet amiral gemisi CHP başta, tüm diğer muhalefet: bomboş.
Türkiye’nin kaderi; bugünkü kabinenin aklı selime kaldı…
Mehmet Şimşek, Hakan Fidan ve “istihbarat” olarak İbrahim Kalın’ın iknâ kabiliyeti kadar ince bir tele bağlı Türkiye’nin kaderi.
Gerisi; bu sıfır niteliğinde bile yok muhalefette…
Var mı bir rüzgâr veya hatta esinti?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak…
Bugün itibariyle, fırtınada yapayalnızız.
Çünkü, karşı fırtına estiren yok…