Bu kumarı Türkiye kazanabilir mi, nasıl?

Abone Ol
Son açıklama iktidarın siyasal ikbali için ülkeyi masaya sürerek oynadığı bir kumar. … Dünkü açıklamanın temsil ettiği kumarın sonucu ne olursa olsun, ülke için demokratik ve müreffeh bir gelecek vaat etmiyor Bugünkü yazımı yarılamışken Erdoğan’ın “TL cinsinden mevduatlara hazine garantisi” açıklamasıyla gündem yine değişti ve yeniden yazmak zorunda kaldım. Ama yazımın ana fikri ve önemi değişmedi, aksine pekişti. Son açıklama iktidarın siyasal ikbali için ülkeyi masaya sürerek oynadığı bir kumar. Önce bunu tartışayım sonra da bu kumarı muhalefetin -- ve toplumun büyük çoğunluğunun – nasıl kazanabileceğini. ERDOĞAN’IN AÇIKLAMALARI NASIL BİR KUMARA KARŞILIK GELİYOR? Erdoğan’ın açıklamalarıyla kurda -- en azından gece itibarıyla – yüzde yirmiye yakın bir düşüş yaşandı. Gene gece itibarıyla bu kur düşüşünün kamu bankaları eliyle yapılan satışlarla olup olmadığı tartışılıyordu. Erdoğan şunu söyledi: “insanlarımızın bankadaki Türk lirası varlığının mevduat kazancı kur artışından yüksekse bu getiriyi elde edecek ama kur getirisi mevduat kazancının üstünde kalırsa aradaki fark doğrudan vatandaşımıza ödenecek.” Cumhurbaşkanı “insanlarımızın” bankadaki Türk lirası diyor, ama tabii aynı garanti yabancıların Türk bankalarındaki mevduatları için de geçerli; onların mevduatlarına da garanti getiriyor.
Bu, asgari ücret artışıyla beraber iktidar tabanında geçici bir ekonomik ferahlama yaratabilir. Açıklamanın sahibi Erdoğan da yönetebilme imajını korur.
Bu açıklamanın etkisi tamamen ne kadar güvenileceğine bağlı; yani psikolojik. İki olasılık var. 1.Mevduat sahipleri bu güvenceyle kur artışının duracağına inanır ve dolara geçiş durursa; TL’nin değeri en azından belli bir süre dün geceki seviyelerde veya daha aşağılarda tutulabilecek. Bu durumda mevduatlara da ek ödeme yapılmasına gerek kalmayacak. TL’nin değeri dört sene öncesinin dörtte biri, iki sene öncesinin de yarısı olacak. Ama buna rağmen hükümet kur konusunda 18/1 seviyelerine göre bir zafer kazanmış gözükecek. Üstelik de gene faizi artırmamış gözükerek (hazine riski ve dış borçlara ödediğimiz faiz artmış olsa da). Bu, asgari ücret artışıyla beraber iktidar tabanında geçici bir ekonomik ferahlama yaratabilir. Açıklamanın sahibi Erdoğan da yönetebilme imajını korur. Bu durumda iktidarın bir baskın seçime gitme ve kazanma ihtimali de artar. Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında kapatılamayacak bir fark yok. Bu ehveni şer senaryo. 2.Eğer bu güvenceye inanılmaz ve kur yükselmeye devam ederse ödenecek kur garantisi için hangi kurun baz alınacağını bilmiyoruz. Ama her halükârda faturayı hazine yani mevcut ve gelecek kuşaklar ödeyecek. Yoksullaşma ve iflas derinleşecek. Bu elbette iktidar için de iyi olmaz. Ama o zaman da erken seçimin olmayacağını ve 2023’e dek otoriterleşmenin daha da derinleşeceğini öngörebiliriz. OHAL gibi seçimleri muhalefet için daha da kazanılamaz yapacak veya devreden çıkarabilecek girişimler olabilir. Bu sürede bitkinleşen, yoksullaşan ve umutsuzlaşan toplum depolitize mi olur muhalefete mi destek verir bilmiyoruz. Bu da bir kumar. GÜNDEMİ BELİRLEMEK Her halükârda geçen iki haftaki “Çin modeli” safsatasının ve dün bu sözde modelle tamamen çelişen yeni açıklamanın en önemli siyasal etkisi şu. İki haftadır kamuoyu muıhalefetin belirlediği gündemi değil yeniden iktidarın politikalarını tartışıyor. Gündemi iktidarın belirlemesi normal çünkü ülkesini seven kimse TL’nin daha da değersizleşmesini, ülkenin daha da savrulmasını istemez. Dolayısıyla, eğer ortada ikidarın sürekli gündeme soktuğu sanal umutlara alternatif ve muhalefete ait net bir program yoksa, o zaman iktidar politikalarının başarısını ummaktan başka tercih kalmıyor.
İnsanlar gerçekçi. Muhalefetin seçimi kazansa da ağır bir faturayla karşı karşıya olacağını, Cumhur İttifakı’nın seçimi vermemek ve sonra da yönettirmemek için elinden gelen her şeyi yapabileceğini görüyor.
Uzun zaman yazılarımda ve söyleşilerimde vurguladığım üzere ülkenin geleceğini aslında iktidarın değil muhalefetin ne yaptığı ve ne yapacağı belirliyor. Ülkeyi yöneten otoriter iktidarın yönü belli. Toplumun çoğunluğunun kanaatine göre kötü, ama gene de bilinen ve net bir yön. Muhalefetin sunduğu alternatif gelecek ise yeterince net değil. Eğer ağır bir ekonomik buhran içinde olmasaydık parlamenter sistem vaadi belki yeterli olabilirdi. Ama içinde bulunduğumuz koşullarda yeterli değil. Belki bundan da önemlisi: muhalefet vaat ettiklerini ancak ortak bir çalışmayla yani bir koalisyon olarak gerçekleştirebilir ve bu ortak çalışmayı en azından geçiş döneminde başarabileceğini topluma ispat etmiş değil. İnsanlar gerçekçi. Muhalefetin seçimi kazansa da ağır bir faturayla karşı karşıya olacağını, Cumhur İttifakı’nın seçimi vermemek ve sonra da yönettirmemek için elinden gelen her şeyi yapabileceğini görüyor. Dolayısıyla muhalefetin bu engellere rağmen kazanacak ve ülkeyi düze çıkaracak kararlılığa, birlikteliğe, zindeliğe ve ortak programa sahip olup olmadığını sorması normal. Malezya’da muhalefet 2018 yılında (Umut İttifakı adı altında) birleşerek 61 yıllık  otoriter UMNO iktidarını (Barisan Nasional koalisyonu) seçimlerde yenebildi. Ama birlikteliğini koruyamadığı, liderlik kavgalarını çözemediği ve sağlam bir programı olmadığı için iki yıl sonra iktidarı yeniden kaybetti. Keza İsrail’de de Netanyahu hükümetini yenen muhalefet koalisyonun irikteliğini koruyup koruyamayacağı belli değil. Bu tür ihtimalleri Cumhur İttifakı da hesaplıyor olmalı. Dünkü açıklamanın temsil ettiği kumarın sonucu ne olursa olsun, ülke için demokratik ve müreffeh bir gelecek vaat etmiyor. Çıkış için muhalefet en kısa zamanda:
  • Mümkün olan en geniş katılımla ortak bir yol planını – yani seçimi kazanırsa ülkeyi hangi takvim ve programla düze çıkaracağını – topluma açıklamalı;
  • bundan sonra da başta ekonomi olmak üzere ortak kriz masaları, gölge kabine ve liderlerin yapacağı gene ortak ve düzenli açıklamalarla ülkeyi beraber yönetme kabiliyetini ve nasıl yöneteceğini halkın gözünde somutlaştırmalı;
  • Kutuplaştırıcı ve negatif dilden uzak durmalı, vurguyu kendi yapacaklarına yapmalı;
  • siyasetin ana ekseni yani kamuoyunun gündemine yeniden – son aylarda kısmen başardığı gibi -- muhalefetin ne planladığı ve ne yapacağı sorusunu yerleştirmeli.