Bu bankaya para yatırın

Abone Ol
Size bir bilmece soracağım. “Rost von Tonningen ile Hollanda bayrağı arasında ne benzerlik vardır?” Cevabını da gene ben vereceğim. “İkisi de özgürlükten sonra asılacak.” Size bir bilmece soracağım. “Rost von Tonningen ile Hollanda bayrağı arasında ne benzerlik vardır?” Cevabını da gene ben vereceğim. “İkisi de özgürlükten sonra asılacak.” Von Tonningen, karısı Florentine’le birlikte işgal süresince Nazilerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen Hollandalı faşistlerden biriydi. Kendini her şeyin üstünde, çok güçlü, muktedir görüyordu. Ama işgalde direnişçileri motive eden bu bilmece, özgürlükten sonra gerçeğe dönüştü. 6 Haziran 1945 günü, hapisanenin avlusuna şüpheli bir şekilde kendini bıraktı… İntihar mıydı yoksa kendisinden nefret edenlerin desteğiyle mi düştü, bugün bile bellisiz. Neyse, Von Tonnignen’ı düştüğü avluda bırakalım. Hollanda özgürleşmişti özgürleşmesine ama büyük bedeller ödenmiş, büyük acılar çekilmişti karşılığına. Yetmiş sene sonra ben Amsterdam’a gittiğimde, soluğu Anne Frank’in evinde almıştım. Her şeyden önce orası, o ev, çatı katı, çatı katındaki küçük kız çocuğu. Tanıştığım Hollandalılardan birinin bana, bir Hollandalının hiçbir şeyi bedavaya yapamayacağını çünkü ülkenin suya batmakta olduğu için denizden toprak kazanmakla uğraştığını, bunun da çok pahalı olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Paranın kendileri için çok önemli bir yer tuttuğunu söylemiş ama sebebinin açgözlülük değil mecburiyet olduğunu da vurgulamıştı. Tarih boyunca Hollanda’nın para ve ticaretle ilişkisi hep çok iyi gitmişti. DİRENİŞİN FİNANSMANI Wally ve Gijs van Hall kardeşler de işgal altındaki Amsterdam’da iş yapan bankacılardı. Bir gün, Wally, Yahudi bir meslektaşının toplantıya gelmediğini görünce soluğu evinde aldı. Karısıyla kızı kanepede ölmüştü, adamsa kendini asmıştı. Nazilerin her şeylerini satmaya zorladıkları mektubu bırakmışlardı geride. Trenler yavaş yavaş toplama kamplarına insan taşımaya başlamışlardı. Wally’nin hayatı meslektaşını ipte asılı görünce değişti ve bir şeyler yapmaya karar verdi. Abisi Gijs’le birlikte akıllara durgunluk veren bir sistem kurdular ve işi Hollanda Devlet Bankası’nın içini boşaltmaya kadar götürdüler. Yasadışı yayınların parası, silah, direnişçiler, grevciler… İşgalin yasakladığı ne varsa, hepsi, Wally ile Gijs’in -filmin adı da olan- “direniş bankası” tarafından karşılanıyordu. İnsanlardan işgal bitince ödenmek üzere borç alıyorlar, bunları bir deftere çeşitli kodlarla işliyorlar ve karşılığında senetler veriyorlardı. Nazilerin devasa savaş makinesi, Wally’nin bu basit sistemini bir türlü çözemedi. Demiryolu işçileri greve çıkıyordu ama bir şekilde para alıyorlardı. Matbaalar merdiven altında yasadışı yayınları basıyordu. Silahlar geliyordu. Bugünün parasıyla yaklaşık yarım milyar dolarlık bir borç toplamışlar ve bu paranın nereye harcandığını kuruşu kuruşuna belgelemişlerdi. Üstelik, işgal altında yapmışlardı bunu. Defter bulunursa herkes deşifre olurdu. Hem direnişin kaynağı kesilir hem de hepsini öldürürlerdi. Gene de vazgeçmediler, dört sene boyunca bu sistemi sürdürdüler. Wally, van Tuyl adını almıştı, van Tuyl adı efsaneleşmişti, herkes onun peşindeydi ama aslında ortadaydı o, hayatın içindeydi. Sonra yakalandı, işkence gördü, konuşmadı ve kurşuna dizildi. Ama önce işgal, ardından da savaş sona erince, dünün muktedirleri için hayat yaşanamaz bir utanca dönüştü. Direnişçiler kazanmıştı, evet belki doğrudan onların zaferi değildi, Müttefikler ilerlemeseydi bir şey yapamayacaklardı ama o güne kadar da yılmamış, Londra’daki sürgün hükümetiyle iletişimi kesmemiş, yapabileceklerinin en fazlasını yapmaya çalışmışlardı. Ama bu iki kardeş diğer direniş hareketlerinden çok daha tuhaf bir şey başarmışlardı. Bir kere, topladıkları ve dağıttıkları paranın miktarı oldukça yüksekti. İkincisi, belki daha önemlisi, o ortamda bile yaptıkları harcamaların kaydını tutmuşlardı. Savaştan sonra, sıra hesaplaşmaya geldiğinde, inanılmaz ama, bankanın kasasında fazla para vardı! İşgal esnasında kullanılmayan o parayla bu dönem üstüne çalışan bir vakıf kuruldu. Yeni kurulan devlet herkese parasını ödedi. KANLA YAZILAN HİKÂYE İşgalin en güzel hikâyelerinden biri, Wally’nin canı pahasına yazıldı. Wally’yi yakalatan kendilerinden sandıkları biriydi aslında, Jonas van Berkel, sevgili Jeanette’i kurtarmak için Nazilerle anlamış ve hepsini tek tek ihbar etmeye başlamıştı. Kendi ofisinde yapılan gizli toplantıyı haber vermiş, başka çeşitli kumpaslar kurmuştu. Sonra, yaptığı anlaşıldı ve direniş tarafından idam edildi. Aşk için insanları ihbar etmeyi romantize edebilir miyim, bilmiyorum. Etmek istiyorum ama Tilly geliyor gözümün önüne, çocuklarıyla Wally’yi beklerken, diğer direnişçiler geliyor, onların da sevdikleri vardı. Van Berkel’in aşkı uğruna, kendi aşklarını yaşayamadılar. İşkencelere uğradılar, acı çektiler, öldürüldüler. Her savaş ve her işgal, kendi kahramanlarını, kendi hainlerini, muhtekirlerini ve işbirlikçilerini yaratıyor. Belki bir gün Von Tonningen da, van Hall da, Riphagen da aynı caddede yürüdüler. Kimbilir… Aynı coğrafyada, aynı tarihte, benzer koşullarda üç insan… Bambaşka uçlara savruldular. Bu ayrıma yol açan şey nedir? İnsanın içinde mi, yetişmesinde mi, etrafında mı, hepsi birden mi yoksa baka bir şey mi? Wally ve Gijs van Hall kardeşler, sadece kendi ülkeleri için değil, bütün insanlığı kucaklayan bir direniş hareketini örgütlediler. Savaştan sonra Gijs milletvekili seçildi, Amsterdam Belediye Başkanı oldu… Wally van Hall’in ise bir anıtı kondu şehrin ortasında, bu yenilerde, yıllar sonra. Pek hoş bir bilmece değil ama… Wally gibi ben de sormadan duramıyorum. Siz bilirsiniz, “Rost von Tonningen ile Hollanda bayrağı arasında ne benzerlik vardır?”