Bozuk rejimin finansman kaynağı kesilmeli
NEREDEN FİNSA EDİLDİĞİ ÖNEMLİ
Fakat Kanal İstanbul başta olmak üzere havalimanı, otoyol ve şehir hastanelerini içeren projelerin durumu farklı. Bu projeler merkezi hükumet bütçesinden finanse edilmiyor. Yüklenici firmalar Türkiye’deki ve yurt dışındaki bankalardan finansman sağlıyorlar, gerekli görülmesi halinde bu borçlanmalara Hazine garanti veriyor. Kamuoyunda asıl gündem olansa gelir garantisi, yani asgari sayıda kullanım için taahhüt verilmesi ve ödeme yapılması. Bu kısım merkezi hükumet bütçesine yük oluşturuyor ve bu yük gittikçe artacak. Ancak belirtildiği gibi asıl finansman döviz cinsi olduğu için nihai kaynak yurt dışındaki finans kuruluşları.
Bu kurumların uzun vadeli ve getirisi şüpheli projelere kredi tahsisinde kritik etkenler dış borç ödeyebilme gücü, projeyi kapsayacak büyüklükte teminat ve projenin tamamlanmasını sağlayacak siyasi süreklilik. Türkiye’nin kısa vadeli dış borcu zirvede (190 milyar dolar) ve buna karşılık TCMB ödünçler hariç net rezervleri tarihi dipte (eksi 48 milyar dolar). Böyle bir ortamda kreditörlerin ilgisini çeken tek faktör yüksek kredi faizi. Uzun süredir devlet hazinesi 5 yıldan uzun vadeli tahville borçlanamıyor. Hâlbuki Kanal İstanbul’un inşa süresi 6 yıl ve bu tip projelerde uzun bir süre ödememe dönemi gerekir. Bu nedenle teminatın önemi artıyor. Fakat proje sonucunda İstanbul Boğazı kapatılmıyor, yani Kanal İstanbul’un ne derece kullanılacağı belirsiz ve uzmanlara göre Montrö Antlaşması’ndan ötürü Türkiye’nin bu konuda yapabileceği bir şey yok. Yani projeye verilecek teminatlar tatmin edici olmayacak. Eğer Kanal İstanbul rant amaçlı emlak projesi olarak cazip hale getirilecekse; bunun için daha açık gelir mekanizmaları ortaya konmalı. Böyle bir amaç olabilir ancak yayımlanmış bilgi yok. Ötesi yabancı bankalar için Türkiye emlak sektörü dolaylı olarak dahi en cazip yatırım tercihi olmaz.
ÖDEMEMEK MÜMKÜN MÜ?
Sıra geldi siyasi sürekliliğe. Önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ardından İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve bir de Gelecek Parti Sözcüsü Serkan Özcan açık bir şekilde iktidarları halinde bu projeye ilişkin hiçbir ödeme yapmayacaklarını belirttiler. Yani küresel sermaye olası bir iktidar değişikliğinde tahsilat sorunu yaşayacağını, iş milletlerarası tahkime gitse dahi uzun yıllar sürecek belirsizlikle karşılaşacaklarını artık biliyor. Üstelik seçimlere en fazla 2 yıl kalmışken ve Erdoğan’ın toplum desteği dibe doğru düşerken.
Buraya kadar anlattıklarım çoğunlukla Batı dünyasındaki finans merkezlerinde yer alan kurumsallığı güçlü mali kuruluşların kredi kriterleriydi. Peki ya siyasi ödünler karşılığı ticari ilişki kurmayı daha açık bir şekilde gerçekleştiren Çin ile veya iktidarla yakın bir ilişkiye sahip olan Katar sermayesi ile yeni kaynaklar yaratılabilir mi? Çin bu tip projelere hem Kuşak ve Yol kapsamında hem de Pekin merkezli Asya Altyapı Yatırım Bankası yoluyla destek sağlayabilir. Fakat bunun için iki ülke arasında stratejik ortaklık bulunması veya bu yönde görüşmelerin gerçekleşmesi gerekir. S-400 sistemini Rusya’dan alma, Akkuyu Nükleer Santrali projesini bu ülkeye ihale etme ve Türk Akımı’nı onaylama sürecinde Erdoğan ve Putin çok kez görüştü. Benzer bir görüşme trafiğini Erdoğan ve Xi Jingping arasında gördük mü? Üstelik Türkiye; Venezuela ve İran kadar izole edilmiş ve en ağır Batı yaptırımlarına maruz kalan bir ülke değil. Bir de taptaze bir eklemede bulunayım. Çin’in 4 büyük devlet bankasından olan ve Türkiye’de de şube ağı bulunan ICBC, Zimbabwe’ye yapılacak 3 milyar dolarlık termik santralin yapımından çekildi. Görüldüğü üzere Çin finansmanı hiç öyle kolay değil.
Katar’ın bu projeyi gerçekleştirebilecek mali gücü olduğunu belirtelim. Bununla birlikte hiçbir zaman Türkiye bu ülkenin başlıca hedefleri arasında yer almadı. Yatırımların önemli çoğunluğu Batı Avrupa’da. Peki, neden Türkiye’de biz sürekli Katarlı yatırımlara denk geliyoruz? Çünkü diğer ülkelerden gelen doğrudan yabancı yatırım çok azaldı. Yani Katar’ın büyük yatırımlarından öte Katar dışındaki ülkelerin büyük yatırım yapmaması asıl neden. Üstelik Türkiye’de Arap coğrafyasına ve Körfez sermayesine karşı büyük önyargılar mevcut ki bu durum en çok muhalefet seçmenlerde gözlemleniyor ve Katarlılar da bundan haberdar.
Özetle muhalefet partileri Erdoğan’ın saray rejiminin mega ve çılgın projelerinin finansman kanalını kesiyor, bunu yaparken merkezi hükumetin, kamu bankalarının ve yerel yönetimlerin dış finansmana erişimlerine zarar vermiyor. Şu ana kadar eksik kalan kısım muhalefetin bir bütün halinde sade bir söylemle 128 milyar dolar konusundaki gibi tek sesle konuşmaması. Önümüzdeki süreçte ortak anayasa çalışmaları gibi bu konuda da ortak deklarasyon yapılmalı.
DEĞİŞİM ÖNCEKİLERE BENZEMEYECEK
Gelelim bu sürecin hızlandırılmasına. Önümüzdeki yıl olmasını beklediğimiz iktidar değişimi 1950, 1980 ve 2002’dekilere muhtemelen benzemeyecek. Erdoğan’ın sürpriz yumuşaması gerçekleşmediği müddetçe ısrarından ötürü toplumsal kutuplaşma artacak. Bunun iş dünyasında da benzer yansımaları olacak. Bu nedenle muhalefet ön hazırlık olarak iktidar değişimi sürecinde bürokrasi, iş dünyası ve bankacılık sektörüyle iletişim halinde kalmalı. Mali denetim endişesi ve kamu bankalarının kredi musluklarının kısılması korkusuyla sermaye sınıfı sessiz. Berat Albayrak’lı dönemin geride kalmasıyla bir nebze nefes almış ama bunun yeterli olmayacağının farkındalar. İşte tam da bu ortamda açıkça kamu zararı içeren projelerle diğer yatırımlar arasındaki sınır iş dünyasını germeyecek şekilde çizilmeli. İktidar değişiminin ardından yeni bir finansal istikrarsızlığın yaşanması değil, ülke risk priminin düşeceği vurgulanmalı. İş dünyasına dış ödemeler dengesinin sarsılmadan para akışının devam edeceği ve iç ödemeler sisteminin bozulmadan ticaretin süreceği taahhüdü verilmeli.
Uzayan varlık barışı ile kara para aklamanın kolaylaşmasına karşı banka yöneticileri uyarılmalı, iktidarla ilintili ve suç unsuruyla elde edilmiş olma yüksek olan sermayenin çıkışı zorlaştırılmalı. Yeni iktidarı zor durumda bırakacak bağlayıcı taahhütlere karşı bürokrasiye gecikmeli de olsa adaletin tecelli edeceği hatırlatması yapılmalı. Bu noktada liyakat sahibi ve küresel ekonomilerdeki büyük değişimi takip eden ekonomi yönetimlerinin kurulması ve bu şekilde ekonomiyi yönetmeye hazır olunduğuna dair izlenim uyandırılması olmazsa olmaz.
Özetle, muhalefet finansman kanallarının kısılmasında birlik halinde daha gür bir şekilde yurt dışına seslenmeli. İçeride bürokrasi, iş dünyası ve bankacılık sektörüne usulsüz taahhütlerin bir bedeli olacağı, kara para aklama ve sermaye kaçırma girişimlerine dikkat gösterilmesi gerektiği ve mega projelerin soruşturulacağı hatırlatmalı. Son olarak finansal istikrarı koruyacak ve risk primini düşürecek nitelikli ekonomi yönetimi kadrolarına sahip olduklarını göstermeliler.