Bosna’da artan savaş riski ve Türkiye’nin rolü
Bosnalı Sırpların ayrılma planları ve kendi ordularını kurma tehdidi, Bosna’da yeni bir savaş ihtimalini hiç olmadığı kadar arttırıyor. Batı olası bir savaşı durdurmak için somut bir adım atmazken Türkiye’nin Balkan siyaseti ciddi bir sınava giriyor.
Yugoslavya’nın dağılması sonrası etnik temizliğe maruz kalan Bosna Hersek, 1995’te savaşı bitiren Dayton Anlaşması’nın ardından en ciddi krizi ile yüzleşiyor. Uzmanlar uzun zaman sonra ilk kez savaş ihtimalinin bu kadar yüksek olduğunu belirtirken; uluslararası toplumun Bosna Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt, kendinden önceki temsilci Valentin Inzko tarafından temmuz ayında ilan edilen soykırım inkâr yasası sonrası başlayan siyasi gerilim üzerine geçtiğimiz hafta konuştu ve ayrılık yanlısı Sırplar durdurulmazsa yeni bir savaşın kapıda olduğunu açıkladı.
Bosnalı Sırp lider ve Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Sırp üyesi Milorad Dodik, yıllardır ülkedeki iki entiteden biri olan Sırp Cumhuriyeti’nin ayrılığını savunuyor. Ancak, geçtiğimiz günlerde adli, idari ve mali devlet kurumlarından çekilme kararı alması, hatta Bosnalı Sırpları ülke ordusundan çekip kendi ordularını kuracağını açıklaması ülkede tansiyonu son derece yükseltti. Bosnalı Sırpların bu hamleleri adı konmasa bile ayrılığa giden yoldaki önemli ve büyük hamleler olarak görülüyor.
BATI’NIN SÜREKLİ HATALARI VE RUSYA
Bosna Hersek devleti, 1992-1995 yılları arasında ülkeden ayrılarak Büyük Sırbistan ve Büyük Hırvatistan’a katılmak isteyen Sırp ve Hırvatların saldırılarına maruz kaldı. 100 bine yakın insan hayatını kaybederken 2 milyon insan göç etmek zorunda kaldı ve on binlerce kadın tecavüze uğradı. En büyük insanlık dramlarından biri ise 1995 yılında Bosna’nın doğusundaki Srebrenitsa şehrinde yaşandı. 8372 Müslüman Boşnak erkek, çocuk ve yaşlılar da dahil olmak üzere Bosna Sırp güçleri tarafından vahşice katledildi.
Savaş, 1995 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) dayatması ile Dayton Barış Anlaşması’nın imzalanmasıyla son buldu. Anlaşma, dünyanın en karmaşık devlet yapılarından birini kurarak ülkeyi Boşnak ve Hırvatların yoğunluklu yaşadığı federasyon ve Sırpların yoğunluklu yaşadığı Sırp Cumhuriyeti arasında fiilen ikiye böldü. Bu anlaşma birçokları için savaşın müsebbibi olan Sırpların ödüllendirilmesi olarak görüldü; zira Sırplar, etnik olarak temizlenmiş Sırp Cumhuriyeti’nde tam bir hakimiyet kurarlarken aynı zamanda ülke topraklarının da yüzde 49’ununa hâkim oldular.
Bosna-Hersek'e bağlı Sırp Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Milorad Dodik göreve geldiğinde Amerikan eski dışişleri bakanı Madeleine Albright tarafından “yeni bir soluk” olarak tanımlanmış ve Batı, Dodik’i sonunda Bosna ile barışık ve Batı yanlısı bir Sırp lider olarak övmüştü. Ancak, Dodik’in yeni bir soluk olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. 15 yıldır sürekli olarak Sırp Cumhuriyeti’ni Bosna’dan ayırmakla tehdit eden Dodik, Batı’nın gerekli cevapları vermemesi, Dayton sisteminin delik deşik olması, ayrıca Rusya ve Sırbistan’dan aldığı destekle geçtiğimiz ay asıl niyeti için somut adımlar atmaya başladı. Şüphesiz ki bu hamlelerinde partisinin düşen oyları, son yerel seçimlerde nerdeyse bütün büyük şehirleri muhalefete kaybetmesi ve kendi partisi içinden bile yükselen muhalefet etkili oldu. Tansiyonu yükselttikçe hem parti içinde hem parti dışında muhalefetin sesini kısıp Bosnalı Sırpların desteğini almayı amaçlıyor.
MERKEL KINAMAKTAN ÖTEYE GEÇEMEDİ
Avrupa Birliği’nin (AB) bölge ve Bosna siyaseti uzun yıllardan beri işlevsiz durumda. Özellikle, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in lokomotifliğini yaptığı dönemde AB, ülkelerin demokratik ve kurumsal dönüşümü için ana unsur kabul edilen yeni bir genişleme konusunda sürekli olarak kafa karışıklığı yaratırken, giderek otoriterleşen ve milliyetçi ve popüler bir dil oluşturan ülke liderlerine yönelik çok yumuşak davrandı ve adeta örtülü olarak bölgede istikrar(!) için onları destekledi. Bosna’da artan tansiyon ve ayrılık söylemleri karşısında ise tarafları aklı selime davet etmekten ve kınamaktan öteye geç(e)medi. Dahası geçtiğimiz yıl ortaya çıkan “non-paper” krizlerinde AB’nin dahi Bosna ve Kosova başta olmak üzere Balkan ülkelerinin sınırlarını yeniden çizerek bölgede yeni bir siyasi ve güvenlik sistemi kurmayı planladığı ortaya çıktı.
AB, bölge konusunda bu kadar etkisizken ve hatta krizleri büyütürken ABD ise Balkanlara yönelik ilgisini kaybetmişe benziyor. Bosna son ayrılık tartışmalarına kadar ABD ve Batı medyasında yer bile bulamıyordu. Bosnalı ve uluslararası uzmanlar ABD’nin ve NATO’nun güçlü bir şekilde bölgeye dönmesi gerektiğini savunurken, Saraybosna Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Profesör Hamza Karçiç, Biden yönetiminin felaketi durdurmak için aktif bir siyaset izlemesini ve ülkeye yeni bir NATO gücü konuşlanmasının gerekliliğini Newsweek dergisinde yayınlanan yazısında belirtiyor.
Rusya ise devam eden Bosna krizinde giderek elini güçlendiriyor. Dodik, Sırpların dostları yardıma gelecek diyerek Rusya’yı kastederken, Ruslar geçtiğimiz hafta Balkanlarda yeni bir savaş çıkabilir açıklamasıyla adeta Batı’ya meydan okudular. Bosna’daki barış gücü askerlerinin görev süresinin uzatıldığı Birleşmiş Miller Güvenlik Konseyi (BMGK) oturumunda, Yüksek Temsilci Schmidt’in konuşmasının Rusya ve Çin tarafından engellenmesi, diğer BMGK üyelerinin ise bunu kabul etmesi Rusya’nın son diplomatik zaferi olarak görüldü. Bosnalı önde gelen siyasi analist Adnan Huskiç, bu durumu Balkan Insight için Bosna’nın Batı için alakasız bir konu olduğu şeklinde yorumladı.
ERDOĞAN’IN İLK GERÇEK BALKAN SINAVI
Bosna’da savaş riski artarken ve uluslararası bir boyut kazanırken Türkiye ise sürpriz bir şekilde sessiz. Neredeyse 20 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı döneminde Türkiye bölgeye “yeniden” dönerek ekonomik, siyasi, kültürel ve dini olarak etkisini artırdı. Balkan Müslümanları ve Boşnaklar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünyadaki tüm Müslümanların lideri olma iddiası ile beraber adeta onun siyasal İslamcı dış politikasının en önemli ayaklarından birine dönüştü.
Dahası, her fırsatta Boşnaklardan bahseden ve Aliya İzetbegoviç’in Bosna’yı ona emanet bıraktığını söyleyen Erdoğan, Bosna meselesini bir iç siyaset konusuna da dönüştürdü. 2018 yılında Avrupalı devletler Erdoğan’ın seçim mitinglerini yasakladığında, Saraybosna’da büyük bir miting düzenlenmesi ve Avrupa’ya buradan mesaj verilmesi de bunun bir göstergesiydi.
Erdoğan’ın Bosna siyaseti esasında uzun bir süredir eleştiriliyor. Bazı Bosnalı uzmanlar Erdoğan’ı Bosna’ya selam, Sırbistan’a para yollamakla veya Bosna’ya cami Sırbistan’a fabrika yapmakla suçlarken; başta AB olmak üzere Batı ise Erdoğan Türkiyesi’ni Bosna’da Batı’nın çıkarlarına zarar vermekle suçluyor. Erdoğan’ın her fırsatta Bosna üzerinden Batı’ya mesaj vermesi ve Türk yatırımlarının Bosna yerine Sırbistan’a yoğunlaşması bu eleştirilerde bir haklılık payı olduğunu gösteriyor.
Ancak, Türkiye Bosna’nın Avro-Atlantik entegrasyonuna sürekli destek olmaya devam etti ve yatırımların Bosna yerine Sırbistan’da yoğunlaşmasının nedenleri Bosna’nın karmaşık devlet yapısında ve kar getirmeyen bir piyasa olmasında aranmalı. Öte yandan Türkiye, Sırbistan ile artan ilişkilerinin (ve Erdoğan ile Sırbistan Devlet Başkanı Aleksandar Vuçiç arasındaki kişisel ilişkilerin sürekli olarak Boşnakların ve diğer Müslümanların çıkarına olduğunu savunuyor. Zira, Boşnak müslümanların yanında Sırbistan ve Bosnalı Sırplar ile de ilişkileri olan Türkiye’nin Müslümanların çıkarlarını korumakta daha etkili olacağı kabul ediliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bosna konusunda ilk kez seçim mitinglerinde ve balkon konuşmalarında selam yollamaktan ve bölge ziyaretlerinde iddialı sözler söylemekten daha fazlasını yapması gerekiyor. Bu zamana kadar etkisinin artması ile rolü sürekli tartışılan Erdoğan Türkiyesi’nin ilk gerçek Balkan sınavı başlamış bulunuyor. Erdoğan’ın bu konuda sessiz oluşu Boşnaklar tarafından da eleştirilerle karşılaştı ve “Erdoğan neden susuyor?” diye soruldu. Türkiye’deki Boşnak ve Balkan dernekleri ise ortak bir mektup ile Türkiye’nin Bosna konusunda sesini yükseltmesini ve Boşnaklar adına konuşmasını istedi.
Bölge liderleri ise geçtiğimiz haftalarda tek tek Erdoğan’ı ziyaret ettiler. Önce Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç, sonrasında Bosna’nın ana Boşnak partisi Demokratik Eylem Partisi (SDA) lideri Bakir İzetbegoviç ve Bosna Hersek İslam Birliği Başkanı Hüseyin Kavazoviç Türkiye’yi ziyaret etti. Bosnalı ayrılıkçı lider Milorad Dodik, Bosna Cumhurbaşkanlığı Boşnak ve Hırvat üyeleri Şefik Caferoviç ve Zeljko Komşiç ise bu hafta Erdoğan’ı ortaklaşa olarak ziyaret edeceklerini açıkladı. Bosnalı ayrılıkçı lider Milorad Dodik ise bu hafta (bugün gerçekleşmesi bekleniyor) Erdoğan’ı ziyaret edeceğini açıkladı. Tüm ziyaretlerin konusu Bosna’da ve bölgede yaşanan gelişmeler olmasına rağmen toplantılardan sonra basın açıklaması dahi olmadı. Erdoğan’ın sessizliği bazılarınca Türkiye’nin etkisinin zayıflığı şeklinde yorumlansa da, bu durum belki de Ankara’nın diplomatik yollarla etkili olmak istediğini gösteriyor. Yakında Türkiye’nin liderliğinde bir müzakere süreci başlayabilir.
Erdoğan birkaç nedenden ötürü Bosna krizinde aktif rol oynamak zorunda. Birincisi, yıllardır Boşnakların ve Müslümanların hamiliğini üstlenme iddiası ve Bosna Savaşı sırasında Türk hükümetlerinin başarısızlığını eleştirmiş olması. İkincisi, Sırbistan ve Rusya’yla artan ilişkilerinin Boşnaklarla ilişkilerine zarar vermediğini ve Türkiye’nin Boşnaklara ve birleşik Bosna’ya olan desteğinin sürdüğünü gösterme mecburiyeti. Ayrıca, Bosna’yı bir iç siyaset konusu haline getirmesinden ötürü sessiz kalması çok zor. Bu konuda sessiz kalan veya yanlış siyaset izleyen Erdoğan’ın iç siyaseten zarar görmemesi ise mümkün değil. Dünyada en fazla Boşnağın yaşadığı ülkenin Türkiye olduğu ve nüfusunun yüzde 25’e yakınının bir şekilde Balkan kökleri olduğu da unutulmamalı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pazar günü ortak mektuba imza atan Boşnak sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile buluşması ve onları Türkiye’nin Bosna siyaseti konusunda bilgilendirmesi, hükümetin de bunun farkında olduğunu kanıtlıyor. Erdoğan, toplantıda Türkiyeli Boşnak temsilcilere Türkiye’nin Bosna’nın yanında olacağı teminatını verdi. Ayrıca, Batı ile ilişkileri son derece bozulmuş olan Türkiye’nin Bosna sorununa müdahil olması, ilişkilerin bir nebze olsun tamiri için oldukça önemli bir fırsat kapısı.
Özetle, Bosna savaş sonrasındaki en önemli krizini yaşarken ve savaş tehdidi ile yüzleşirken, Batı’nın ilgisiz ve yanlış siyaseti, yerel siyasetçilerin söylemleri ve Rusya’nın artan etkisi ile Bosna’nın geleceğine yönelik ciddi endişeler bulunuyor. Batı’nın Bosna Savaşı’ndan ders alarak geç kalmadan ABD liderliğinde Bosna krizine müdahil olması gerekiyor. Türkiye ise bu zamana kadar özellikle Boşnaklar üzerinde oluşturduğu etki ve Sırbistan ile artan ilişkileri sayesinde bu krizde yapıcı bir etki oluşturma kapasitesine sahip olduğunu ve Batı’ya karşı çalışmadığını göstermek durumunda. Aksi takdirde, 1990’lı yıllarda yaşanan kara ve kanlı günler bir kez daha Bosna’nın üzerine çökecek.