PazarPolitik Yorum

Boğaziçi Üniversitesi üzerinde kurumsal baskı var mı?

Abone Ol
İktidarın uzun zamandır Boğaziçi Üniversitesine karşı yürütülen bir karalama kampanyası bulunmaktadır. Kayyum rektörün keyfî ve Boğaziçi geleneklerine zarar veren yönetim şekli, üniversitenin demokratik yapısını ortadan kaldırmıştır. Bir ülkenin ekonomik olarak kalkınabilmesi ve ‘orta gelir’ tuzağından çıkabilmesi için teknolojik olarak kendini geliştirmesi şarttır. Türkiye’nin savunma sanayisi üzerinden gerçekleştirdiği teknolojik kalkınma yadsınamaz olsa da asıl sorulması gereken soru şudur: gençlerimizin ve üniversitelerimizin potansiyelini ne ölçüde verimli kullanıyoruz? Türkiye, potansiyelini gerçek anlamda kullanabiliyor mu? Türkiye’nin geçirdiği ekonomik ve siyasi sıkıntılar ve bunun yanı sıra ne iktidar ne muhalefet partilerinin ülkenin sorunları konusunda elle tutulur bir çözüm sunabilmesi, gençleri yurtdışına taşınma kararı almaya itmektedir. Hayallerine ulaşabilmek için tek çözümü yurtdışına taşınmakta bulan (veya bulmak zorunda bırakılan) ve bu uğurda çaba sarf eden kişilere, iktidar ve toplum tarafından “vatan haini” yaftası yapıştırılması, söz konusu gençlerin kendilerini vatanlarında yabancı hissetmelerine ve Batı toplumlarının vaat ettiği ekonomik ve toplumsal refaha daha fazla inanmalarına sebep olmuştur. Her ne kadar beyin göçü derinlemesine tartışmamız gereken bir konu olsa da ben bu yazımı Boğaziçi Üniversitesinin karşılaştığı ekonomik ve kurumsal zorluklar üzerine yoğunlaştırmak istiyorum. Uzun zamandır iktidar tarafından Boğaziçi Üniversitesine karşı yürütülen bir karalama kampanyası bulunmaktadır. Ocak ayında atanan kayyum rektörün keyfî ve Boğaziçi geleneklerine zarar veren yönetim şekli, üniversitenin demokratik yapısını ortadan kaldırmıştır. Buna rağmen, Boğaziçi Üniversitesi hala Türkiye’nin en başarılı öğrencilerine cazip gelmekte ve limitli kaynaklarına rağmen üst düzey eğitim vermeye çalışmaktadır. İktidarın Boğaziçi Üniversitesine karşı yürüttüğü kampanya aslında dünyanın birçok popülist rejiminde görülmektedir. Mesela, Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın Central European Üniversitesine karşı yürütmüş olduğu kampanya, üniversitenin, ana merkezini Avusturya’ya taşımasına sebep olmuştur.
Türkiye devleti Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesine her bir öğrenci için hazineden ortalama 20800 lira vermiş -Boğaziçi’ne verdiği destekten yaklaşık yüzde 25 daha fazla.
Peki, iktidarın Boğaziçi’ne karşı yürüttüğü kampanya sadece kayyum rektörle mi sınırlıdır? Üniversitenin kaynakları ne ölçüde sınırlandırılmaktadır? Bu soruyu cevaplamak için iki tane düşünce deneyi gerçekleştirelim. İlk düşünce deneyinde, karşılaştırma temelimizi, dünya standartlarında araştırma kapasitesi üzerine kuralım ve bu doğrultuda örnek teşkil etmesi açısından, Boğaziçi Üniversitesini dünyanın en iyi üniversiteleriyle karşılaştıralım. İkinci düşünce deneyinde ise daha gerçekçi bir tutum takınıp karşılaştırmayı kendi coğrafyamız üzerinden yapacağız. Türkiye’nin Boğaziçi Üniversitesine sağladığı kaynaklarla Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesine sağladığı kaynakları karşılaştıracağız. İlk olarak Boğaziçi Üniversitesinde bir öğrenci olduğunuzu düşünün. 2019 yılı verileri göz önünde bulundurulduğunda, üniversitenize hazineden yapılan yardım 307 milyon lira (2019 dolar kuruna göre yaklaşık 51 milyon dolar). Yani, devletin üniversitenize tuvaletlerin temizliğinden tutun akademisyenlerin araştırma fonlarına kadar ayırdığı bütçe 307 milyon lira. Boğaziçi Üniversitesinde sizin gibi 16500 öğrenci bulunuyor ve bu da demek oluyor ki, devlet, bir öğrenci için Boğaziçi Üniversitesine ortalama 16700 lira (2700 dolar) veriyor. Şimdi de Amerika’da Harvard veya Princeton Üniversitesinde bir öğrenci olduğunuzu düşünün. Okulunuzun toplam kaynakları Harvard Üniversitesindeyseniz 52 milyar dolar, Princeton Üniversitesindeyseniz 38 milyar dolar. Yani, öğrenci başına düşen kaynak toplamı Harvard Üniversitesi için 2,2 milyon dolar ve Princeton Üniversitesi için 4,5 milyon dolar. Tabii ki, Amerika’daki üniversitelerin kaynaklarının hepsi öğrencilerine harcanmıyor. Ama şunu düşünün: Boğaziçi Üniversitesinde yeri geldiğinde tuvaleti kullanmak için tuvalet kağıdını sizin temin etmeniz gerekirken (Ben 2018 yılında mezun olurken, maalesef tuvaletlerde tuvalet kâğıdı bulunmuyordu), Harvard Üniversitesi 3. sınıfınızın sonunda sahada araştırma yapabilmeniz için size 5 bin dolar hibe veriyor. Sizce hangi üniversitede daha kaliteli araştırma yapabilirsiniz? Tabii, Amerika’daki üniversitelerle Boğaziçi Üniversitesini karşılaştırmak yanlış olabilir. Bu yüzden ikinci düşünce deneyimize başvuralım. Yine Boğaziçi Üniversitesinde öğrencisiniz ve devlet, üniversitenize her bir öğrenci için ortalama 16700 lira veriyor. Şimdi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinde bir öğrenci olduğunuzu hayal edin. 2019 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından bu üniversiteye 110 milyon lira (yaklaşık 19 milyon dolar) hibe verilmiş. Fakat, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinde yalnızca 5 bin öğrenci bulunmakta. Yani, Türkiye devleti Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesine her bir öğrenci için hazineden ortalama 20800 lira vermiş -Boğaziçi’ne verdiği destekten yaklaşık yüzde 25 daha fazla. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesindeki bir öğrencinin devlet için Boğaziçi Üniversitesindeki bir öğrenciden neden daha değerli olduğu büyük bir muamma olsa da bu koşullar altında Boğaziçi Üniversitesinden çıkan araştırmaların kalitesinin negatif anlamda etkileneceği ve genç beyinlerin heba edileceği aşikârdır. Her ne kadar bu iki düşünce deneyi, Boğaziçi Üniversitesi’nin uluslararası ve ulusal eğitim kalitesi bakımından karşılaşabileceği zorlukları gözler önüne serse de gelin bir de Boğaziçi Üniversitesine yapılan kurumsal baskıyı daha sistematik şekilde inceleyelim. Aşağıdaki grafik, devlet üniversitelerine Sayıştay tarafından yapılan denetlemelerde bulunan bulguları ve yayınlanan denetleme raporlarının toplam sayfa sayılarını göstermektedir. Sayıştay tarafından bulunan bulguların artması, Boğaziçi Üniversitesinin finansal yönetiminde daha fazla sorun bulunduğu; denetleme raporlarındaki sayfa sayısının artması ise denetlemelerin daha yoğun yapıldığı anlamına geliyor olabilir.  Aşağıdaki grafiklerde görüldüğü gibi, Sayıştay, Boğaziçi ve ODTÜ’nün finansal yönetimlerinde normalden bulduğundan daha fazla sorun bulmuş ve bu üniversitelere daha yoğun denetlemeler gerçekleştirmiştir. Bu grafikleri iki şekilde yorumlayabiliriz. İlk önce, Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ gibi Türkiye’nin en önemli iki bilim merkezinde finansal yönetimde yaşanan tutarsızlıklar bu üniversitelerin yönetim kadrolarında vasıfsızlığa işaret ediyor olabilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin en değerli iki üniversitesinin vasıfsız memurlar tarafından yönetilmesi bu üniversitelerin araştırma kalitelerini olumsuz etkileyecektir. İkinci olarak, devlet kurumları özellikle bu iki üniversiteye yoğun denetimler yapıyor ve finansal hareket alanlarını kısıtlıyor olabilir. Bu bağlamda, bu üniversiteler üstünde devlet kaynaklı kurumsal bir baskı olduğundan söz edebiliriz. Aşağıdaki grafik, Boğaziçi Üniversitesi ile hazineden kendilerine Boğaziçi Üniversitesinden daha fazla pay ayrılan üniversiteleri karşılaştırmaktadır. Burada da görüleceği üzere, Sayıştay Boğaziçi Üniversitesinde daha fazla finansal sorun bulmuştur ve bu kuruma denetlemelerini daha yoğun yapmıştır. Bu grafik bize yukarda gördüğümüz olgunun Boğaziçi Üniversitesinin bütçesinin büyüklüğü ile alakalı olmadığını göstermektedir. Ülkemizin parlak zihinlerine imkân sağlanmadıkça ‘orta gelir’ tuzağından çıkamayacağız. Devlet kaynaklarının siyaset merkezli kullanımı ve muhalif olarak görülen grupların bu kaynaklardan mahrum bırakılması ekonomik kalkınma potansiyelimizi kullanmamızı engellemektedir. Maalesef, iktidarın ve muhalefetin toplumsal kutuplaşmayı körüklemesi de bu sorunun yakın zamanda çözülemeyeceği belirtmektedir.