Milliyetçiliğin hangi veçhesi Türkiye’de güçleniyor? Seküler milliyetçilik ile klasik milliyetçiliğin sosyolojik olarak farklılaşması, farklı siyasal tepkilerin birbiriyle rekabete girmesine yol açıyor. Siyaset bilimci Mehmet Yaşar Altundağ yorumladı. PolitikYol’da iki yazıdır devam ettiğim seküler milliyetçilik tartışmalarına bu sefer gelen eleştirilere cevaplar vermeye çalışarak devam ettireceğim. “YÜKSELEN SEKÜLER MİLLİYETÇİLİK DEĞİL…” Seküler Türk milliyetçiliği kavramına gelen eleştirilerden ilki, Türkiye’de münhasıran oluşan bir seküler milliyetçiliğin olmadığı, daha ziyade doğrudan Türk milliyetçiliğinin ve Atatürkçülüğün güçlenen siyasi bir pozisyon hâline geldiğiydi. Bu eleştiriye göre, yeni jenerasyonda gözlemlenen milliyetçiliği yeni bir tanımın içine sokmak yerine, hâlihazırdaki ideolojilerin yükselişiyle açıklamak daha doğruydu. PolitikYol’da Nezih Onur Kuru tarafından kaleme alınan Türkiye’de seküler milliyetçilik ilk kez mi yükseliyor?yazısı bu eleştirileri içeriyor. Kuru, yazısında bu noktanın altını şöyle çiziyor: “Atatürkçülüğün yükselişi seküler milliyetçilikle paralel düşünülüyor. Fakat bu seküler milliyetçi anlayıştan ziyade, kimlik fark etmeksizin apolitik bireyleri de kapsayan ‘medeni yaşam arzusunun’ tezahürü olamaz mı?” Milliyetçiliğin güçlenmesi ve dönüşümüne dair birbirinden bağımsız gelişmelerin aynı anda yaşandığı bir dönemdeyiz. Dünyada milliyetçiliğin güçlendiği bir döneme giriyoruz. Radarımıza Batı daha fazla düştüğü için Avrupa’da yükselen aşırı sağ hareketleri biliyoruz. Öte yandan Hindistan veya Güney Afrika gibi ülkelerde de milliyetçi ideolojiler güçlenme eğiliminde. Asıl alanı milliyetçilik olmayan ünlü sosyal bilimciler bile bu konunun üzerine giderek milliyetçiliğin güçlenme eğilimine dikkat çekiyorlar. Türkiye özelinde meseleyi karmaşıklaştıran nokta ise hem milliyetçi hem de seküler taleplerin toplumun genelinde ve bilhassa yeni jenerasyonda aynı anda daha görünür hâle geliyor olması. Bir diğer taraftan da muhalefetin geniş kesimleri tarafından seslendirilen seküler ve medeni bir toplumda yaşama arzusunun, Atatürk imgesiyle beraber daha da fazla telaffuz edilmeye başlandığını görmeye başlamamız. Kutlu Kağan’ın PolitikYol’da yayınladığı “Seküler milliyetçilik sadra şifa olur mu” yazısı da benzer bir noktaya parmak basıyor: “Şerh düşmek gerekirse memlekette sadece milliyetçilik sekülerleşmiyor; tüm siyasi gruplar ve ideolojiler aslında hızla sekülerleşerek hayata aşkın mitoslarından ve romantik idealizminden kurtuluyor.” Burada benim de şerh düşmek istediğim önemli bir nokta var. Dünyada milliyetçi ideolojilerin güçlendiği gözlemi, Türkiye’ye de uyarlanıyor ve Türkiye’de milliyetçiliğe dair başlayan yeni tartışmalar önce “Türkiye’de de milliyetçilik güçleniyor” şeklinde telaffuz ediliyor. Türkiye’de milliyetçiliğin güçlendiğini düşünmüyorum. Türkiye’de milliyetçilik hâlihazırda zaten çok güçlü, siyasetin baskın dilini oluşturuyor. İktidar bloğu kendisini milliyetçi olarak tanımlıyor, yerli ve milli siyasetin temsilcisi olduğunu iddia ediyor. KONDA’nın son araştırmasına göre oy oranını %20’nin üzerine çıkartan İYİ Parti, kendisini Türk milliyetçisi olarak konumlandırıyor. Siyaseten güçlü bir tabanı olmamasına rağmen Zafer Partisi’nin söylemleri toplumun geniş kesimlerince sahipleniliyor. Hatta sadece Türk milliyetçiliğinin değil Kürt milliyetçiliğinin de yükselişte olduğunu görüyoruz. Rawest Araştırma’nın yaptığı “Kürtlerde Değerler ve Tutumlar 2021” isimli araştırma, genç Kürtlerin milliyetçilik kelimesini olumsuz bulsa dahi, Kürt milliyetçiliği daha çok sahiplendiğini gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye’de milliyetçiliğin güçlendiğini değil, şekil ve form değiştirdiğini görüyoruz. İktidar bloğunun kurguladığı muhafazakâr, baskıcı ve pro-göçmen politikaları uygulayan bir Türk milliyetçiliğinin yerini yavaş yavaş seküler, bireysel değerleri ön plana koyan ve sığınmacı karşıtı bir milliyetçiliğin aldığını görüyoruz.
Yeni jenerasyonda seküler milliyetçiliğe doğru meyleden grupların önemli bir kısmı, muhafazakâr milliyetçi ailelerden geliyorlar.
Toplumun genelinde ve özellikle yeni jenerasyonda milliyetçiliği ve sekülerliği  güçlendiren birden fazla önemli faktör var. İlk yazıda da tartıştığım ekonomik kriz, küreselleşme, sığınmacı politikasının iflası gibi sebepler. Bütün bu politik, ekonomik ve sosyal dönüşümlerin üzerine Türkiye’nin son 30 yılda yaşadığı hızlı şehirleşme ve üniversitelileşme faktörlerini eklediğimizde yeni kuşaklardaki sekülerleşme ve milliyetçileşme trendlerinin kesişimini elde etmiş oluyoruz. Yani aslında seküler milliyetçilik, toplumun içinde farklı gruplara aynı anda etki eden dönüşümlerin bir ortak kümesi olarak da okunabilir. Tam da bu noktada bu dönüşümlerin keşişim noktası olan seküler milliyetçiliğin hangi gruplarda ne kadar gerçekleştiğini anlamaya çalışmak oldukça önemli. Yeni jenerasyonda seküler milliyetçiliğe doğru meyleden grupların önemli bir kısmı, muhafazakâr milliyetçi ailelerden geliyorlar. Bundan 40 sene önceki seküler olan milliyetçiliği (ulusalcılığı) benimsemiş bir ailenin ekseriyetle hâlihazırda şehirli ve üniversiteli olduğunu varsaymak güç değil. Dolayısıyla son dönemde yaşanan muhafazakâr milliyetçilikten seküler milliyetçiliğe doğru yaşanan dönüşümün önemli bir kısmı şehirli ve üniversiteli olma deneyimini son 20-30 yılda elde etmiş ailelerin çocuklarında yaşanıyor. Bu açıdan “seküler milliyetçilik” kavramı kuşaksal bir değişime işaret ediyor. 25 yaşında bir gencin kendisi gibi milliyetçi olan anne-babasından hangi noktalarda farklılaştığı ve hangi noktalarda benzerlik kurduğunu anlamaya çalışıyor. “BİZ BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK, 90’LAR…” Öte yandan “seküler milliyetçilik” kavramına eleştiri getiren bazıları, benzer bir sürecin 90’larda yaşandığını vurguluyorlar ve o donemde gittikçe şiddetlenen PKK-TSK çatışmalarının milliyetçi duyguları arttırdığını, Kürt köylerinden Batı’ya yapılan göçün bugünküne benzer bir milliyetçi hissiyatı tetiklediğini iddia ediyorlar. Nezih Onur Kuru’nun yine aynı yazısında gösterdiği üzere o dönemde “Kolejli ülkücüler” haberi dahi yapılmıştı. Milliyetçiliğin aynı anda hem daha tutucu hem de daha pop bir hâlini gördüğümüz 90’ların, bugün yeni kuşakta üzerine tartıştığımız dönüşümün proto bir hâlini oluşturduğunu ben de düşünüyorum. 80’lerden itibaren özellikle İç Anadolu ve Karadeniz’den gelen yoğun göçlerin bir noktada olgunluğa erişmeye başlaması ve 80 Darbesi’nin ardından üniversitelileşmenin artmaya başlamasının ilk sonuçlarından biri 90’larda haber konusu olan “kolejli ülkücüler” oldu. 80’ler ve 90’lardan itibaren etkisini göstermeye başlayan dönüşümün ilk olgunlaşma emarelerinin günümüzde yaşandığını iddia edebiliriz. 90’lardan itibaren şehirleşme mefhumu Türkiye’de oturdu ve bir nesil tamamen şehirde doğdu. Aynı şekilde 90’lardan itibaren doğan nesil için liseden itibaren üniversiteye devam etmek hayatın olağan akışının bir parçası hâline geldi. Dolayısıyla 90’larda kolejli ülkücüler haberini yaptıran koşulların orta vadeli kümülatif etkilerini, 70’li yılların sonunda doğup 90’lı yılların başında şehrin çeperlerinde yaşayan veya üniversiteye giden ülkücülerde değil, onların 90’ların sonlarında doğan çocuklarında görmeye başlıyoruz.
80’ler ve 90’lardan itibaren etkisini göstermeye başlayan dönüşümün ilk olgunlaşma emarelerinin günümüzde yaşandığını iddia edebiliriz. 90’lardan itibaren şehirleşme mefhumu Türkiye’de oturdu ve bir nesil tamamen şehirde doğdu.
İkinci olarak, “90’ların bir benzerini yaşıyoruz” argümanının son 20 yılda hem dünyada hem de Türkiye’de yaşanan kritik dönüşümleri görmezden geldiğini düşünüyorum. İlk yazımda detaylarıyla anlattığım sebepler, özellikle genç kuşaktaki milliyetçi gençleri derinden etkiledi. AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber kurucu kadro ve değerlerle girilen mücadelenin kurumsallık kazanması, Barış Süreci ve ardından HDP’nin barajı geçerek Meclis’e girmesinin yarattığı rahatsızlık, sığınmacı krizinin Türkiye’yi ve dünyayı sarması, Batı ve ABD’nin Türkiye’yi önemsemediği hatta aşağıladığı hissi, ekonomik krizin kırılganlaştırdığı yığınlar derken son 20 yıl oldukça kritik dönemeçlere sahip oldu. Bu açıdan Türkiye 30-40 yıldır uzun toplumsal dönüşümlerin etkisi altındayken aynı zamanda son 20 yılda da önemli politik kırılmalar yaşadı. Başta politik bir ayrışmadan doğan İYİ Parti, devamında yavaş yavaş oluşmaya başlayan ve taşra değerleriyle siyaset yapma biçiminden kopan milliyetçi sosyolojik tabanın bir noktada temsilcisi oldu. İYİ Parti’nin kendini tıpkı DYP gibi daha merkez sağ bir pozisyona koymaya çalışması parti elitleri ve üst kadrolarının bir tercihi olarak değerlendirilebilir, fakat seküler-şehirli genç milliyetçilerin ekseriyetle İYİ Parti içerisinde kümelenmeleri de şaşırtıcı değil. İYİ Parti’nin de tabandan gelen seküler milliyetçiliğe karşı oldukça duyarlı olduğunu son dönemde yaşanan 2 olay üzerinden görebiliyoruz. İYİ Parti’nin geçtiğimiz 24 Ekim’de yayınladığı Ömer’in Yolu isimli videosu başta Mustafa Kemal Atatürk ve Alparslan Türkeş gibi milliyetçi hareketin sahiplendiği tarihi figürleri içermesinin yanında Necmettin Erbakan ve Adnan Menderes gibi kişilikleri de kapsıyordu. İYİ Parti’nin merkez sağa açılış hamlesi olarak okunan bu video, parti destekçisi olsun veya olmasın genç kuşak tarafından oldukça eleştirildi.
Başta politik bir ayrışmadan doğan İYİ Parti, devamında yavaş yavaş oluşmaya başlayan ve taşra değerleriyle siyaset yapma biçiminden kopan milliyetçi sosyolojik tabanın bir noktada temsilcisi oldu.
Nitekim eleştirilerin sonunda videonun yapımcısı ve söz konusu iletişim kampanyasının direktörü Faruk Acar "Biz Twitter’da her şeye sesi çıkan 'her şeyi bilirimci'lere değil; halkımıza, ortak akla sahip vatandaşımıza kampanya yapıyoruz" ifadesini kullanmıştı. Fakat İYİ Parti’nin bu tarz bir seküler hassasiyeti daha çok dikkat ettiği en son geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden İsmailağa Tarikatı lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun vefatıyla göze çarpıyor. Meral Akşener herhangi bir taziye mesajı yayınlamadı, taziye dileklerini ileten Erhan Usta ve Yavuz Ağıralioğlu’ysa ciddi eleştirilere maruz kaldı. Bu açıdan sadece İYİ Parti’nin tutunabilmesi ve hatta devamında MHP’yi geride bırakması değil, tabandan hangi hassasiyetlerin yükseldiği de 90’lardan bambaşka bir konumda olduğumuzu gösteriyor. SEKÜLER MİLLİYETÇİLİK TARTIŞMALARI NEDEN SİNİRLENDİRİYOR? Son olarak Türk milliyetçiliğinin içinde yaşanan dönüşümü anlama çabası bazı yazarlar ve çevreler tarafından mesafeyle karşılanıyor; arkasındaki politik amaçlar sorgulanıyor ya da topa tutuluyor. Bu hassasiyeti oluşturan temelde iki etmen var gibi gözüküyor. Bunlardan birincisi 1980’lerden itibaren başlayan ve AKP’nin iktidara gelmesiyle zirveyi gören “İslamcılar dönüşüyor/demokratlaşıyor” argümanının ve aynı dönemde hem Batı’da hem de Türkiye içinde büyük bir heyecan oluşturan “İslam ve demokrasinin uzlaşısı” tasavvurlarının büyük bir hayal kırıklığıyla bitmesi. Seküler Türk milliyetçiliğini anlama çabalarının önündeki ikinci büyük mesele, AKP-MHP ittifakının oy tabanının daralmasıyla ilintili. Post-AKP döneminin dönüştürücü siyasi gücünün hangi ideolojik taraf olacağı, bilhassa merkez tartışmaları üzerinden cereyan ediyor. Bu anlamda milliyetçilerden demokrat muhafazakarlara kadar muhalefet grubunun farklı bileşenleri, merkez siyasetin temel unsurlarının ne olacağını kendi siyasi çizgilerine en elverişli tanımlarla belirleyerek Erdoğan sonrası dönemin başat ve “makul” aktörü olma arzusundalar. Bu esnada tartışılan “seküler milliyetçilik” hipotezi, post-AKP döneminde milliyetçiliği ve bilhassa İYİ Parti’yi daha sevecen gösterme çabası olarak göründüğü için siyasi niyeti olan bir çıkış olarak da okundu. Dönüşüme yönelik bu kuşkucu tavır başlı başına kötü bir şey olmak zorunda değil. Türkiye’nin AKP’den aldığı ders, entelektüel anlamda bizi daha analitik ve ihtiyatlı olmaya zorluyor. Tanıl Bora’nın Serbestiyet’e verdiği röportajda söylediği “şehirli, modernist, seküler faşizm  de olabilir” sözü bu anlamda doğru bir noktaya parmak basıyor. Milliyetçiliğin daha şehirli ve seküler bir formunun oluşuyor olması Türkiye’nin hayrına olsa bile genç kuşakta oluşan seküler milliyetçilik, milliyetçilik namına ne tamamen beyaz ne de tamamen siyah bir resim sunmaktadır. 3 yazıdır imkanlarını ve sınırlarını tartıştığım bu seride belirttiğim gibi kadın hakları, devlet-vatandaş ilişkileri ya da milli güvenlik gibi konularda daha özgürlükçü bir forma ulaşma ihtimali taşıyan yeni Türk milliyetçiliği, başta Kürtler ve sığınmacılar olmak üzere Türkiye’deki azınlıklara yönelik kapsayıcı bir siyasi ajanda sunmadan oldukça uzakta görünüyor. Ayrıca yeni kuşaktaki milliyetçiliğin fikirsel ve politik oluşumunun dinamik olduğunu da unutmamak gerekiyor. Otoriterlik-özgürlük, Batı/Nato taraftarlığı - Rusya/Çin yakınlığı, kurumsal siyasetin içerisinde yer alma - tepkisellik gibi birçok duruşlar, görüşler ve pozisyonlar birbiriyle seküler milliyetçiliğin geleceğini belirlemek adına mücadele veriyor. Bu noktada bize düşen de bu dönüşümü doğru tahlil etmeye çalışmak oluyor. --- Kaynakça:
  • Türkiye’de Seküler Milliyetçilik İlk Kez Mi Yükseliyor? Nezih Onur Kuru
https://www.politikyol.com/turkiyede-sekuler-milliyetcilik-ilk-kez-mi-yukseliyor/