Almanya'da Noel pazarına araçla saldırı Almanya'da Noel pazarına araçla saldırı
New York’a veda yazımı, şehrin üç iyi ve üç kötü özelliği üzerine yazmaya karar verdim. Son bir sene boyunca sizlerle çeşitli New York tecrübelerimi paylaştım. Her güzel şeyin olduğu gibi New York yaşamımın da (umarım ki şimdilik) bir sonu vardı ve haziran ayında Türkiye’ye döndüm. Bu vesileyle de veda yazımı New York’un üç iyi ve üç kötü özelliği ile ilgili yazmaya karar verdim. İyilerden başlayalım. AKTİVİTELERİNİN SINIRSIZLIĞI… New York’ta beni en çok etkileyen şeylerden biri yapılabilecek aktivite seçeneklerinin genişliği, daha doğru bir ifadeyle sınırsızlığıydı. Mesela dünyanın en önemli ve birbirinden farklı özelliklere sahip müzeleri. Normalde sevdiğiniz bir sanatçının eserini görmek için o sanatçının yaşadığı ülkedeki müzeleri ziyaret edebilirsiniz. Fakat New York, sevdiğiniz tüm sanatçıların eserlerini aynı anda bulabileceğiniz bir yer. Söz konusu sanat gezisi olduğunda bir şehir ziyaretiyle adeta birçok ülke ziyaret etmiş gibi hissedebilirsiniz. Yapılacak tek aktivite tabii ki müze ziyareti değil. New York’un neresinde yaşarsanız yaşayın, en fazla 10 dakika yürüyerek ulaşabileceğiniz parklar, eskimeyen müzikallere ev sahipliği yapan Broadway, lüks gözükse de aslında erişilebilir bir faaliyet olan opera, Türkiye dahil birçok ülkenin filmlerine ev sahipliği yapan film festivalleri, NBA maçlarından grand slam tenis turnuvalarına kadar izleyebileceğiniz birçok spor etkinliği ilk aklıma gelenler. New York sizi hem sevdiğiniz birçok şeye eriştiriyor, hem de hiç bilmediğiniz etkinliklerle sizi sürpriz bir şekilde tanıştırıyor. Herhangi bir ilgim olmamasına rağmen 1 dolara bilet bulduğum için “nasıl bir şeymiş bakalım” diye gittiğim step dansı (tap dance) gösterisi benim için bu sürprizlerden biri olmuştu. Gösteri çıkışında Türkiye’deki çok yakın bir arkadaşıma New York’u, “sergi için takip ettiğin Guggenheim müzesinin sahnesinde hiç bilmediğin bir dans gösterisini izleyebildiğin bir yer” diye tanımladığımı hatırlıyorum. MUTFAĞININ ZENGİNLİĞİ… New York’un bir diğer güzel özelliği ise yemekler! Yaşamak için yemek yiyen biriyseniz bu özelliğin bir önemi olmayabilir ama siz de yemek yemeyi seviyorsanız New York’ta yaşamaktan keyif alacağınız muhakkak. Yemek ile kastettiğim yalnızca hamburger değil tabii ki. Çok lezzetli hamburger yapan restoranları bir kenara, New York tüm dünya mutfaklarına ev sahipliği yapan bir şehir. Çin mutfağından Fransız mutfağına, Türk restoranlarından Meksika restoranlarına kadar birçok yemek deneyebilir ve yeni tatlarla tanışabilirsiniz. Üstelik, bazı ünlü restoranları çok pahalı olsa da tüm bu mutfaklara ulaşmak için çok fazla para harcamanıza da gerek yok (TL’ye çevirmediğiniz varsayımıyla!) New York’ta ilk kez denediğim Kore barbeküsü ve Thai yemekleri, tanıştığım için özellikle mutlu olduğum mutfaklar oldu. Türkiye’de bildiğiniz güzel ve tabii makul fiyatlı Kore ve Thai restoranları önerilerinize de açığım! SOKAKLARINDAKİ ÖZGÜRLÜK HİSSİ… Üçüncü olarak yazmak istediğim – önem sırasından bağımsız – iyi yön ise New York’un verdiği özgürlük hissi. Bu özellik aktivite ya da yemek gibi somut bir özellik olmadığı için kolay anlatılamayabilir. Her ne kadar geçtiğimiz sene Amerika’nın tahmin ettiğimden daha az özgürlükçü bir ülke olduğunu hissetsem de (özellikle son Yüksek Mahkeme kararları doğrultusunda), sokaklarda yürürken sahip olduğunuz kimliklerin hiçbir önemi yokmuş gibi hissediyorsunuz. Mesela hiçbir zaman giydiğim kıyafetin sokak için uygunluğunu düşünmedim.
New York sokaklarında yürürken kimliklerin önemi yokmuş gibi hissediyorsunuz. Mesela hiçbir restoran ya da markette vatandaşlığım ya da geldiğim ülke sorgulanmadı. Tam aksine bence herkes Amerikan vatandaşı olduğunuzu varsayıyor.
Ya da hiçbir restoran ya da markette vatandaşlığım ya da geldiğim ülke sorgulanmadı. Tam aksine bence herkes Amerikan vatandaşı olduğunuzu varsayıyor. Ya da sokakta yürürken çok farklı tarzlara sahip insanları ve bu insanların herhangi bir çekinceleri olmadan gezebildiklerini görebiliyorsunuz. Sanırım bu da New York’un çok kozmopolit bir şehir olmasıyla ilgili. Ama tabii herkesin aynı hislere sahip olduğunu iddia edemem, zira diğer birçok eyalete göre daha kapsayıcı olsa da New York’ta da ırkçılık sorun olmaya devam ediyor. AMA GÜVENLİK ENDİŞESİ… Bu sene içerisinde New York’u hep iyi özellikleri ile anlatsam da elbette New York da mükemmel değil. New York’un kötü özelliklerinden biri yukarıda anlattığım özgürlük hissi ile çelişen bir özellik: güvenlik endişesi. Her ne kadar özgür hissetseniz de her zaman güvende hissedemeyebiliyorsunuz. Bir anda elinizden telefonunuz alınabilir, gece gündüz fark etmeden biri size neden olduğunu bilmediğiniz bir şekilde bağırabilir ya da metroda aniden çıkan bir kavgaya şahit olabilirsiniz. Bunun yanı sıra gündemden düşmeyen silah taşıma hakkı tartışmalarının da acaba silahlı bir saldırıya maruz kalabilir miyim korkusuna yol açtığını söylemem gerek. AMA GÖRDÜĞÜM EN PİS ŞEHİR… New York’un beni rahatsız eden bir diğer özelliği ise temiz bir şehir olmaması. Kibar olmaya gerek yok. New York hayatımda gördüğüm en pis şehir. Sokaklardan bir türlü kalkmayan çöp poşetleri, hemen hemen tüm metro istasyonlarında karşılaştığınız kötü kokular ve sokaklarda gezen ve özellikle açık ayakkabı giydiğinizde tedirgin şekilde yürümenize yol açan fareler bu kirliliğin örnekleri. Tüm buna rağmen dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olması da ironik. Zira normalde kirliliğin muhitin değerini düşürmesi beklenir; fakat New York’un en pahalı semtlerinden biri Soho en çok çöp görebileceğiniz yerlerden biri. İnsan sorgulamadan edemiyor: burstan bile alınan şehir vergileri nereye gidiyor? AMA EVSİZ İNSANLARLA DOLU… New York’un en üzücü yanı ise bazı insanların temel ihtiyaçlara erişemiyor olması. New York, evsiz insanların en çok yaşadığı şehirlerin başında geliyor. Ev erişimi olmayan için çeşitli barınma yerleri bulunsa da bu gibi yerlerden de herkes -alkolizm veya madde bağımlılığı gibi sebeplerle- yararlanamıyor.
New York hayatımda gördüğüm en pis şehir. Sokaklardan bir türlü kalkmayan çöp poşetleri, tüm metro istasyonlarında karşılaştığınız kötü kokular… Bir anda elinizden telefonunuz alınabilir ya da biri size sebepsizce bağırabilir.
New York’un soğuğu ile başa çıkmak için aldığınız montun içinde soğuktan yakınırken ya da şık kıyafetlerle operadan çıktığınızda sokakta uyumaya çalışan insanları görünce de aslında yaşadığınız şehrin sandığınız kadar mükemmel olmadığını anlıyorsunuz. Tabii mesele New York’un ne kadar mükemmel olup olmadığı ya da sizin vicdanınızın sızlaması değil. Mesele kürtaj hakkını bile yaşam hakkı gerekçesiyle kadınların elinden alanların, bireylerin doğduktan sonra asgari standartlarda bir yaşam sürdürmesini önemsemiyor olması. Bu mesele ise sanırım sadece New York için değil tüm Amerika için ele alınması gereken bir husus. Bu yazıyı New York’u kötüleyerek bitirsem de bir yıla yakın New York tecrübemi hep olumlu hatırlayacağımı düşünüyorum. Bu tecrübelerimi paylaşma fırsatı veren Politikyol’a ve Dünyadan okuyucularına da ayrıca çok teşekkür ederim. Belki başka tecrübelerde görüşmek üzere!