Loading...
Gençlerin eline tercih imkanları verilmiyor. Kendi hayatının iplerini eline almak istese dahi ya bu engelleniyor ya da isteklerini gerçekleştirecek imkanlar bulamıyor.Nitekim Ömer Burak Tek’in PolitikYol’da yazdığı “Gençler Siyasetten Ne Bekliyor” yazısında kullandığı yaş gruplarına göre gelir dağılımı da gençlik krizinin dayandığı ekonomik eşitsizliği gözler önüne sunuyor. Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri 2018 yılında 49.001 TL iken, 29 yaşına kadar gençlerin çalışsalar dahi gelirleri 42.698’de kalarak ülke ortalamasının altında kaldığı gözlemleniyor. Son 3 senede yaşanan kur krizini ve enflasyonu da bu tabloyla beraber düşününce durumun vahameti iyice artıyor. Gençler hem ilk işine girmekte zorlanıyor hem uzun bir süre geliri Türkiye ortalamasının altında kalıyor ve son olarak gelirlerinin birçoğunu barınma ve yemek gibi temel ihtiyaçlara harcıyor. Kendini gerçekleştirmesi için harcayabileceği pek az ya da hiç kaynak kalmıyor. Zaman dahil. KRİZİN RESMİNİ BİRLEŞTİRMEK Bütün bu somut problemler krizin temel taşlarını oluştursa da Türkiye’nin kendi gençliğini kaybetme hikayesinin sadece görünen yüzünü oluşturuyor. Çünkü parçaları birleştirdiğimizde oluşan bütünlük, parçaların toplamından büyük oluyor. Ekonomik, politik, hukuki veya sosyal kriz birleşince büyüyor. Bir duygusal ve haysiyet krizi yaşatıyor. Bir gencin kendisiyle ve ülkesiyle kurduğu ilişkiyi zedeliyor. Kendisine ve ülkeye olan inancını azaltıyor. Çünkü haysiyet, Besim Dellaloğlu’nun yazısında belirttiği gibi “doğuştan elde edilmez. Ya da doğuştan kaybedilmez. Haysiyet, tarihseldir, kültüreldir, sosyolojiktir, hatta sınıfsaldır, ilişkiseldir. Vakumda haysiyet olmaz. Tercihin olmadığı yerde haysiyet olmaz.“ https://twitter.com/meral_aksener/status/1570819825752047617 Meral Akşener’in gençlerle oturup konuştuğu programda sözü alan 24 yaşındaki genç bir kadın ağlamamak için kendisini tutsa da dayanamıyor. İstediği bölümden mezun olduktan sonra ne kadar iş ararsa arasın özel sektörde okuduğu bölümü yapmasına imkân veren bir iş bulamadığını söylüyor. Firmalar diyor, “Sanki annemizin karnından tecrübeli olarak doğduğumuzu varsayarak bizden tecrübeli olmamızı bekliyor.”
Yurt dışına gönderdiği gençleriyle sadece bir iş gücü kaybetmiş olmuyor Türkiye. Kendisine, ülkesine, çevresine olan inancı zayıflamış insanlarını, kendi hikayesini kaybediyor.Bir fırsata dahi layık görülmemenin öfkesini içinde taşıyor. Gençler de bu fırsatsızlığın, adaletsizliğin kendisine öfke duyuyor. Bu da yukarıda bahsettiğim gençliğin yaşadığı bir haysiyet krizine sebep oluyor. Gençlerin eline tercih imkanları verilmiyor. Kendi hayatının iplerini eline almak istese dahi ya bu engelleniyor ya da isteklerini gerçekleştirecek imkanlar bulamıyor. Böylece git gide içine kapanıyor, hayata küsüyor, öfkeleniyor. Tercih yapabileceği, hayatının kontrolünü eline alabileceğini düşündüğü, bir birey olarak değer görebileceği yerlere gidiyor, gitmenin hayalini kuruyor. TÜRKİYE KAYBETTİ, AVRUPA KAZANDI Gençlerin duygusal kopuşu ve bir haysiyet görmemesi kendini günlük hayatta gösteriyor da. Türkiye’de siyasetin ve siyasetçilerin yaşlı doğasından dolayı bu sorun çok uzun süredir görmezden gelinmiş olsa da en son beyin göçü tartışmalarıyla gençlik krizi daha çok konuşulur oldu. Özellikle de “Türkiye kaybetti, Avrupa kazandı” formatıyla atılan tweetlerle. Peki bu tweetler yeterince anlaşıldı mı? Türkiye kaybetti ve bir Avrupa ülkesi kazandı demenin aslen hangi derin krizleri gösterdiği üzerine yeterince konuşuldu mu? Ne yazık ki hayır. Bu paylaşımı yapanlar; nankörlükle, ilgi çekmek istemekle, vatanını sevmemekle suçlandı. Bir ülkenin kendi gencini neden kendi ülkesinde tutamadığı, neden gençlerin gitmek için can attığı üzerine düşünülmedi. Halbuki mesajın arkasındaki derin bir kendini kabul ettirememe ve kabul ettirme umuduyla başka denizlere yelken açma hissiyatı anlaşılmamış bir şekilde havada asılı kaldı. Sciences Po’dan arkadaşım, doktora yapan Ömer Faruk Metin’in de beyin göçü üzerine derinlemesine konuştuğumuz haberde dediği gibi: “Bence önemli olan burada şu. Türkiye insanını kaybediyor. Yani Türkiye kendi insanını kaybediyor. Yani bu kayıp yurtdışına gitmekle veya gitmemekle de alakalı değil. Türkiye kendi insanının Türkiye’ye olan inancını kaybediyor. Burada insanlar hayallerini, umutlarını, geleceğe ve şimdiye dair mutluluklarını kaybediyor. ‘Türkiye kaybediyor’ derken ülkeden bahsetmek yerine bence ortalama olarak Türkiye’deki bir insanın kayıplarından bahsetmek lazım. Bence kaybedilen en büyük şey bu.” Yurt dışına gönderdiği gençleriyle sadece bir iş gücü kaybetmiş olmuyor Türkiye. Kendisine, ülkesine, çevresine olan inancı zayıflamış insanlarını, kendi hikayesini kaybediyor. Gidebilenler yeni bir hikâye bulma umuduyla hayatlarına devam ediyor, kalanlar ise bu kayıplarıyla yaşamaya alışmaya çalışarak. O yüzden gençlerin sesine kulak vermeli, onların haysiyet taleplerine ve tercihlerinin saygı görülmesi isteğine kulak kabartmalı. Çünkü hikayesi olmayan ülke, yolunu kaybetmiştir.