Türkiye AKP iktidarı döneminde sadece yolsuzluk, ekonomik problemler, hak ihlalleri ve anti-demokratik uygulamalara maruz kalmıyor, iktidarın giderek ötekileştirdiği ve uygun bir gelecek sunmadığı gençlerinin kayıplarını da yaşıyor. Mehmet Yaşar Altundağ’a göre bu Türkiye’nin kendi hikayesinin kaybı.
Boğaziçi bilgisayar mühendisliğini bitirmiş ve şu an bir yandan Münih Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan bir yandan da yazılım sektöründe çalışan bir arkadaşım geçtiğimiz günlerde beni ziyaret etti. Sohbetin ortasında Münih’deki Türkiye’den gelen öğrenci sayısını merak ettim. Zira Münih Teknik Üniversitesinin başta İTÜ ve Boğaziçi’nin mühendislik bölümlerinden mezun olanların yeni gözdesini olduğunu biliyordum. Bana sadece Telegram hesabında 1000’den fazla Türkiye’den mezun olmuş öğrenci olduğunu, sokakta yürürken adeta Türkiye’de hissettiğini söyledi. Hatta aralarında bir şaka bile oluşmuştu. Boğaziçi Münih Kampüsü...
Aklıma başka bir coğrafyada, Münih’ten binlerce kilometre uzakta olsalar bile duygusal olarak belki de Münih’te olanların kurduğu bir başka grup geldi. Ege Üniversitesinde tıp eğitimi alan öğrencilerin yurt dışına gitme grupları. Medyascope’a doktor göçü haberi hazırladığım esnada Ege Üniversitesinde 5.sınıf bir tıp öğrencisiyle konuştuğumda öğrendiğim bu grup ise bünyesinde TUS çalışmayı bırakıp Almanca, İsveçce ya da İngilizce öğrenmeye başlayan 300’den fazla öğrenciyi barındırıyordu. Türkiye’den giden gençlerin sayısı her geçen artıyor, gitmek isteyenlerin sayısı ise katlanıyor.
Bütün bu düşüncelerin ardından kendime sordum. Bir ülke gençlerini nasıl kaybeder? Daha kötüsü, eğer kaybettiğinin farkında değilse ya da umrunda değilmiş gibi yapıyorsa ne olur?
KRİZİN TEMEL TAŞLARINI YERİNE KOYMAK
Bir ülke; gençlerini sadece ekonomi kötü diye kaybetmez. Onlara onurlu şekilde davranmadığı için, onların tercihleri sonucunda onları haysiyetsiz gibi hissettirdiği için de kaybeder. Türkiye’de bugün beyin göçünü kritik bir konu yapan nokta da bu. Kendi gençlerine saygın bir birey gibi hissettirmeyen, onlara kendilerinin seçebildiği hayatlar üzerine haysiyetli yaşantılar inşa etmesine izin vermeyen, gelecek planlaması yaptırmayan bir ülkenin gençlerinin, o ülkeden duygusal kopuş yaşamasının hikayesidir.
Ekonomik ve siyasal kriz, şüphesiz ki Türkiye’deki gençlik krizini anlamak için çok önemli. TÜİK’e göre her 5 gençten biri işsiz. Bu tabloyu daha vahimleştirense iş ve eğitim gücüne katılım oranında. Zira işsizlik rakamlarına dahil edilmeniz için önce iş arıyor olmanız lazım. Türkiye’de genç kadınların yaşadığı temel sorunsa ne eğitime ne de işgücüne dahil olmaları. OECD bu durumu NEET (Youth not in employment, education or training) olarak adlandırıyor, yani ne çalışan ne eğitim alan ne de okuyan gençler. Türkiye, bu gençlerde zirveye oynuyor. Özellikle de kadınlarda. Genç kadınların %44’ü yani neredeyse her iki genç kadından birinin ne okuyor ne de iş gücünde bulunuyor.
Eğitim hayatına devam eden ve bir üniversiteden mezun olan gençlerinse en az 4 senelerini verdikleri eğitim kurumlarının kadrolarının zayıflığı, üniversitelerinin entelektüel çorak yapısı, birçok gencin zamanını israf etmekten başka bir şeye yaramıyor. Mezun olduktan sonra aldıkları asgari ücretle bırakın bir telefon ya da bilgisayar alabilmeyi kendi temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor oluşları da gençlik krizinin temellerini oluşturuyor.
Gençlerin eline tercih imkanları verilmiyor. Kendi hayatının iplerini eline almak istese dahi ya bu engelleniyor ya da isteklerini gerçekleştirecek imkanlar bulamıyor.
Nitekim Ömer Burak Tek’in PolitikYol’da yazdığı “Gençler Siyasetten Ne Bekliyor”
yazısında kullandığı yaş gruplarına göre gelir dağılımı da gençlik krizinin dayandığı ekonomik eşitsizliği gözler önüne sunuyor. Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri 2018 yılında 49.001 TL iken, 29 yaşına kadar gençlerin çalışsalar dahi gelirleri 42.698’de kalarak ülke ortalamasının altında kaldığı gözlemleniyor.
Son 3 senede yaşanan kur krizini ve enflasyonu da bu tabloyla beraber düşününce durumun vahameti iyice artıyor. Gençler hem ilk işine girmekte zorlanıyor hem uzun bir süre geliri Türkiye ortalamasının altında kalıyor ve son olarak gelirlerinin birçoğunu barınma ve yemek gibi temel ihtiyaçlara harcıyor. Kendini gerçekleştirmesi için harcayabileceği pek az ya da hiç kaynak kalmıyor. Zaman dahil.
KRİZİN RESMİNİ BİRLEŞTİRMEK
Bütün bu somut problemler krizin temel taşlarını oluştursa da Türkiye’nin kendi gençliğini kaybetme hikayesinin sadece görünen yüzünü oluşturuyor. Çünkü parçaları birleştirdiğimizde oluşan bütünlük, parçaların toplamından büyük oluyor. Ekonomik, politik, hukuki veya sosyal kriz birleşince büyüyor. Bir duygusal ve haysiyet krizi yaşatıyor. Bir gencin kendisiyle ve ülkesiyle kurduğu ilişkiyi zedeliyor. Kendisine ve ülkeye olan inancını azaltıyor.
Çünkü haysiyet, Besim Dellaloğlu’nun
yazısında belirttiği gibi
“doğuştan elde edilmez. Ya da doğuştan kaybedilmez. Haysiyet, tarihseldir, kültüreldir, sosyolojiktir, hatta sınıfsaldır, ilişkiseldir. Vakumda haysiyet olmaz. Tercihin olmadığı yerde haysiyet olmaz.“
https://twitter.com/meral_aksener/status/1570819825752047617
Meral Akşener’in gençlerle oturup konuştuğu programda sözü alan 24 yaşındaki genç bir kadın ağlamamak için kendisini tutsa da dayanamıyor. İstediği bölümden mezun olduktan sonra ne kadar iş ararsa arasın özel sektörde okuduğu bölümü yapmasına imkân veren bir iş bulamadığını söylüyor. Firmalar diyor,
“Sanki annemizin karnından tecrübeli olarak doğduğumuzu varsayarak bizden tecrübeli olmamızı bekliyor.”
Yurt dışına gönderdiği gençleriyle sadece bir iş gücü kaybetmiş olmuyor Türkiye. Kendisine, ülkesine, çevresine olan inancı zayıflamış insanlarını, kendi hikayesini kaybediyor.
Bir fırsata dahi layık görülmemenin öfkesini içinde taşıyor. Gençler de bu fırsatsızlığın, adaletsizliğin kendisine öfke duyuyor. Bu da yukarıda bahsettiğim gençliğin yaşadığı bir haysiyet krizine sebep oluyor. Gençlerin eline tercih imkanları verilmiyor. Kendi hayatının iplerini eline almak istese dahi ya bu engelleniyor ya da isteklerini gerçekleştirecek imkanlar bulamıyor. Böylece git gide içine kapanıyor, hayata küsüyor, öfkeleniyor. Tercih yapabileceği, hayatının kontrolünü eline alabileceğini düşündüğü, bir birey olarak değer görebileceği yerlere gidiyor, gitmenin hayalini kuruyor.
TÜRKİYE KAYBETTİ, AVRUPA KAZANDI
Gençlerin duygusal kopuşu ve bir haysiyet görmemesi kendini günlük hayatta gösteriyor da. Türkiye’de siyasetin ve siyasetçilerin yaşlı doğasından dolayı bu sorun çok uzun süredir görmezden gelinmiş olsa da en son beyin göçü tartışmalarıyla gençlik krizi daha çok konuşulur oldu. Özellikle de “
Türkiye kaybetti, Avrupa kazandı” formatıyla atılan tweetlerle.
Peki bu tweetler yeterince anlaşıldı mı? Türkiye kaybetti ve bir Avrupa ülkesi kazandı demenin aslen hangi derin krizleri gösterdiği üzerine yeterince konuşuldu mu? Ne yazık ki hayır. Bu paylaşımı yapanlar; nankörlükle, ilgi çekmek istemekle, vatanını sevmemekle suçlandı. Bir ülkenin kendi gencini neden kendi ülkesinde tutamadığı, neden gençlerin gitmek için can attığı üzerine düşünülmedi. Halbuki mesajın arkasındaki derin bir kendini kabul ettirememe ve kabul ettirme umuduyla başka denizlere yelken açma hissiyatı anlaşılmamış bir şekilde havada asılı kaldı.
Sciences Po’dan arkadaşım, doktora yapan Ömer Faruk Metin’in de beyin göçü üzerine derinlemesine konuştuğumuz
haberde dediği gibi: “
Bence önemli olan burada şu. Türkiye insanını kaybediyor. Yani Türkiye kendi insanını kaybediyor. Yani bu kayıp yurtdışına gitmekle veya gitmemekle de alakalı değil. Türkiye kendi insanının Türkiye’ye olan inancını kaybediyor. Burada insanlar hayallerini, umutlarını, geleceğe ve şimdiye dair mutluluklarını kaybediyor. ‘Türkiye kaybediyor’ derken ülkeden bahsetmek yerine bence ortalama olarak Türkiye’deki bir insanın kayıplarından bahsetmek lazım. Bence kaybedilen en büyük şey bu.”
Yurt dışına gönderdiği gençleriyle sadece bir iş gücü kaybetmiş olmuyor Türkiye. Kendisine, ülkesine, çevresine olan inancı zayıflamış insanlarını, kendi hikayesini kaybediyor. Gidebilenler yeni bir hikâye bulma umuduyla hayatlarına devam ediyor, kalanlar ise bu kayıplarıyla yaşamaya alışmaya çalışarak. O yüzden gençlerin sesine kulak vermeli, onların haysiyet taleplerine ve tercihlerinin saygı görülmesi isteğine kulak kabartmalı. Çünkü hikayesi olmayan ülke, yolunu kaybetmiştir.