Yazarın çalışmaları, klişeleşen ve gerçek dışı iddialarla dolu klasik Siyonizmin post-Siyonist tarihçilik sayesinde aşılacağına dair umudu diri tutuyor. Bu gerçekleşirse İsrail'in ilk yıllarındaki faaliyetlerine dair yeni izdüşümler, yeni tartışmaların başlamasına yol açabilir.Bu satırlar bir başka dünyaya geçişin dikenli tellerle dolu patikalarında, sarp yokuşlarında çektiği acıları ve yaşadığı travmaları gayet güzel anlatıyor. Yeni bir ev, yeni bir hayat her zaman sevinç ve mutlulukla dolu olacak demek değil. Zira bu göç, Irak’tan Filistin topraklarına gelmiş bir Yahudi aile için bir "Aliyah" değil, bir "Yeridah" idi - yükseliş değil, düşüştü. Shlaim'in anılarından anladığımız kadarıyla İsrail'e göç, sadece coğrafi bir değişim değildi; aynı zamanda sosyal ve kültürel bir dönüşümdü. Ailesi, Irak'ta refah içinde yaşarken, İsrail'e ulaştıklarında hayatları adeta tepetaklak oldu, baş aşağı bir duruma geldiler. Sessiz ve utangaç bir çocuk olan Shlaim, İsrail'de Aşkenazi Yahudileri arasında hep bir yabancı olarak kaldı. Lise giriş sınavında başarılı olması bile, bir Alman Yahudisi olan hocasının onu hak ettiği takdiri sağlamasına yardımcı olmadı. Hayatının bu döneminde Shlaim, belki de bir dışlanmışlık hissiyle Avrupalı Yahudilerin (Aşkenazi) kayrıldığı ayrımcı sistemin baş temsilcisi İşçi partisine karşı kendilerini ötekileştirmiş gören sağcı Herut partisini desteklemeye başladı. Henüz beş yaşında göç eden Shlaim, ne Irak'a aidiyetini koruyabildi, ne de İsrail'e tam anlamıyla entegre oldu. Her ikisinde de yersiz/yurtsuz kaldı. İngiltere'deki eğitim süreci, ona yurt edinebilmesine vesile oldu. İsrail'deki zor yıllardan sonra, bu onun özgürlüğünü ve özgüvenini kazanmasını sağladı. Shlaim'in anılarının belki de en çarpıcı kısmı, Bağdat'taki Yahudi hedeflerine yönelik bombalamalara dair soruşturması. Shlaim, Irak'tan İsrail'e göçü teşvik etmek amacıyla Siyonist ajanlar tarafından düzenlendi iddiasını ısrarla savunuyor. Yazarın çalışmaları, klişeleşen ve gerçek dışı iddialarla dolu klasik Siyonizmin post-Siyonist tarihçilik sayesinde aşılacağına dair umudu diri tutuyor. Bu gerçekleşirse İsrail'in ilk yıllarındaki faaliyetlerine dair yeni izdüşümler, yeni tartışmaların başlamasına yol açabilir. Kitap aslında bir tarihçinin kişisel hikayesini ve profesyonel incelemelerini bir araya getiren bir eser. Fakat belki de en önemlisi, kimlik, aidiyet ve kültürel çatışma hakkında evrensel bir hikaye sunması. Hemen hatırlatalım kitap henüz Türkçeye çevrilmedi.
Bir sınır insanı: Avi Shlaim'ın üç dünyası
İki dünya arasında sıkışıp kalan Shlaim, kendini tanımlamak, yerini bulmak ve sonunda yurt bulmak zorundaydı. Shlaim'in hatıratı, sadece tarihle ilgilenenler için değil, aynı zamanda insan ruhunun karmaşıklığı ve kimliğin esnekliği üzerine düşünmek isteyen herkes için bir başyapıt.
İki dünya arasında sıkışıp kalan Shlaim, kendini tanımlamak, yerini bulmak ve sonunda yurt bulmak zorundaydı. Shlaim'in hatıratı, sadece tarihle ilgilenenler için değil, aynı zamanda insan ruhunun karmaşıklığı ve kimliğin esnekliği üzerine düşünmek isteyen herkes için bir başyapıt.
“Three Worlds: Memoirg of an Arab-Jew” adlı kitap bir insanın hayatını farklı coğrafyalar arasında bölüştürmek ve ömrünün her bir parçasını buralara gidip teker teker toplamak zorunda kaldığı bir ayrım noktasında başlayan bir hikâye. Bağdat'ta doğan, orada yeşeren, ancak daha sonra İsrail topraklarına kök salan bir tarihçi Avi Shlaim.
Daha derinlere dalmadan hatırlatmam gereken bir şey var. Shlaim’in hatıratında ima ve işaret ettikleriyle Edward Said’in “Yertsiz Yurtsuz” adlı hatıraları arasında ne kadar büyük benzerlikler var. Halbuki biri Arap diğeri Yahudi ve düşman oldukları varsayılan iki etnisiteden olan insanlar. Araplarla Arap ülkelerinde yaşamış Yahudiler arasında bir sorun olmadığı. Sorunun işgalci, toplumun doğal eğilimlerine karşı direnen, Ortadoğu’yu bir istikrarsızlık adası haline getirmeyi kendine görev addetmiş olan Siyonist devlet İsrail’le ilgili.. Iraklı ya da Yemenli Yahudiler yüzyıllarca o topraklarda yaşadılar ve kimse de onların dinlerine ve hayat tarzlarına karışmadı. Birdenbire 1950’de 110 bin Yahudi ülkelerini terk etme ve Filistin’e yerleşme kararı aldı.
Şu anda emekli olan Oxford Üniversitesi profesörü Shlaim, İsrail'in Filistin işgaline dair oldukça tavizsiz, çekincesiz ve net eleştirileriyle tanınıyor. Ama onun hikayesi, sadece siyasi analizlerden ibaret değil. Hayatının ilk beş yılında, renkli ve müreffeh bir Bağdat'ta büyüyen Shlaim, ailesiyle birlikte İsrail'e göç ederken hayatının değiştiğini anlamış. Kitap şöyle başlıyor:
“Sıcak bir yaz günü, Tel Aviv'in doğusundaki İsrail kasabası Ramat Gan'daki apartmanımızın önünde arkadaşlarla takılırken babam yanıma yaklaştı. Arkadaşlarımın ve benim şort ve sandaletlerimizin aksine üç parçalı bir takım elbise, beyaz gömlek ve kravat giymişti. Bana, “yabancı bir dil”le yani Arapça hitap etti. Benim de cevabım Arapça olmak zorundaydı. Utanç beni sardı ve yanaklarım kızardı. Babamın sorularına verdiğim cevaplar karışık, tek heceli ve zor duyuluyordu. Ona söylemek istediğim şey, evde Arapça konuşmamızda bir sorun olmasa da, yanımdayken benimle İbranice konuşması gerektiğiydi. Ancak, akranlarımın huzurunda kendimi bir şey söylemeye ikna edemedim. Daha sonra evde bile bu çekingenliğimi dile getiremedim. Sadece yerin yarılıp beni yutmasını istiyordum. İletişim kurmakta yaşadığım zorluklar, hayatının geri kalanında babamla olan ilişkimi karakterize edecekti. Çocukken bu olayın onun için ne kadar aşağılayıcı olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Bu olay 1950'lerin ortalarında, ben yaklaşık on yaşındayken olmuştu. İsrail devletinin kuruluşundan üç yıl önce, 1945 yılında Bağdat'ta Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştim. Ailem 1950 yılında, ben beş yaşındayken Bağdat'tan İsrail'e taşınmıştı. Evde Arapça konuşuyorduk; genç Yahudi devletinin dili, İncil İbranicesinden modern çağa uyarlanmış İbraniceydi. Kız kardeşlerim ve ben okulda bu dili çok çabuk öğrendik ve hem arkadaşlarımızla hem de birbirimizle konuştuk. Ellili yaşlarının ortalarındaki babam hala son derece zor bir dili öğrenmek için mücadele ediyordu.”