Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman geride kalan seçimleri CHP ve sol bağlamda ele alarak; gelecekte CHP’nin izleyebileceği yol haritasından birini yazdı
Kelimeyi doğru ve yerinde kullanırsam seçim ‘süreci’ 28 Mayıs 2023 gecesi tamamlandı ama biten süreç iki büyük seçimi kapsıyor, dolayısıyla değerlendirmelerin büyük bölümü CB ve parlamento seçimlerini birlikte ele alıyor. Birbirlerini etkilemesi kaçınılmaz olsa da iki seçim iki farklı olgudur ve ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Eğer müşterek bir değerlendirme yapılacaksa o takdirde irdelemenin tek bir kavram üstünden ilerlemesi gerekiyor ki, o kavram ‘yenilgi’ veya ‘kayıp’tır. Öyle yapalım ve başlayalım.
BAZI SEÇİMLER WATERLOO SAVAŞIDIR...
CB seçimi Kemal Kılıçdaroğlu için daha fazla olmak üzere iki parti ve lider bakımından da bir tür Waterloo Savaşıydı. 1815 yılında gerçekleşen savaştan önce Napoleon Elba’dan kaçmış ve sonunda Avrupa Koalisyonuna karşı ölüm-kalım savaşına girmişti. Arada Viyana Kongresş toplanmış ve Avrupa’ı coğrafya ve müttefikleri düzeyinde tanzim etmişti. O büyük bloka karşı savaşacaktı, savaştı. Savaştı ve yenildi.
Yenilgisi hazindi, çünkü kazandığı bir savaşı birkaç nedenle yitiriyordu. Büyük ve ağır bir hemoroit kanaması geçiriyordu, Prusyalıların erişimini engelleyecek ormanı yakmayı unutmuştu ve Mareşal Gruchot o Prusyalıları durduramamıştı. Şu son nedenin de bir nedeni vardı: gece çok yağmur yağmıştı, savaş meydanı müthiş çamurdu, Napoleon alanın kuruması için beklemiş, o arada Polonyalılar zaman kazanıp ilerlemişti. Nihayet savaş meydanından kaçıp Paris’e geldi. Orada da duramadı. Başına gelecekleri biliyordu. İngilizlere teslim oldu. Kaderi Saint Helena adasına sürülmekti. Altı yıl orada yaşadı ve öldü.
Herkes hayatının bir noktasında bir kere Napoleon oluyor.
‘Değişim’ diye çıkılan seçimde ve enerji o kavrama yoğunlaşmışken gerçekleşmemesi yani, explosion olmaması, dışına patlayamaması halinde, o değişim enerjisi büsbütün güçlenerek implosion’a dönüşecek, içine doğru patlayacak muhalif partilerde, parti sistemlerinde ciddi değişimler doğuracaktır.
DIŞA VEYA İÇE PATLAMA
Sosyal travma diye bir kavram var. Politik yorumlar muhalif cephenin yaşadığı ağır yenilgiyi inkara yelteniyor o travmayı atlatmak için ve yitimi kazanım olarak değerlendiriyor. Öyle sayılabileceği yerler de var ama toz ve duman dağılınca bir ittifak bloğu olarak yaşanan kaybın vahameti ve ağırlığı kısa sürede hissedilecek.
Nedeni çok açık. Batı dillerinde patlama karşılığı iki terim var. Birisi dışa patlamayı ifade eder, bombanın patlaması gibidir ve hemen herkes
explosion sözcüğünü tanır. Ama bir de içine patlama vardır,
implosion. ‘Değişim’ diye çıkılan seçimde ve enerji o kavrama yoğunlaşmışken gerçekleşmemesi yani,
explosion olmaması, dışına patlayamaması halinde, o değişim enerjisi büsbütün güçlenerek
implosion’a dönüşecek, içine doğru patlayacak muhalif partilerde, parti sistemlerinde ciddi
değişimler doğuracaktır. Yas dinamiklerini bilenler işin inkarla başladığını, kabulle sürdüğünü, nesnelleştirmeyle, çözümlemeyle devam ettiğini bilir. Yavaş yavaş nesnelleştirme aşamasına geliyoruz.
AKP’yi anlamadan onu aşmak olanaksız, bu kesin bir gerçek ve her şey için geçerli. Tüm çözümlemelerin anlamak penceresinden bakarak yapılması gerekiyor ama o yöntem ne yazık ki değerlendirmelerimize hâkim değil.
KÜÇÜK HATALAR BÜYÜK SONUÇLAR
İki seçim birden düşünüldüğünde ilk hatanın birinci seçimlerin sadece CB seçimleri olarak tasarlanması suretiyle yapıldığını belirtelim. Oysa bir de genel seçim vardı. Politikyol’da genel seçimi enine boyuna çözümledim ama en hayli geniş, boy da hayli uzun, daha fazlasını yapmakta beis yok. Üstünde durduğumuz bu trajik kaybın beni öncelikle ilgilendiren CHP bakımından adını koyalım önce: Parlamentoda 129 sandalye galiba koşulların benzerliği bakımından 1954 seçimlerindeki kadar ağır bir duruma işaret ediyor. Hiçbir şey getirmeyen ama çok şey götüren ittifak partilerine ikram edilen ve şimdiden ‘kiralık vekiller’ diye nitelendirilen 40 milletvekilinin büyük bölümünün muhakkak şekilde kökenleriyle yani AKP’yle buluşmasının yaratacağı vahim sonuç, şu yenilgi-inkâr denklemini daha da ürkütücü hale getiriyor. Tasarlanmayan genel seçim etkisi budur, eğer Kılıçdaroğlu’nun bir de CB seçimini yitirdiğini ve parlamento dışı kaldığını vurgulamazsak.
Nasıl oldu, neden oldu sorusunu birkaç başlıkta ele alacağız ama AKP hakkında ilk kitaplardan birini yapmış birisi olarak hemen belirteyim, yenilgi sadece yadsımayla beliren bir sorun değil, görmemekle ve inanmamakla da ilgili bir sorun ve muhalif çevre tam da AKP’yi görmemek, inanmamak yani anlamamak inadını sürdürüyor. AKP’yi anlamadan onu aşmak olanaksız, bu kesin bir gerçek ve her şey için geçerli. Tüm çözümlemelerin anlamak penceresinden bakarak yapılması gerekiyor ama o yöntem ne yazık ki değerlendirmelerimize hâkim değil. Yazılan pek az yazıda kuramdan kalkmış, sosyolojik gözleme dayalı, siyaset bilimi açısından geliştirilmiş çözümlemeler mevcut. Hızla aşılmasındaki gereklilik bir yana bu çok hazin gerçeğin doğrudan seçim yenilgisine yol açan ciddi bir faktör olduğunu da kaydetmek şart. Amerikalıların dediği gibi,
first things first.
O zaman bazı faktörleri ele alan bir değerlendirme yapalım.
Herkesin bir ikinci kişiyi etkilediği ve diğer maddi ilişki ağlarının kurulduğu bir zeminden, sosyalleşme pratiğinden söz ediyoruz. 27 milyon oy galiba daha kolay açıklanıyor. Ama şunu belirtelim: bir politik partinin Türkiye’de bu kadar üyesi olmaz.
SEÇİM VE TOPLUMSAL İLİŞKİ AĞLARI YA DA SİVİL TOPLUM
Görmezden gelinen, yok sayılan AKP’den başlarsak sadece iki noktanın altını çizmek ve ele alacağımız iki unsuru CHP’yle karşılaştırmak gerek.
Bunların ilki AKP’nin, kurulduğu günden beri ve öncesinde de RP-FP hatta daha geriye giderek MSP döneminden yani 1970’lerden bu yana, elli yıllık bir kesitte öncüllerini ve kendisini bir sosyal ilişkiler zemini olarak kurguladığını bilmektir. Gerçekten de andığım bu elli yıllık kesiti anlamak için mutlaka Şerif Mardin’in temel iddialarından biri olan toplum ilişkilerindeki ara-konakların (
intermediary host) Cumhuriyet döneminde kurgulanmadığını öne süren görüşlerine gitmek gerekir. Şerif Hoca tekkelerin ve benzeri örgütlerin Cumhuriyet döneminde ortadan kaldırılmasının, ahi teşkilatı benzeri örgütlenmelerin eksilmesini devletle vatandaşı doğrudan karşı karşıya getirdiğini öne sürüyor, iki kutup arasında iletişim veya ‘yastık’ rolü oynayan kurumların önem taşıdığına değiniyordu. Ayrıntısında katılmanın zor olduğu ama özünde çok doğru bir noktaya parmak basıyordu.
Modern toplumu tekke, ahi örgütü teşkilatıyla temellendirmek mümkün değil. Mardin de öyle olsun demiyor, gerçekliğe işaret ediyordu. Dolayısıyla Cumhuriyetin yapması gereken, Kurtuluş savaşını hazırlayan, kökleri İttihat ve Terakki partisi örgütlenmelerine kadar geri giden Anadolu’daki sivil oluşumları güçlendirmekti. Cumhuriyet böyle bir yaklaşımdan kaçındığı gibi, o yerel örgütlenmeleri ve hareketliliği devlet odaklı bir merkeziyetçiliğe taşıdı ve tamamen yok etti.
Geriye belli bir ideoloji doğrultusunda kendisini örgütleyenler kaldı ki, din temelli oluşumlar onların başında gelir. Sadece Anadolu değil, şu son seçimlerin insanları şaşırtarak gösterdiği gibi söz konusu örgütlenme Avrupa’da da etkinleşmiştir ve bu bir sosyal ağdır. Çok küçümsenen, kınanan, yanlışı kendi içinde saklı makarna-pirinç paketlerinden başlayarak belediye ve diğer yerel yönetim örgütlenmeleri bir
sosyal ağ inşa etmek faaliyeti içindedir ve AKP’nin öncelikle bu yönüyle anlaşılması gerekir.
CHP’nin yer almadığı, kendi eliyle yok ettiği bir sosyoloji zemininden söz ediyoruz. Uzantısı, parti üye sayılarıdır. Bildiğimiz kadarıyla 12 milyona yaklaşan, 11.250 bin civarında üye sayısına sahip AKP, dünya parti üye büyüklükleri sıralamasında altıncıdır. CHP’nin üye sayısı ise 1 milyon 400 bin dolayındadır ve AKP’nin onda biridir. Sadece üyelerin verdiği oy Erdoğan’ın aldığı oyun neredeyse yarısıdır. Üyelik nötr bir kimlik özelliği değildir. Bir bütünün parçası olmaktır, aynı şekilde bir ideolojinin ve etkinliğin.
Herkesin bir ikinci kişiyi etkilediği ve diğer maddi ilişki ağlarının kurulduğu bir zeminden, sosyalleşme pratiğinden söz ediyoruz. 27 milyon oy galiba daha kolay açıklanıyor. Ama şunu belirtelim: bir politik partinin Türkiye’de bu kadar üyesi olmaz. Yanlış anlaşılmasın AKP’nin bunca üyesi yoktur demiyorum, bunca üye AKP’nin bir politik parti olmaktan önce bir
sosyal ağ olarak teşekkül ettiğini gösterir, kanıtlar. 12.5 milyon üyesi olan politik partinin bir toplumdaki konumu da seçimlerde aldığı oya da farklı olacaktır.
CHP ise bu şartlar altında Anadolu’da mevcut olmayan bir partidir. 1.4 milyon üyeyle ve sadece kıyı şeritlerinden oy alan CHP’nin bu durumu ilk kez 14 veya 28 Mayıs 2023’te belirmedi. 1992’de yeniden açıldıktan sonra bu şekilde gelişti. 1999’da baraj altında kalacak ölçüde geriledi CHP toplumda. Bugün de tüm seçmen artışına, demografik değişikliklere rağmen CHP’nin politik konumu dönüşmüyor.
1990’ların başından beri neredeyse matematik olarak kanıtlanmış bir gerçek var: sağa kayan bir CHP’nin ‘sol-sosyal demokrat’ kimliğini koruyan bir CHP’den daha etkin olması imkansızdır ve CHP kanıtlanmış bu postülanın gereğini yerine getirmemekte direniyor.
HEP AYNI TABAN VE SİYASAL KİMLİKTEN KÜLTÜREL KİMLİĞE
1973 seçimlerinden bu yana ele alınınca Türkiye’de sağ-sol ayrımı hala %65-70’e karşı %30-35 şeklindedir. Tarih derinliği içinde de bu durumun değişmemesi hayret vericidir ve üstünde ciddiyetle çalışılması gereken bir haldir. Kıyılar bakımından da CHP son dönemde gene oylarını artırmayıp eksiltiyor. O zaman mevcut koşulları doğuran sorunlara bakılması zarurettir.
İlk sorun CHP’nin dayandığı tabanı değiştirmemesidir. Kendisini daha geniş bir çevreye
açmaması, kentli, orta sınıf, Batıcı, iyi eğitimli çevrelerle yetinmesi ne yazık ki siyasete yetmiyor. İkincisi, CHP, sosyal demokrasi tezlerini bıraktığı 1993 sonrasında hırsla, azimle, kararlılıkla ideolojik siyasetten kültürel değerlere yöneldi ve AKP’nin de betonlaştırdığı kültürel çatışmayı (
kulturkampf) benimsedi. Oysa o eksende sonuç alması olanaksızdı, öyle de oldu. Oysa...
1.CHP, sivil toplumla, en geniş manada toplumla kucaklaşmak zorundadır. Bugün Türkiye’de yaşanan demokratikleşme sorunlarını aşmanın da ana yolu sivil toplumun canlandırılmasından geçer. AKP’nin sosyal ağ anlayışına karşı bir ağ oluşturacak şekilde CHP’nin de
demokratik sivil toplumla bütünleşmesi ve kendisini genişletmesi gerekir. Anadolu kentleri buna hazırdır. Önemli olan CHP’nin Anadolu’ya yönelmesidir. Hele hele %7 civarında ortalama oy aldığı Güney Doğu bölgesi için bu gerçek daha da ağır basıyor. Aynı şekilde parti içi demokrasinin ve parti içi demokrasiye dönük şekilde toplum-parti ilişkisinin yeniden organize edilmesi gerekir.
2.Daha da köklü ikinci neden ise ideolojidir. CHP’nin ne yapıp yapıp sosyal demokrasi eksenli olacak şekilde
gerçek solla buluşması gerekir. Böyle bir adım atılmadığı süre boyunca CHP
siyasal kimliğini daima eksik bırakacak, o eksiği
kültürel kimlikle dolduracaktır, dolduruyor. Sol üstünden tanımlanmayan bir kimlik doğallıkla sağ üstünden tanımlanırken bu defa sağ siyasetle giderek artan oranda özdeşleşiliyor. 1990’ların başından beri neredeyse matematik olarak kanıtlanmış bir gerçek var: sağa kayan bir CHP’nin ‘sol-sosyal demokrat’ kimliğini koruyan (ama ne zaman korudu o ayrı bir sorudur) bir CHP’den daha etkin olması imkansızdır ve CHP kanıtlanmış bu postülanın gereğini yerine getirmemekte direniyor. Kaldı ki, solun kendisine ait ideolojik sınır çizgilerini çekmediği bir durumun orta-sağ partileri de olumsuz yönde etkileyip onları da son dönemlerde ortaya çıkan
alt-right’a kaydırdığını biliyoruz. Kısacası, siyasetin kutbu ideolojidir.
1990’lardan itibaren zayıflayan ideolojik tutumların yarattığı boşluğu kültürel unsurların doldurduğunu, o unsurların git gide radikal sağı beslediğini bilirken CHP’nin bu gerçeğe sırtını dönmesini akıl almıyor.
EKLEKTİK PARTİNİN ÇIKMAZINA ÇARE: SOL
CHP ise böyle bir dönemde önemli bir adım atıp laikçi yaklaşımların militan partisi olmaktan nispeten uzaklaşmakla ve klasik, geleneksel sembollerini ve ikonografisini nispeten sessizleştirmekle birlikte daha ziyade ait olduğu çevrenin zihninde batıcı-laikçi siperin partisi olarak yaşıyor. CHP gerçekten ‘o’ parti midir, bugün sorgulanabilir. Fakat öyle algılanmaktan öte algılanmak istenildiği açıktır. Parti de o tavizi vermektedir. Sonunda ortaya bazı reflekslerinde sağcı, gelenekçi, bazı reflekslerinde laikçi-Batıcı
eklektik bir parti çıkıyor.
Eklektik ideolojiye sahip partiler orta sağ partilerdir. Üstüne üstlük laikçi-Batıcı bir parti olmak Türkiye’de çok uzun süre, halen de ‘sol’ bir parti olmak için yeterli koşul sayılmıştır. Neresinden bakılsa yanlış olan bu anlayış ne yazık ki çok uzun yıllar ve dönemler boyunca CHP’nin en ciddi çelişkilerinden biridir. CHP bu iki kavramla donuklaşırken muhtemelen geleceği için de orta sağda bir parti olarak konumlanması üstüne bazı hesaplar yapılmaktadır. Her zaman söylediğim gibi Türkiye’de merkez sağın partileri olarak DP geleneğinden gelen AP ve ANAP seçkinlerinin şimdi CHP’de siyaset yapması boşuna değildir.
Halbuki denenmesi şart olan fakat bir türlü gerçekleşmeyen başka bir yaklaşım var:
sosyalizm. Sosyalist solun bugünün dünyasındaki sınır şartları tartışılıyor ama özgürlükçü/demokratik solun sınır koşulları değişmiyor. CHP insanlara sivil toplum üstünden gelen bir anlayışla sınıf gerçeğini anlatmak zorundadır. Geçmişte ortaya çıkmış tek başarı olan Ecevit başarısı tam da bu zeminde gelişmiştir. İdris Küçükömer’in makro planda yanlış gibi görünmese de sınıfsal taban gerçeğini ihmal ettiği için sadece kültürel bir gözlem olarak kalmaya mahkûm, kabaca ‘sol sağdır sağ da sol’ şeklinde özetlenen görüşü bu çerçevede çöker. Solun sağ sağın da sol olması Türkiye’de siyasetin kültürel terimler üstünden ilerlediğinin kanıtıdır ve eğer geniş halk kitlelerine sınıfsal yani sosyo-ekonomik gerçeği anlatılırsa %65-35 dengesi değişir. Ecevit’ 1977 seçimlerinde %43 oy alırken karşısındaki sağ blok %56 oy alıyordu ama Ecevit o oyu kitlelere sınıf gerçeklerini, büyük bir sol kitle hareketi içinde anlatarak o oyu elde ediyordu.
Eğer bu eksende bir değişim sağlanamazsa insanların kendilerini içinde çok rahat ve huzurlu hissettiği kültürel konfor bölgesinden çıkması neredeyse olanaksızdır. Homeros’un tanımıyla ‘tilki kadar kurnaz’ Odysseus’un onlarca badireyi atlatıp evine, Ithaka’ya Peneolope’sine dönmesinin nedeni çoktur ama başlıcası insanın evine, eşine, anayurduna yani huzur alanına dönme isteğidir. Odysseus
bu gerçeğin sembolüdür. Kültürel kimlik de öyledir, topluluk ruhunu oluşturan hemşehrilik, yurttaşlık, aynı takımdan olmak, aynı okuldan mezun olmak, aynı mezhepte buluşmak daima öne çıkar ve ağır basar. 1990’lardan itibaren zayıflayan ideolojik tutumların yarattığı boşluğu kültürel unsurların doldurduğunu, o unsurların git gide radikal sağı beslediğini bilirken CHP’nin bu gerçeğe sırtını dönmesini akıl almıyor. Hele hele Türkiye gibi iç-göçün kitleleri yerinden oynattığı ve hemen herkesi büyük boşluklara ittiği bir yirmi yıllık kesitte CHP’nin tereddüt etmeden kültürel kimlik üstünden bir siyasete razı olması çok trajiktir.
Kürtler ise muhakkak şekilde kendi partilerini destekleyecektir, kaçınılmazdır. Ama Kürtleri yanına almış, o toplum kesimiyle gücünü birleştirmiş, toplumsal barışı ve uzlaşmayı öyle ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ gibi soyut kavramlar üstünden değil bu türden dayanışmalar üstünden gerçekleştiren bir CHP ancak kendisini geleceğe taşıyabilir.
ALEVİ, KÜRT İTTİFAKI VE CHP
Geriye Kürtler ve Aleviler kalıyor. Daha önce çok yazdığım için ayrıntılandırmıyorum ama CHP’nin gelecekteki kurtuluşunun aracı olarak bu iki kesimi görüyorum. Aleviler çaresizce ve kaçınılmazcasına CHP’yle bütünleşmiş durumda. Ana nedeni laikliğe duydukları ihtiyaç. O zaman denklemi tersine çevirelim. Alevilik üstünden gelişen bir laiklik anlayışından demokratik, çoğulcu ve pozitif bir laiklik üstünden gelişen Aleviliği temellendirelim. Eğer önerdiğim modele geçilirse sadece Aleviler değil CHP de çok rahatlayacaktır. Hatta bugün ‘beyaz Türkler’in benimsediği, hayal ettiği, doğrusu budur zannettikleri, özünde onları hapseden, dışına çıkmalarına izin vermeyen yanlış, eksik, negatif laiklik tanımı genişleyecek, onlar da özgürleşecektir.
Kürtler ise muhakkak şekilde kendi partilerini destekleyecektir, kaçınılmazdır. Ama Kürtleri yanına almış, o toplum kesimiyle gücünü birleştirmiş, toplumsal barışı ve uzlaşmayı öyle ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ gibi soyut kavramlar üstünden değil bu türden dayanışmalar üstünden gerçekleştiren bir CHP ancak kendisini geleceğe taşıyabilir. Basit bir politik taktikten değil, çok hayati ve tarihsel bir etkileşimden söz ediyorum. Ayrıca CHP’nin birçok farklı dönemden Kürtlere ciddi bir borcunun olduğu muhakkaktır. Ortada böyle bir gerçek dururken CHP, Ümit Özdağ’la malum protokolü imzalıyorsa durum vahimden daha vahimdir, çünkü ideolojik olarak nereye dayanacağını bilmeyen bir partiyle karşı karşıyayızdır. Ve o parti genel başkanının CB seçiminde aldığı oylarda 6-7 milyon Kürt oyunun bulunduğunu da biliyoruz.
Çok ciddi bir seçimden geçtik. Bütün haksızlıklara, adaletsizliklere, eşitsizliklere mukabil galiba bu seçimin ortaya koyduğu kadar yakın dönemin hiçbir seçimi politik gerçekliği CHP açısından bunca somutlaştırmamıştı. Platon’un mağarasında yaşayanların anlayışıyla tarif edilen CHP şimdi mikroskop camı altına yerleştirilmiş nesne gibi görünüyor. Öncelikle şunu belirteyim: hemen yakın dönemde CHP daha da fazla önem atfedilerek izlenmelidir, çünkü onun dışında iktidara karşı muhalefetin odağı olacak bir parti yoktur. Bunu söylerken HDP’yi ve TİP’i unutmuyorum ve onlardan toplumun çok şey beklediğini biliyorum. CHP’nin eski İslamcı, Milli Görüşçü kökenden genden gelen, MHP’den kopmuş partilerle değil, korkmakdan, ürkmeden ve yılmadan bu blokla yapacağı ittifak Türkiye’yi geleceğe taşımak bakımından hayati derecede önemlidir. CHP’yi seçime taşıyan ittifakın artık toplumsal karşılığı yoktur, kalmadı. Milli Görüş temelindeki partiler parlamento dışıdır, milletvekilleri AKP’ye ittifak içine girecektir. İYİP dağılacak, çıkar ilişkilerini hallettikleri oranda MHP’yle ittifak yapacaktır.
Oysa Türkiye’nin güçlü muhalefete ihtiyacı var. Güçlü muhalefeti demokrasinin koşulu olduğu için aramak ve savunmak gerekir. Kürtler ve TİP Meclis’te mevcut birer demokratik güç odağı olsa ve onlardan çok şey beklense de CHP makinesinin cesameti ortada duruyor. Bütün hadise CHP’nin geçireceği (muhtemelen de geçiremeyeceği) zihinsel ve yapısal dönüşümdür. Godot diye birisi veya bir şey...
Böyle bir denklemde modernleşmenin ögeleri hala kalkınma ve büyümedir. Dağıtım ve bölüşüm politikalarının anlatılması ayrı bir maharet gerektirir. Sol onu yaptığında sol olacaktır, anlatmanın ötesinde o politikaları kitlelere benimsetmelidir, çünkü sol tam da o aksta ilerler.
DEMOKRATİKLEŞME, MODERNLİK VE POPÜLİZM
Bu seçimden 9 ay sonra önümüze konacak seçim sandığına bakınca şu iki noktayı işaret ederek bitirelim yazıyı.
Türkiye’nin bugün demokratikleşme sorunları var. Ama Türkiye’nin hala modernleşme sorunları da var. Eski bir imparatorluğun tahayyülü üstünden kurgulanan ve çeşitli eklemelerle devasa boyutlara eriştirilen
politik duygusallaştırma siyasette egemen olan kültür ve kimlik olgularıyla bütünleşerek sistemi felç ediyor. Bu felce yol açan diğer başat ögenin bahsettiğim duygusallaştırmayı tahrik ve teşvik eden kişi kültüyle iç içe geçtiği de malum. Tüm bu paketin adı popülizm ve ilgili literatürün gösterdiği çok önemli bir sonuç var:
popülizm demokrasinin doğal düşmanıdır, gelişmesine izin vermez. Bunları biliyoruz ve aşmak kaçınılmaz bir zorunluluk. Gerçek-sonrası dönemde popülizm problemleriyle başa çıkmak ise galiba demokrasilerin yüz yüze olduğu en korkunç sorun.
İkinci unsur Türkiye’nin hala ihtiyaç duyduğu modernleşme. Bugünün dünyasında yani modernlik sonrası dünyada modernleşmenin parametreleri nelerdir sorusunun bin türlü yanıtı varsa da bir gerçek diğerlerinin önüne geçiyor: bilgi ve teknoloji.
Modernleşme son tahlilde teknolojiyle ilgilidir, çünkü teknoloji ideolojiyi dönüştüren ana amildir. Ekonominin ikincilleştiği bir seçim sürecinden geçtik ve galiba Erdoğan’ın siyasal zekâsı bu denklemi herkesten önce görüp kurabilmesinde, ‘Türkiye yüzyılı’ gibi, yukarıda popülizm bağlamında öne sürdüğüm tüm ögeleri içeren somut bir slogan üretebilmesindeydi. ‘Gelecek’ten söz açmak daima teknolojiden söz etmek ve daha iyi bir hayatın hayalini kurdurmaktır,
post değil
pre yani ön gerçeğin söylediği bu. Ona karşılık ‘yine baharlar gelecek’ trajik bir slogandı, düşünen sebebini bulur: üzülmeyin, yine gelecek, eh baharın gelmesi de doğaldır, kendiliğindendir. Bazılarının kampanyaya ‘pozitif’ dediğini unutmadık...
Böyle bir denklemde modernleşmenin ögeleri hala kalkınma ve büyümedir. Dağıtım ve bölüşüm politikalarının anlatılması ayrı bir maharet gerektirir. Sol onu yaptığında sol olacaktır, anlatmanın ötesinde o politikaları kitlelere benimsetmelidir, çünkü sol tam da o aksta ilerler. Türkiye, nüfus olarak bakıldığında artık bir kırsal alan ülkesi değil, büyük nüfus metropolde yaşıyor. Ama sadece rant ekonomisi üstünden gelişen bir Anadolu kenti gerçeğini nasıl aşacağız? Büyük kentlerin etrafındaki uydu kentleri dolduran insanların sadece hizmet sektöründen beslenmesini nasıl dönüştüreceğiz? Solun işi zor değil kolay ama her şey bilmekle ilgili.
Bu çok karmaşık denklemin başka bir boyutu var: demokrasi soyut bir kavram ve sadece bir dizi yönetim mekanizmasıyla ilgili değildir. Yargıyla veya kuvvetler ayrılığıyla demokrasi arasında kaçınılmaz, kopmaz bir ilişki varsa da demokrasinin
sağlanması, güçlenmesi ancak bölüşüm-paylaşım politikaları üstünden olabilir. İkincisi, sivil toplumun gücü artmadıkça demokrasi güçlenemez. Türkiye’de bugün ana sorun bu iki noktada düğümleniyor ve Türkiye’nin teknoloji yani yatırım dinamiklerini ancak bu iki unsur tayin ederse demokratik ve ekonomik açıdan güçlü bir ülkeden söz edilebilir. Oysa sivil toplumun
olmadığı bir ülkeden söz ediyoruz, bölüşüm ve paylaşım politikalarının üstüne
gitmeyen bir soldan söz ediyoruz.
Hukuk demokrasisi önemli değil hayatîdir ama ekonomi yaşamsaldır. Hukuk ve demokrasi talebini yaşamak yani ekonomi talepleri yaratmıştır. Oysa biz hak arama süreç ve unsurlarını kurmadan hakkın ‘doğal’ olarak verilmesini bekliyoruz. Tarihte öyle bir dönem varsa öğrenmek isteriz. Ekonomi temelli bir demokrasi momentumu yaratılırsa hukuk demokrasisi de kurulacaktır.
CHP ve sol bir seçimden çıktı, bir başka seçime gidiyor. Bunları bilmek zorundadır.