Loading...
Özellikle darbe girişimi ve deprem felaketi gibi çok derin, çok ağır travmalardan sonra karşınızdaki insanlar artık aynı insanlar değildirler, olamazlar. Çok derin bir kırılma yaşandı ve bana kalırsa artık bunun geri dönüşü yokKuvvetle muhtemel İzmirli olmamın da etkisiyle görece iyi bir gençlik dönemi geçirdim. Bizim nesil de şimdiki gençlerden pek çok anlamda daha şanslıydı. Üniversiteler henüz zapturapt altına alınmamış, özgür ortamlardı. Konserlere gitmek, festivallere katılmak için servet ödememiz gerekmiyor; biriktirdiğimiz harçlıklarla Rock&Coke’a gidip dünyaca ünlü grupları dinleyebiliyorduk. Haftada bir tiyatroya veya sinemaya gitme zorunluluğu getirmiştik kendimize. Maddi gücümüzün buna elveriyor olmasının yanında çok çeşitli düşünceleri, akımları temsil eden eserler de bulabiliyorduk. İzmir’de yaşıyor olmanın da getirdiği bir avantajla son derece mutlu ve özgür bir gençliğim oldu. İstanbul ve Ankara’da büyümüş arkadaşlarımdan da aynı yorumları duydum çok sonraları. Belki de bu açıdan, olanca travmatik olaya karşın son şanslı nesildik biz… Sonraki yıllar ise zihnimde hep bir endişe bulutu içinde yer ediyor. 20 yaşımdan beri, tam 20 yıldır asla dağılmayan, bilakis koyulaşan bir sisin içinde yaşıyor gibiyim. Endişem arttıkça hayatla ilgili kararlarımı da temcit pilavı gibi önümde buldum hep: “Gitmeli miyim? Ailemi bırakıp nasıl giderim? Gidersem ve dönmezsem değerlerime, ideolojime, Çanakkale’de meydan şehidi olmuş dedeme ihanet etmiş olur muyum?” O zamanlarda insanın çakılı bir benliği olmadığından haberdar değildim. O yüzden şunu da soruyordum kendime: “Oralarda ben, ben olur muyum? Olabilir miyim? Bu ülkeden gidersem bir başkasına dönüşür müyüm? Dönüşürsem benden geriye ne kalır?” Doktorada Amerika’da geçirdiğim süre sonrasında University of Texas’ta kalmam için teklif aldım. Gitmedim. Döndükten sonra İrlanda ve Kanada’dan iki teklif daha geldi. Yine reddettim. Rasyonalite insanın kendini, değerlerini çiğneme pahasına kararlar almamasını da içerir. Bir miktar içgüdüsel olsa da irrasyonel bir karar olarak görmedim bunu. İçgüdülerin insanın kararları ve hayatı üzerindeki muazzam etkisini o zamanlarda tahlil edemiyordum. Hayat daha sonraları öğretecekti, içgüdülerimi dinlemeyi de, ne kadar doğru bir karar verdiğimi de… Bugün durduğum yerde ise aklımda çok net bir görüntü var: Özellikle darbe girişimi ve deprem felaketi gibi çok derin, çok ağır travmalardan sonra karşınızdaki insanlar artık aynı insanlar değildirler, olamazlar. Çok derin bir kırılma yaşandı ve bana kalırsa artık bunun geri dönüşü yok. Bizim kuşağın canına tak etti. Ben ve benim neslim, ve biliyorum ki bizden sonra gelen nesil de, artık önümüze sürülüp duran bu temcit pilavını görmek istemiyoruz. Yıllardır içinde yürüdüğümüz sis bulutunun içinde kalmak istemiyoruz. Bir kör dövüşünün aktörleri olmak istemiyoruz. Ve seyirci kalmaya da hiç niyetimiz yok… Çevremdeki insanların tamamına yakını da benim gibi düşünüyor ve buna uygun adımlar atıyorlar. Siyasetçisi, entelektüeli, akademisyeni ve en önemlisi pırıl pırıl gençleri… Herkes sahada artık… Bu bana büyük bir umut veriyor. Öte yandan bazen bazılarımızın bulunduğumuz noktaya bakıp kendini, çabalarını yabana atmaya meylettiğini de görüyorum. Onlar için yazıyorum: Bir Batı Avrupa insanının sekiz ömürlük cefa kotasını bir ömrün takriben yarısında doldurduk ve hala ayakta, umutlu ve mücadeleciyiz. Bu bile ne kadar güçlü olduğumuzu göstermiyor mu?