Bir kahramanın ardından

Abone Ol
Gerçek bir insan hakları kahramanı ve büyük bir hukuk yıldızı kaydı, son Nazi avcısı 103 yaşında vefat etti. Bana da acaba Türkiye’den de bu cesaret ve kararlılıkta aydınlar neden bir türlü çıkamıyor sorusu, elimdeki eski bir fotoğrafla yadigâr kaldı. Anısına saygıyla… Bu yazıyı geç kalmış bir borcun ifası olarak yazıyorum. Özellikle seçim öncesi hengameye kurban gitmesini istemedim, o yüzden esas yazılması gereken zamandan birkaç ay sonra kaleme alabiliyorum. Benjamin B. Ferencz, ya da dostlarının onu çağırış şekliyle Ben, 7 Nisan 2023 tarihinde vefat etti. Kimmiş o diye soranlar için kısa yoldan yanıtlayayım, yaşayan son Nürnberg savcısıydı, Nazi savaş suçlularının yargılanmasında çok önemli görev yaptı. Uluslararası Ceza Hukukunun gelişimine büyük katkı verdi. Büyük bir insan hakları kahramanıydı. Tanımayanlar için uzun bir ömrü özetleyerek anlatayım. Ferencz, 11 Mart 1920’de o dönemki Macaristan Krallığı topraklarında, Transilvanya’da bir Yahudi ailede doğdu. Ailesi, o daha bebekken I. Dünya Savaşı sonrasında Trianon Antlaşması ile Macaristan Romanya’ya devredildikten sonra, Macar Yahudilerine uygulanan zulümden kaçmak amacıyla ABD’ye göç etti. 1943’de Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu ve orduya katıldı. 1945’te meşhur General Patton’ın karargahında bir savaş suçları şubesinin kurulmasında ve bu suçlarla ilgili kanıtların toplanmasında görev aldı. Aynı yıl Nürnberg yargılamaları savcısı Telford Taylor’un ekibinde yer almak üzere savcı sıfatıyla göreve başladı ve yargılamaların kalbi niteliğindeki “Einsatzgruppen” davasının ilk duruşmasına duruşma savcısı olarak atandı. Bu yargılamada 22 sanığın tümü ceza aldı, 13’ü idam cezasına mahkûm edildi ve bunlardan 4’ü de infaz edildi. Seneler sonraki kısa tanışıklığımızda bunu kendisine sorduğumda, bir insan hakları savunucusu olarak bugün idam cezasını desteklemediğini, ancak o dönemin hukuku çerçevesinde suçun karşılığının yerine getirilmesi için çalıştığını söyleyecekti. Nürnberg yargılamaları, Ben üzerinde belirleyici izler bıraktı. Özellikle Vietnam Savaşı sonrasında insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları konularında dünya çapında görev yapabilecek bir mahkemenin kurulması gerektiğini söyledi, adeta kendini bu konuya vakfetti, özel olarak çalıştı, kitaplar yazdı ve neredeyse tüm dünyayı dolaşarak bu konuda konuştu. 1996’ya kadar New York White Plains’deki Pace Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Uluslararası Ceza Hukuku Profesörü olarak görev yaptı, dersler verdi.
Nürnberg yargılamaları, Ben üzerinde belirleyici izler bıraktı. Özellikle Vietnam Savaşı sonrasında insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları konularında dünya çapında görev yapabilecek bir mahkemenin kurulması gerektiğini söyledi.
2002’de Roma Statüsü ile kurulan kalıcı ve sürekli Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nin kuruluşunu hararetle destekledi. Bilindiği üzere ABD, Bush yönetimi altında Roma Statüsü’nü imzaladı ancak onaylamadı, hatta vatandaşlarının UCM önünde yargılanmasını önlemek amacıyla çok sayıda ülkeyle ikili anlaşma imzaladı. Ben, bunlara açıkça karşı çıkarak ABD içinde ses yükseltti; ABD’nin herkese eşitlik ilkesini uygulayan bir hukuk devleti olarak Statüyü çekincesiz onaylaması gerektiğini savundu. 2006’daki bir röportajında sadece Saddam Hüseyin’in değil George W.Bush’un da yargılanması gerektiğini, zira Irak savaşının bütünüyle uluslararası barış ve istikrarı tehdit ettiğini söylediğinde ABD içinde büyük bir tartışma başlattı. Daha sonra da pek çok kez bu fikrini açıkça seslendirmekten çekinmeyecek cesareti de gösterdi. 2011’de, Usame bin Ladin’in ölümünden iki gün sonra, New York Times gazetesinde yayınlanan mektubunda “kitlesel bir katliamın baş şüphelisi de olsa, böyle bir operasyon ile öldürmenin aslında demokrasiyi baltaladığını” öne sürdü. 2012’de yine New York Times’da yayınlanan bir başka mektubunda, UCM’nin ilk kararlarından olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde işlenen insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından ötürü Thomas Lubanga mahkumiyetini Uluslararası Ceza Hukukunun gelişiminde bir kilometre taşı olarak niteledi. Ben ile diyaloğumuz, 2010 yılında gittiğim Uganda, Kampala’daki Uluslararası Ceza Mahkemesi Gözden Geçirme Konferansı sırasında başladı. İki hafta boyunca, neredeyse her gün, sorduğum Nürnberg yargılamaları, soykırım suçu ve diğer başlıklardaki soruları hiç yüksünmeden yanıtladı. Türkiye seyahatinden, Kapalıçarşı’dan aldığı ve evinin en güzel köşesini süsleyen halıdan, Türkleri ne kadar çok sevdiğinden bahsetti. Büyük bir Türk dostuydu. Ara sıra telefonla ve e-postayla görüştük. 90 yaşında hâlâ kızlara laf atabilmesi ve ben kahkaha atınca dönüp göz kırpması, düşündükçe beni hala gülümsetiyor. Cesareti, yaptıkları, hukuk savunusu ve gerçekler karşısında kendi ülkesini bile alabildiğine eleştirebilmesi, örnek alınması gereken gerçek bir aydın profiliyle uzun, verimli ve huzurlu bir yaşam sürdü. Gerçek bir insan hakları kahramanı ve büyük bir hukuk yıldızı kaydı, son Nazi avcısı 103 yaşında vefat etti. Bana da acaba Türkiye’den de bu cesaret ve kararlılıkta aydınlar neden bir türlü çıkamıyor sorusu, elimdeki eski bir fotoğrafla yadigâr kaldı. Anısına saygıyla…