Bir ihtimal daha var

Abone Ol
Bu millet, Cumhuriyet’in yüzüncü yılına ayrışmaları geride bırakarak, huzur, adalet ve refah içinde girmeyi hak etmiyor mu? Her kesimden zulmedilen on binlerce insan var. Unutmak mümkün değil, sineye çekmek çok zor. Erdoğan’ı tarif eden kelime ne akıl ne yürek ne de ideoloji. O, bu milletin öfkesiydi. İdi diyorum çünkü öfkenin öznesi iken nesnesi olmaya doğru emin adımlarla ilerliyor. Peki neden? Ne oldu da Nobel Barış Ödülü alabilir denen adam, Trump’a ve diğer otoriter liderlere ilham verecek, Putin’i bile geride bırakacak kadar baskıcı, acımasız ve duyarsız birisine dönüştü. Üç temel sebebi var. İlk olarak, Erdoğan iktidarı paylaşmayı bilmedi. Onun fıtratı bu. 2015 yılının 7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı koltuğunda oturmasına ve AKP açık ara farkla hâlâ birinci parti olmasına rağmen, koalisyon kurma hazırlıkları yapan Ahmet Davutoğlu’nun elini kolunu bağladı. Yaşananlar, kanlı sürece giden yolun taşlarını döşedi. İşini gördükten sonra da Davutoğlu’nu imha etti. O artık, hep arzu ettiği “Tek Adam’dı”. 7 Haziran döneminde CHP ile kurulabilecek bir büyük koalisyonun Türkiye’yi hangi iklime götüreceğini, bu kahrolası kutuplaşmayı ne hale düşüreceğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ama büyük bir fırsatın kaçırıldığını çok iyi biliyoruz. İkincisi, Erdoğan kendi inşa ettiği rejimden korkuyor. Ne kadar ironik! Siyasi kariyerinin başında, yani kendisinden başka kimsesi yokken, kendisine karşı olan rejimden bu kadar korkmuyordu Erdoğan. Bu korku o kadar zinde ve diri ki Erdoğan’ın siyaseten keskin yönleri olan pragmatizmini köreltiyor, içgüdülerini bastırıyor. Erdoğan, kaptanlığını yaptığı, bilerek ve isteyerek kötü miçolarla doldurduğu geminin dört bir yandan su aldığını göremiyor. Erdoğan’ın halka iyi bir şeyler söyleme kabiliyeti kalmadı. Yazacak yeni bir hikâyesi de yok. Ama gemisini sağ salim limana yanaştırma ve hem halkı hem de kendisini rahatlatma imkânı var.
Erdoğan insanlara güvenmiyor. Yol arkadaşları ile yaşadığı ayrılıklar, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimi onu far görmüş tavşana çevirdi. Erdoğan’da çareyi “vesayet” odakları ile yeni bir rejim inşa etmekte buldu.
Erdoğan muhalefete, ‘Gelin seçimlere gitmeden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçelim. Kurumları yeniden inşa edelim. Cumhurbaşkanını da mevcut parlamento seçsin’ dese ne olur? Millet bugün durduğundan daha az durmaz arkasında. Hiçbir muhalefet partisi de “hayır” demez, diyemez. Meclis, Erdoğan’ı Çankaya’ya el birliği ile uğurlamak zorunda kalır. Ama “hayır” diyecek başka zümreler var, ona herkesten daha yakın olanlar. Çünkü iktidar bileşenlerini bir araya getiren ittifak, tam bir dehşet dengesi. İçlerinden biri yan çizerse, diğerleri onun üzerini çizmeye dünden hazır. Üçüncüsü, Erdoğan insanlara güvenmiyor. Yol arkadaşları ile yaşadığı ayrılıklar, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimi onu far görmüş tavşana çevirdi. Erdoğan’da çareyi “vesayet” odakları ile yeni bir rejim inşa etmekte buldu. Bu hem onlar hem de Erdoğan için oldukça makul bir anlaşmaydı. Çünkü onlar Erdoğan sayesinde hiçbir zaman sahip olamadıkları bir imkâna, yani halk desteğine eriştiler. Onlar için eşsiz bir fırsattı. Mevcut rejim böyle inşa edildi. Hikâyenin sonuna geliyoruz. Erdoğan’ın gücü elde tutmak için verdiği savaş onu iyice güçten düşürdü. İradesini, yani milletin ona emanetini rejime ipotek etti. Bu sayede iktidarda kalabildi. Ama bu durum onun için Pirus Zaferi’nden farksız. Çünkü siyasi kariyerinin hiçbir döneminde bu denli zayıf, bu kadar güçsüz olmadı. Tüm bunlara rağmen Erdoğan’ın elinde hâlâ bir fırsat var. Bu belki de gireceği en çetin ve zorlu savaşlardan biri olacak, zira düşmanı artık kendisi. Bunu yapabilir mi, kendisini aşabilir ve dehşet dengesine kafa tutabilir mi? Hiç zannetmiyorum. Gözlerinde bunu yapabilecek enerjiyi, vücut dilinde ise o takati görmüyorum. Ama Türkiye’nin kaçınılmaz olarak yaşayacağı değişim ve dönüşümün huzur içinde ve rasyonel şekilde olabilmesi, daha da önemlisi bu sürecin en az hasarla atlatılabilmesi için bunun şart olduğuna inanıyorum.
Erdoğan’ın kalbinde bir yerlerde kendisine her şart ve koşulda destek veren milletine dair zerre de olsa sevgi kalmış mıdır? Uçurumun kenarındayız.
Bu millet, Cumhuriyet’in yüzüncü yılına ayrışmaları geride bırakarak, huzurla, adalet ve bir nebze de olsa refah içinde girmeyi hak etmiyor mu? Yaşanan acılar elbette unutulmaz, her kesimden zulme maruz kalan on binlerce insan var. Unutmak mümkün değil, sineye çekmek zor, çok zor. Erdoğan’ın kalbinde bir yerlerde kendisine her şart ve koşulda destek veren milletine dair zerre de olsa sevgi kalmış mıdır? Uçurumun kenarındayız. Maksadımız rejimin koltuğuna oturmak değil rejimi değiştirmek madem, yurttaşların daha fazla zarar görmemesi, yeni travmalar yaşamaması için, böylesi bir ihtimal yüzde bir dahi olsa denemeye değmez mi? Denesek ne kaybederiz?