Bir avuç Yuan için

Abone Ol
İktidarın geldiği noktaya mı yanalım, protesto hakkının Türkiye’de düştüğü acınası hale mi, yoksa Uygurların yaşadığı çileye mi? Bir avuç Yuan için, değiyor mu bunlara? Elbette günün birinde iyi kalpli bir şerif gelecek, bekliyoruz…

Loading...

Çocukluğumda Pazar sabahları TRT’nin sabah kuşağı filmlerini çok severdim. Özellikle kovboy filmleri benim için kaçırılmayacak, harika anlardı. John Wayne’in kasaba şerifi olduğu, haydutların banka ya da posta arabası soyduğu, hatta Kızılderililerin kovboylarla bazen arkadaşlığı bazen düşmanlığı öyle zannediyorum yaşı bana yakın tüm Türkiyeli çocuklarda benzer heyecan duyguları uyandırıyordu. En sevdiğim filmler arasında da İtalyan yönetmen Sergio Leone’nin “Dolar Üçlemesi” olarak bilinen Bir Avuç Dolar (1964), Birkaç Dolar İçin (1965) ve İyi, Kötü ve Çirkin (1966) filmleri vardı. Kovboy filmlerinde şerif karakteri her zaman da iyi bir kahraman olmuyordu tabii. Bazen düzenbaz, hilekâr ve haysiyetsiz bir karakter de kasabanın şerifi olabiliyordu. Böyle durumlarda bu kötülüğü bastırmak da kâh yolu o kasabadan geçen kâh kasaba halkının aralarında para toplayarak getirttiği iyi yürekli bir silahşor yoluyla gerçekleşebiliyordu. Geçen gün hem haberini okudum hem de görüntülerini izledim. İstanbul’daki Çin Halk Cumhuriyeti Başkonsolosluğu önünde, İstanbul’da yaşayan Uygurlar bir protesto gösterisi düzenleme girişiminde bulunmuşlar. Girişiminde bulunmuşlar diyorum, zira artık vatandaş olsun olmasın hiç kimsenin böyle bir hakkı yok! Olsa olsa, toplantı ve gösteri hakkı kullanma girişiminde bulunabilirsiniz, onda da başarılı olacağınızın hiçbir garantisi yok. Halbuki iktidar partisinin ilk yıllarında, sanırım 2002’de, meşhur 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu değiştirilerek “mülki amirlikten izin” usulü “bildirim”e dönüştürülmüştü de ne kadar çok sevinmiştik. Her neyse, Uygur arkadaşlar ellerinde döviz ve pankartlarla Başkonsolosluğun olduğu sokağa gelmişler, Çin yönetiminin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Covid salgınını bahane ederek uyguladığı tecrit politikalarını, eylem ve işlemlerini protesto edecekler, Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yapılan zulüm ve işkenceler, gözaltında kayıplar, toplama kamplarında zorla çalıştırılmalar, zorla nüfus tehcir politikaları gündem edilecek, insan hakları ihlallerine karşı çıkılacak, sonra dağılacak.  Eylemin esas değindiği noktalardan biri, Çin’de karantina adı altında kapıları kapatılan bir binada 44 kişinin yanarak ölmesi. Protestocular arasında annesini, babasını, akrabalarını yanarak kaybeden insanlar var. Gazetecilere demeç veriyorlar, dinleyenlerin gözleri yaşarıyor. Derken görev başındaki kafası kasketli asayiş polis amiri bağırıyor, “birazdan süpüreceğiz sizi aşağıya, gözaltına alacağız.” Sonra aynı ses, devlet tonunda tekrar kükrüyor, “Sınır dışı edeceğiz hepinizi…” Olayın ve görüntülerin medyada yer almasından sonra, başta İstanbul Emniyeti ve İçişleri Bakanlığı’na olmak üzere eleştiriler yükseliyor. Siyasi parti liderleri art arda açıklamalar yapıyorlar. Ahmet Davutoğlu, Devlet Bahçeli’ye sesleniyor: “Sayın Bahçeli, himayenize aldığınız İçişleri Bakanına bir sorun! Türk kimliğini ve dilini korudukları için zulüm gören Uygur kardeşlerimize sahip çıkanlara yapılan bu muamele töremize sığar mı? Yoksa bu işler Perinçek’e mi devredildi?” Ali Babacan’dan da tepki gecikmiyor: “Uygurların zulme uğramasına sessiz kalanlar ‘ezilenlerin gür sesi” olduğunu iddia etmesin. Hele zulmü protesto edenlere ‘Sizi süpüreceğiz’ diyen adaletten falan hiç bahsetmesin. Siz Uygur kardeşlerimize baskı uygulayan Çin polisi misiniz?” Ardından İçişleri Bakanından gelen açıklamalar, yarım ağız özür dilemeler, maksadını aştılar, aslında güvenlik amacıyla orada önlem alıyorlardı vb. İktidarın geldiği noktaya mı yanalım, protesto hakkının Türkiye’de düştüğü acınası hale mi, yoksa Uygurların yaşadığı çileye mi? Bir avuç Yuan için, değiyor mu bunlara? Elbette günün birinde iyi kalpli bir şerif gelecek, bekliyoruz…