Loading...
Kierkegaard, “Anksiyeteyi tanımayı öğrenmek, ruhunun mahvolmasını istemeyen herkesin yaşaması gereken bir şeydir. Bundan dolayıdır ki, düzgün bir şekilde anksiyeteyi yaşamayı öğrenmiş kişi, en önemli şeyi öğrenmiş demektir,” der.Kierkegaard, “Anksiyeteyi tanımayı öğrenmek, ruhunun mahvolmasını istemeyen herkesin yaşaması gereken bir şeydir. Bundan dolayıdır ki, düzgün bir şekilde anksiyeteyi yaşamayı öğrenmiş kişi, en önemli şeyi öğrenmiş demektir,” der. Anksiyete, genel olarak kişinin varoluşu ile özdeşleştirdiği değerler tehdit altında olduğunda yaşanır. Bu durum, yangın örneğindeki gibi fiziksel yaşamla ilgili tehditler olabileceği gibi kişinin kendisiyle özdeşleştirdiği sosyal, duygusal ve ahlaki değerler tehdit edildiğinde de yaşanabilir. Bu noktada özellikle genç kuşağın anksiyetesinin en önemli nedenlerinden birisinin, kendilerini dünya ile ilişkilendirebilecekleri geçerli değerlere sahip olamamalarının olduğu söylenebilir. Kişinin bu tür bir anksiyete ile başa çıkması ve bu durumun nevrotik bir anksiyeteye dönüşmemesi için kendi değerlerini geliştirebilmesi ve onlar üzerinden kendisini var edebilmesi gerekir. Kişinin değerleri, o değerlere gelen tehditten ne kadar güçlüyse kişi, anksiyeteyi o ölçüde dirençle karşılar. Bu noktada Aristoteles’in dediği gibi: “Yaşama değil, iyi yaşama değer verilmelidir.”
Anksiyeteden kaçmanın bir yolu olarak kişiler değerlerini doğmalara tahvil ederler. Örneğin, milyonlarca kişinin bir yalan haberi doğru kabul edilmesi ya da siyasette en güvenilmez kişiliklerin lider seçilmesi gibi olaylarla karşılaşırız.Değer dönüşümünün yaşandığı bu çağda anksiyeteden kaçmanın bir yolu olarak kişiler değerlerini doğmalara tahvil ederler ve onlar üzerinden yaşamı algılamaya başlarlar. Örneğin, bugün yalan olduğu son derece açık olan birçok haberin milyonlarca kişi tarafından doğru olarak kabul edilmesi ya da siyasette en güvenilmez kişiliklerin lider olarak seçilmesi vb. gibi olaylarla sıkça karşılaşabiliyoruz. İster dinsel ister din dışı olsun doğmalar, kişinin yeni bilgileri ve güncel gelişmelerden kaynaklanan durumları anlama fırsatını kaçırmalarına neden olur. May, özellikle değerlere verdikleri zararlar ve referans kaybına yol açmaları nedeniyle doğmaların nevrotik anksiyeteye yol açtıklarını iddia ediyor. Değerler ne kadar sağlam ve esnekse anksiyete ile o kadar iyi yüzleşme sağlanır. Bunun için özellikle değerlerin olgunlaşması önemlidir. Olgun değerler, kişinin ait olduğu grupların (aile, akraba, ulus, ırk, din, mezhep, siyasi görüş vs.) da ötesine geçer ve dışa doğru, bütün toplumun iyiliğine doğru uzanır. Ve sonuçta bir bütün olarak tüm insanlığı kapsar. İnsanın değerleri ne kadar olgunsa değerlerinin birebir tatmin edilmesi onun için o kadar önemsiz hale gelir. Asıl tatmin ve güvence, bu değerlere sahip çıkmaktan geçer. May’in dediği gibi: “Gerçek bir bilim insanı, dindar bir kişi veya sanatçının duyduğu gurur ve güven, kendisini hakikat ve güzellik arayışına adadığını bilmesinden kaynaklanır, ona ulaşmaktan değil.” BİLİNÇ, ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK Bilincin insanın hem özne hem de nesne olarak deneyimleme yeteneğinden kaynaklanan diyalektik bir ilişki süreci olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda bilinç, insanın o andaki durumu aşma, soyutlama, dil ve simgelerle evrensel bir iletişim kurma yetisidir. Bu yetiler temelinde bir şekilde kendisiyle, çevresindekilerle ve dünyayla kurduğu ilişkide -hayvanlar, bitkiler ve cansız doğaya kıyasla- daha büyük olasılıkları araştırma ve gerçekleştirme becerisidir. Bu bakımdan insan özgürlüğünün ontolojik (varlıktan gelen) bir temeli olduğu söylenebilir. Rollo May, insanı biricik kılan en önemli özelliğin bir dünyaya sahip olan ve onunla ilişki içinde olan biri olarak kendisinin farkında olma yetisi olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla, zihin ve kişilik kavramı, insanı niteleyen bambaşka bir sosyal-tarihsel gelişime işaret eder. Ancak insan, yalnızca tarihin bir ürünü olarak değerlendirilebilecek bir varlık değildir. Bunun yanında tarihe ilişkin bir öz-farkındalık yetisine de sahiptir. Bu nedenle zihin ve kişiliği tanımlarken aynı zamanda özgürlük kavramından da söz etmiş oluruz. Hegel, bunu çok güçlü bir cümle ile ifade ediyor: “Dünya tarihi, özgürlük bilincinin ilerlemesinden başka bir şey değildir.” Bir örnek vermek gerekirse, genç bir İngiliz subayı olan Christopher Burney, II. Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından esir alınır. On sekiz ay boyunca bir hücrede tek başına hapis tutulur; yanında ne bir kitap ne kalem ne de kağıt vardır. Burney, hücresinde her gün kafasından lise ve üniversitede okuduğu dersleri tek tek geçirir. Geometri teoremlerini hatırlar. Okuduğu edebiyat kitaplarının konularını aklından geçirir vb. “Hapiste Bir Başına” adlı kitabında “zihin özgürlüğü” dediği bu durumun onu on sekiz ay boyunca nasıl hayatta tuttuğunu ve kurtulmasını mümkün kıldığını anlatır. Yine Alman kamplarından gelen Dr. Bruno Bettelheim da benzer bir deneyim yaşadığını söyler ve devam eder: “Birey, en korkunç koşullar altında bile hayatta kalmak için bilme ve eyleme hakkı olduğunu bilip ona tutunmalı ve ‘özgürlük bilincini’ korumalıdır.” Bugün de özellikle siyasi görüşleri nedeniyle cezaevlerinde bulunan çok sayıda kişinin kitap/öykü/şiir yazarak, resim/müzik yaparak, ülke gündemini takip ederek vd. birçok yöntemle ayakta kalmaya çalıştığını ve kendilerini özgür tutma konusunda büyük bir çaba içerisinde olduğunu görebiliyoruz. ÖZGÜRLÜĞÜN SINIRLARI Bir insanın özgürlüğü, en temel olarak bedeniyle, hastalığıyla, bir gün öleceği gerçeğiyle, zekasının sınırlarıyla, toplumsal kontrollerle vd. etkenlerle sınırlıdır. Rollo May’e göre özgür olmak demek özellikle sosyal anksiyeteyle yüzleşmek ve onu taşımak demektir. Bu anlamda anksiyeteden kaçmak, kişinin özgürlüğünden otomatik olarak vazgeçmesi anlamına gelir. Tarih boyunca güç sahipleri ve özellikle siyasetçiler, insanları özgürlüklerinden vazgeçmeye zorlama yöntemi olarak anksiyeteden kurtarmayı önermişlerdir. Sonuçta, anksiyeteden kurtulma umuduyla insanlar gerçek köleliği kabul etmişlerdir. Özgür insan, onu etkileyen sosyal grubun veya ulusun kararlarının bir parçası olma hakkı olduğunun bilincinde olan insandır. Bu bilinci, kararlara katılarak veya itirazı varsa daha iyi bir karar oluşması adına itirazını belli ederek hayata geçirir. Özgür insan, hem tarihteki hem de çevresindeki kendisinden farklı fikirlere sahip insanların ortaya koyduğu rasyonel görüşlere saygı duyar. Özgür insan sorumluluk duyar; içinde bulunduğu grubun uzun vadedeki iyiliği için düşünüp hareket etme yeteneğine sahiptir. Değerli ve onurlu bir birey olarak kendisine saygı duyar. Bu onurun bir kaynağı da kendisinin özgür bir insan olduğunu bilmesidir; temel prensipler çoğunluk tarafından tehlikeye atıldığı durumlarda bile onların karşısında duran azınlıktan birisi olmayı kabul eder. Sosyal değerler ile bireysel özgürlükler arasında diyalektik bir ilişki vardır ve biri olmadan diğerine sahip olunamaz. Uygar toplumlarda sanıldığının aksine mutlak saf sosyal değer diye bir şey yoktur. Değerler, toplumun gelenekleriyle gelir ve kişilere aktarılır. Ve o toplumdaki değerlendirme ve itiraz etme özgürlüğüne sahip bireyler tarafından sürekli olarak eleştirilmeye, doğrulanmaya, geliştirilmeye ve yeniden şekillendirilmeye tabi tutulur. Birey, toplumla etkileşim içine girdikçe bu değerler sürekli yeni bilinç seviyelerinde ortaya çıkar. Bireyin özgürlüğü ve sosyal değerler arasındaki bu diyalektik ilişki, hem bireyin öznel bilincinde hem de nesnel davranışlarında kurulur ve zaman içinde toplumu değiştirir. SORGULAMA VE “HAYIR!” DEME ÖZGÜRLÜĞÜ Sorgulama yapabilmek, kişinin kendi kimliğini deneyimlemesinin başlangıç adımıdır. Öte yandan kişinin kimlik deneyimine öz ve güç kazandıran şey, “hayır!” deme özgürlüğüdür. Zira kişinin ne hissettiği ve düşündüğünün önemli olduğunu kanıtlayan da budur. Ayrıca itiraz ve başkaldırı, içinde yer alma süreçlerinin potansiyel olarak yapıcı deneyimler olmasını mümkün kılar.
Adem ile Havva kendini gerçekleştirme süreçlerinden geçerler ve otoriteyi sorgulayarak, ahlaki bilinç deneyimi yaşarlar. Tanrı’ya isyanlarının bedeli ise utanç, suçluluk, endişe, çatışmanın yanı sıra nimetlerle dolu Cennet Bahçesi’nden kovulmak olur.İtiraz etme ve otoriteye karşı çıkma, insan bilincinin yapısal bir parçası, yani bilinci oluşturan en temel unsurlardan birisidir. May, konuyla ilgili olarak Yaratılış (Genesis) efsanesinde belirtilen Adem-Havva örneğini verir. Burada Adem ile Havva, Cennet Bahçesi’nde naif, insan-öncesi bir mutluluk yaşarken utanç ve çatışma olmayan bir ortamda bulunmaktadırlar. Ve bir bebek gibi onların da ahlaki ya da bireysel bilinçleri yoktur. Sonra, Adem ile Havva kendini gerçekleştirme süreçlerinden geçerler ve otoriteyi sorgulayarak, ahlaki bilinç deneyimi yaşarlar. Tanrı’ya isyanlarının bedeli ise utanç, suçluluk, endişe, çatışmanın yanı sıra nimetlerle dolu Cennet Bahçesi’nden kovulmak olur. Rollo May, bu şekilde yaparak kişi olarak kendilerini ayrıştırmayı, kimliklerin başlangıcını ve insan yaratıcılığına dair bir ihtimali kazandıklarını iddia eder. Ayrıca bebekliğin sorumsuz ve bilinçsiz bağımlılıklarının yerini, artık seçerek sevme, diğer insanlarla kendi istedikleri için bağ kurma ve dolayısıyla sorumluluk alma olasılığının aldığını ileri sürer. Bunun da gerçekten insan bilincinin ortaya çıkışını simgelediğini belirtir. BİR VARLIK PROBLEMİ OLARAK BİLİNÇ May, bu kitabında bir eylem olarak değer edinmenin önemini vurgular. Kişinin kendini bağlı hissetmedikçe değer diye bir şey olmadığını, bunun da değer üretmeyi bir eylem olarak gerektirdiğini ifade eder. Değer oluşturma eylemi, bilinç ve davranışın birbiriyle bütünleştiği yerdir. Rollo May, kişinin kiliseden, terapistten, okuldan, askerlikten veya başka bir yerden, ezbere dayalı değerler (‘adetler’, ‘standartlar’, ‘gelenekler’, vb.) edinebileceğini hatırlatır. Ancak değer oluşturma eyleminin, alışkanlık ve adetlerle veya otomatik tepkilerle değil, bireyin kendi içinde duyduğu bir bağlılıkla ilgili olduğunun altını çizer. Bu da bilinçli seçimler ve sorumluluk anlamına gelir. Özetlemek gerekirse, birçok toplumda geçmişten beri insanlara anne-baba, aile, akraba, toplum, okul, devlet, din, televizyonlar, gazeteler, kitaplar vd. tarafından çok sayıda yalan ve yanlış şeyler öğretilmeye devam ediliyor. İnsanlar içlerinde, akıllarında, beyinlerinde, kalplerinde, davranışlarında, sözlerinde bu yalan ve yanlışlarla beraber yaşıyorlar. Bu nedenle insan eğer bir nebze olsun hayatı anlamak, bir düzeyde huzur ve mutluluk bulmak, özellikle ruh sağlığını, kişiliğini, onurunu korumak istiyorsa ilk yapması gereken, bu yalan ve yanlışların neler olduğunun farkına varıp bir an önce bunları düzeltmek ya da olmuyorsa bunlardan kurtulmak olmalı. Yoksa balta girmemiş bu hayat ormanında insanın kendi yolunu bulması ve akıl-ruh sağlığını koruması oldukça zor görünüyor. --- * Kafese Konan Adam, Rollo May, Çeviren: Aysun Babacan, Okuyanus Yayınları, 2018