Bilinç dışında 20 bin fersah
Türkiye’nin bilinç dışındaki derin duygularını deşifre edebilmek için, ZMET (metafor) verisini tek bir havuzda topladık ve 10 binin üzerinde bilinç dışı zihin imgesi analiz ettik. Bilinç dışımızda tespit edilen derin duygulardan bahsedeyim.
Dünyanın en prestijli araştırma yöntemlerinden biri olan ZMET, Harvard Üniversitesi’nden Prof. Gerald Zaltman tarafından geliştirilmiş bir araştırma modeli. Türkiye’de de ZMET Institute tarafından uygulanıyor.
Bu model, insanların bilinç dışındaki derin duygularına, tutumlarına, taleplerine ve korkularına zihin imgeleri ve metaforlar üzerinden ulaşıyor.
Neden metaforlar ve imgeler önemli?
Çünkü beyin kelimelerle değil, imgelerle (resimlerle) düşünüyor.
Maalesef insanlar bu imgeleri kelimelere çevirirken kendini çok iyi ifade edemiyor.
Dolayısıyla insanları kelimelerde düşünmeye zorlamak yerine, örtülü hafızaya erişmek için birinci prensip; o imgelere ulaşmak. İmgelerle düşünen insanın, imgelerini almak.
İkinci prensip ise metaforlar… Metaforlar bizim hayatı izleme ve anlama lensimiz. Duyguların ziplenmiş hali. Duygularımızı anlatamıyoruz ancak benzetebiliyoruz. İşte metaforlar bu duyguları alabilmek için önemli.
Bu araştırma modeli üzerinden, Türkiye’ye baktık ve bu bilinçdışı imgeleri ve taşıdıkları anlamları sergiye dönüştürdük.
Nasıl bir süreçten geçtik?
Türkiye’nin bilinç dışındaki derin duygularını deşifre edebilmek için, ZMET (metafor) verisini tek bir havuzda topladık ve sergi için 10 binin üzerinde bilinç dışı zihin imgesi analiz ettik.
Bu süreç sonucunda, bilinç dışımızda tespit edilen birkaç derin duygudan bahsedeyim…
YAŞAMIN KONTROLÜ ELİMİZDEN GİTTİ
Salgın ile hayatlarımız çok kötücül ve sancılı bir hale büründü. Yüzleşmek istemediğimiz korkularımızı göz ardı edebilmek için bize umut veren duygularımız, anılarımız ve hayallerimize tutunmak zorundayız.
Salgının talihsiz kurbanları bizler, yıllarımızın kayıp gidişine dair büyük bir yas tutuyoruz. Yaşam enerjilerimiz soğruluyor, varoluşlarımız seyreliyor.
İçinde bulunduğumuz yas halinde tek yapabildiğimiz köşeye çekilip sızlanarak son perdeyi izlemek. Bir şeyler yapabilmemiz için önce yas süreci ile hesaplaşmamız sonra da umut etmeyi tekrar öğrenmemiz gerekiyor.
ÖLÜM VE YAŞAM BASİTLİĞE İNDİRGEDİK
Covid-19 virüsü ile birlikte “sağlık” kavramının anlamı dönüşüme uğradı. Mesele artık sağlıklı ya da sağlıksız olmak değil; var olmak ya da yok olmak var. Kendi ölümlülüğü ile sert bir şekilde yüzleşen bizler, “sağlıklı” olmanın tanımını “hayatta olmak” basitliğine indirgeyerek sağlık kavramının içini boşalttık.
Ölüm kavramı da aynı ölçüde basitleşip normalleşti.
Sağlıklı olmanın tanımı yeniden yapılmak zorunda.
Z JENERASYONU SAVRULUYOR
Hazır olalım ya da olmayalım, yeni nesil işçiler, Z kuşağı, işgücüne girmeye hazır. Milenyum kuşağı kadar çok bozulmaya neden olup olmayacaklarını göreceğiz. Açık olan şey, mevcut birçok organizasyona meydan okuyacak şekilde farklı beklentileri, tercihleri ve çalışma perspektifleri olacak olmasıdır. Peki, yeni duyguda bunun karşılığı ne olacak? İnsan zihninin işlem kapasitesinin çok üzerinde bir uyaran dünyasıyla yetişten Z jenerasyonu, maruz kaldığı çoklu seçenekler evreninde basit bir kafa karışıklığından öte bir kimlik krizi yaşıyor.
Sayısı her gün artan kariyer, eğitim, kişisel gelişim ve hobi olanaklarının hangisine odaklanacağını seçmeye çalışan Z jenerasyonu gençlerin ilk refleksi; kendini sayısız parçalara bölmek ve hepsinin peşinden koşmaya çalışmak. Gittikçe kısalan dikkat genişlikleriyle neyi kimin için yapacaklarını kestiremeyerek yıkıcı bir savrulma halinin içinde yaşıyorlar.
TOKSİK ERKEKLER
Toplum tarafından kadın ve erkeğe biçilmiş bazı roller var. Tarihsel süreçte evrimleşen bu roller, erkeğe ‘toplumlar arası’, kadına ise ‘toplum içi’ ilişkileri sürdürecek şekilde dayatılmış. ‘Toksik erkek’ kavramı ise iyi bir model. Kendisine biçilen role bürünmeye çalışan erkeğin hem duygularını bastırması hem de her ne pahasına olursa olsun üstünlük ve iktidarını kanıtlamaya çalışmasıyla birlikte dönüştüğü, insanlıktan son derece uzak duruma ‘toksik erkeklik’ denilebilir.
Toplumlar arası ilişkinin en pratik şekli, günümüzde de soğuk ve sinsice devam eden ‘şiddet ve savaş’ olduğundan, zamanla özellikle toksik erkeklerin en iyi bildiği şey haline geldi. Bu sebeple en iyi bildikleri ve ilk başvurdukları şeyi birbirlerine ve kadınlara karşı kullanmaktan çekinmiyor ve normalleştiriyorlar.
Türk erkeği; medeni, uygar, toplum tarafından kabul gören «iyi ve makbul» erkek olmanın kültürel kodlarına uyum sağlamaya çalışırken özündeki primitif / vahşi / karanlık tarafın yok edildiğini hissediyor. Erkekliğin toksik tarafının toplum tarafından ehlileştirilmesi, Türk erkeğinin bilinç dışında, sahip olduğu eril gücü sistemin kontrolüne bırakarak yitirmek ve erkeklik kimliğinin kastrasyonu şeklinde tezahür ediyor. Erkekliği doğru tanımlamak önemli.
Ben burada durayım. Gerisi Maji Art Gallery’de bu hafta itibariyle sergilenecek.