Beşinci Cumhuriyetin şafağında

Abone Ol
Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulduğundan bu yana çeşitli safhalardan geçti. Ceyhun Elgin, bu safhaların şimdiye kadar dört ayrı Cumhuriyet’i işaret ettiğini, 14 Mayıs seçiminden sonra ise Beşinci Cumhuriyet’in oluşacağını söylüyor. 1990’lı yılların başına rastlayan ve siyasi bilincimin yavaş yavaş oluşmaya başladığı çocukluk yıllarımın en temel tartışma konularından biri ikinci cumhuriyetçilikti. Ahmet Altan’ın ortaya ve daha sonra kimi siyasetçilerin, iş adamlarının ve gazetelerin sahip çıktığı bu kavrama o zamanlarda dahi pek de sıcak baktığımı söyleyemem. 1990’ların ikinci cumhuriyetçilerinin birçoğu farkında değildi belki ama esasen ikinci cumhuriyet kavramı ilk olarak, onlardan yaklaşık 30 yıl kadar önce, muhtemelen çok da hazzetmedikleri 27 Mayıs ekibi tarafından ortaya atılmıştı. Bir ölçüde 1789 Fransız devrimi sonrası her anayasa değişiminde yeni bir cumhuriyet kurulmasından da esinlenerek ve Fransa’nın 1958 sonrası De Gaulle ile birlikte beşinci cumhuriyete geçişinin de etkisiyle 1961 anayasası ile kurulan yeni siyasi düzene ikinci cumhuriyet denmişti. Bu mantıkla baktığımızda 1980 askeri darbesi ile beraber üçüncü cumhuriyete geçtiğimiz de oldukça açıktı. Dolayısıyla 1990’ların ikinci cumhuriyetçileri, eğer illa ki bir şeyleri değiştirmek istiyor idiyseler muhtemelen dördüncü cumhuriyeti talep etmeliydiler. Onların gerçekleştiremediği dördüncü cumhuriyetin ise 2017 anayasa değişikliği referandumu sonrasında kurulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Referandum sonrasında kurulan ve referandum kampanyası sırasında sıklıkla kullanılan ama sonrasında unutulan adıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin siyasi ve ekonomik açıdan ülkeyi dibe vurdurduğu bu günlerde ise, belki de farkında değiliz ama, yeniden parlamenter rejime geçiş ihtimalini, dolayısıyla esasen beşinci cumhuriyet ihtimalini konuşuyoruz.
Bu cumhuriyetin daha demokratik, daha kapsayıcı, daha çoğulcu, daha eşit, daha hoşgörülü bir cumhuriyet olup olmayacağı, içinde yaşayana daha müreffeh bir Türkiye sunup sunmayacağı ise bizim elimizde.
Bu noktada bu tür sınıflandırmaların bir anlamı olmadığı yanılgısına dayanarak kaçıncı cumhuriyeti yaşadığımızın ne önemi var denebilir? Oysa dönemleri iktisadi ve siyasi özellikleri ile incelemek hem o dönemleri hem de özellikle de sonraki dönemleri anlamak ve dizayn etmek açısından oldukça önemli. Bu doğrultuda, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2010 yılından bu yana verdiğim Türkiye Ekonomisi dersinde de kronolojik bir sınıflandırma yaparken genelde 1923-1960 arasına birinci, 1960-1980 arasına ikinci, 1980 sonrasına ise üçüncü cumhuriyet adını veriyordum. 2017 sonrası kurulan yeni hükümet sisteminin, her ne kadar ekonomik başarısızlıklarla sonuçlanmış olsa da kurumlarının iyice yerleşmesi ile beraber bu yıldan başlayarak 2017 sonrası dönemi de dördüncü cumhuriyet olarak adlandırmaya başladım. Açıkçası içinde bulunduğumuz seçim kampanyasında sıklıkla kullanılan tabirlerle, iktidarın kullandığı eski-yeni yüzyıl ya da muhalefetçe dile getirilen birinci-ikinci yüzyıl ayrımına göre bunun hem ekonomik hem de siyasi açıdan daha doğru bir ayrım olduğunu düşünüyorum. Zira eski ya da birinci yüzyıl diye kastedilen dönemde esasen birbirine benzemez dört tane cumhuriyet var. Örneğin, 1923-1960 arası dönemde, farklı siyasi yöntemlerin ve ekonomi politikalarının denendiği farklı alt dönemler var olsa da (örneğin 1923-1929 erken cumhuriyet ve liberal ekonomi, 1930-1939 devletçiliğin yükselişi vs. gibi) belirli açıdan siyasi ve ekonomik paradigmanın bütüncül bir dönem olarak ortak özellikler sergilediğini görüyoruz.
Şimdilerde ise bu ayrıma göre, beşinci cumhuriyetin şafağındayız. Seçim sonuçlarına göre cumhurbaşkanı değişir mi, değişse de meclis aritmetiği gerekli anayasa değişikliklerinin yapılmasına ve yeniden parlamenter rejime dönüşe izin verir mi, verirse bu ne kadar hızlı gerçekleşir şimdiden ön görmek çok zor.
Keza yine 1960-1980 döneminde farklı iktidarlar altında farklı alt dönemler olsa da ithal ikameci ekonomi politikasının hem ekonomiye hem de siyasete damgasını vurduğu bir dönemi izleyebiliyoruz. 1980 sonrasında ise açık ekonomiye geçişin sadece ekonomik değil siyasi ve sosyolojik etkilerini yaşadığımız bir dönemin ortaya çıktığı görülebiliyor. 2017 referandumu sonrasında ise hem ekonomi politikası yönetiminde hem de siyaseten çok hızlı bir değişim yaşandığı açık. Her ne kadar ülkenin pek yararına olduğu gözlemlenemese de politika yapıcı tarafından bu değişimin bir ekonomik ve siyasi felsefesi olduğu (Türkiye Ekonomi Modeli ve başkanlık) izlenimi verilmeye çalışıldığı da ortada. Dolayısıyla ne kadar devam edecek bilmemekle beraber bu dönemin 2017 öncesinden oldukça farklı olduğu rahatlıkla savunulabilir. Şimdilerde ise bu ayrıma göre, beşinci cumhuriyetin şafağındayız. Seçim sonuçlarına göre cumhurbaşkanı değişir mi, değişse de meclis aritmetiği gerekli anayasa değişikliklerinin yapılmasına ve yeniden parlamenter rejime dönüşe izin verir mi, verirse bu ne kadar hızlı gerçekleşir şimdiden ön görmek çok zor. Ancak yine de dördüncü cumhuriyette işlerin yolunda gitmediğini farklı siyasi görüşlerden hemen herkes görebiliyor. Ancak yeni yüzyılın ya da ikinci yüzyılın değil beşinci cumhuriyetin eşiğindeyiz. Bu cumhuriyetin daha demokratik, daha kapsayıcı, daha çoğulcu, daha eşit, daha hoşgörülü bir cumhuriyet olup olmayacağı, içinde yaşayana daha müreffeh bir Türkiye sunup sunmayacağı ise bizim elimizde.