Ben başta olduğum sürece…

Abone Ol
İktidar Ukrayna krizini ve yeni enerji jeopolitiğini siyasi ranta çevirebilme fırsatı için harekete geçti. Batı’da oluşan Rus dehşetini değerlendirerek kendini yeniden Batı kulübünün bir üyesi yapmaya girişti.

Loading...

Saray iktidarı iç siyasette en fazla sıkıştığı dönemde kucağında yine bir uluslararası kriz buldu. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması Batı toplumlarında ciddi bir travma yaratırken Türkiye’nin jeo-stratejik değeri arttı. Avrupa, enerji ihtiyacı nedeniyle önemli ölçüde Rusya’ya bağımlı. Rusya-NATO geriliminin Ukrayna’da çatışmaya dönüşmesi sonrası bu bağımlılığı kırabilmek için Avrupa’nın önünde Azerbaycan, Doğu Akdeniz ve Körfez gazını Avrupa’ya taşıyacak alternatif bir enerji koridoru oluşturma seçeneği bir zorunluluk olarak belirdi. Türkiye’nin kazanılması, bu enerji koridorunun istikrarı açısından kilit öneme sahip. İktidar ayağına gelen Ukrayna krizi ve yeni enerji jeopolitiğini siyasi ranta çevirebilme fırsatı için harekete geçti. Batı’da oluşan Rus dehşetini değerlendirerek kendini yeniden Batı kulübünün bir üyesi yapacak ve bu vesileyle, içine hapsolduğu finansal sıkışmışlığı aşacak yollar aramaya girişti. Bu süreçte Erdoğan kendisini yeniden işbirliği yapılacak bir aktör olarak Batı’ya kabul ettirmeye çalışıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya giriş talebi, PKK’ya destek verdikleri ve PKK’lı yöneticileri ülkelerinde barındırdıkları gerekçesiyle Türkiye tarafından bloke edildi. Erdoğan 29 Mayıs’ta şu açıklamayı yaptı: “Ben başta olduğum sürece İsveç-Finlandiya NATO’ya giremez.” Fakat ne olduysa oldu, tıpkı Rahip Brunson olayında olduğu gibi bu yüksek perdeden verilen beyanatlar yutuldu ve bir ay sonra İsveç ve Finlandiya ile mutabakat yapıldı. Mutabakatın görünen sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:
  • Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi önündeki blokajı kaldırdı
  • İsveç ve Finlandiya, Türkiye’ye silah ambargosu uygulamayacak
  • Üç ülke terörle mücadele konusunda hukuki işbirliği yapacak
  • Türkiye’nin tespit ettiği terör şüphelilerinin takibi ve sınır dışı edilmesi konusunda İsveç ve Finlandiya, gelen talepleri uluslararası sözleşmeler gereğince dikkate alacak.
Ayrıntılarda ise şunlar var:
  • FETÖ adı bir resmi evrakta geçmiş oldu. Ancak metinde “Türkiye’nin FETÖ dediği organizasyon” biçiminde bahsediliyor.
  • Aynı bölümde PYD/YPG’ye destek verilmeyeceğinden de bahsedilmiş ancak öncesinde bir koşul var: Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehditler karşısında İsveç ve Finlandiya, Türkiye’ye destek verecektir, deniyor. Yani sanki PYD/YPG’ye, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit etmediği sürece destek verilebilir gibi bir muğlaklık bırakılmış metinde.
  • FETÖ ve PYD/YPG için “terörist” sıfatı kullanılmamış.
Mutabakatın ilk planında görünen pratik sonuçlarına gelecek olursak, blokajın kaldırılmasının önemli nedenlerinden birinin Biden ile görüşme ve zirveden birlikte çekilmiş bir fotoğraf elde etme imkânı olduğunu düşünebiliriz. NATO zirvesinden kısa süre önce bu sinyaller verildi, muhtemelen görüşmenin gerçekleşeceği açıklandı ve 29 Haziran 2022 akşamı görüşme gerçekleşti. Bu görüşmenin sembolik önemi, Erdoğan’ın ABD ile arasını düzeltme, Batı kulübüne tekrar kabul edilme yönündeki çabalarının sonuca ulaşabileceği mesajını vermekti.
Mutabakatın bir diğer olası sonucu, Suriye operasyonu için ABD’den izin alınmış olması, yani Saray’ın seçim öncesinde çok ihtiyaç duyduğu bir dış operasyon fırsatının yaratılmış olmasıdır diyebiliriz.
Mutabakatın bir diğer olası sonucu, Suriye’ye düzenlenecek geniş kapsamlı operasyon için ABD’den izin alınmış olması. Yani İsveç ve Finlandiya önündeki blokajın kaldırılmasının gerçek nedenlerinden biri, Saray’ın önümüzdeki seçimler öncesinde çok ihtiyaç duyduğu bir dış operasyon fırsatının yaratılmış olmasıdır diyebiliriz. Zira mutabakatın üzerinden henüz bir gün geçmişken Finlandiya cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, “YPG adını Türkiye çok istediği için metne ekledik ama bizim açımızdan değişen bir şey yok, biz bu örgütü terörist olarak görmüyoruz" açıklaması yaptı. Dolayısıyla iktidarın aslında pazarlık kozu olarak masaya koyduğu hedefleriyle ilgili somut, tartışmasız bir kazanım elde ettiğini söylemek güç. Ek olarak, imzalanan metnin bir mutabakat zaptı olduğunu ve bu tür metinlerin hukuki bağlayıcılığının tartışmalı olduğunu, daha çok karşılıklı verilen sözler ve taahhütler niteliği taşıdığını da belirtmek gerekiyor. Keza Erdoğan’ın “ben başta olduğum sürece…” temalı çıkışlarının da yüksek perdeden verilmiş birer “taahhüt” olduğunu düşünürsek, daha anlamlı olacaktır.
Mutabakatın sunuluş biçiminin Saray’ın zafer havası estirmesine uygun olduğu söylenebilir. Erdoğan istediği her şeyi elde edemedi ama neticede İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin istediği koşullarda masaya oturmadı mı?
Eldeki verilere göre, mutabakatın sunuluş biçiminin Saray iktidarının iç siyasette bir zafer havası estirmesine uygun olduğu söylenebilir. Erdoğan istediği her şeyi elde edemedi, ama içeride bir başarı hikâyesi pazarlamak için gerekli malzemeleri sağlamış oldu. Neticede İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin istediği koşullarda masaya oturmuş olmadı mı? Halkın genelinin yukarıda bahsettiğimiz ayrıntılarla ilgilenmediği, ilgilenmesinin şu an çok da mümkün olmadığı ortada. Mutabakat ve Biden görüşmesinin bir başka ve önemli bir sonucu (daha doğrusu beklenen sonucu) daha var Saray açısından. Batı kampında Erdoğan iktidarı hakkındaki hâkim tutum, Erdoğan iktidarıyla yeniden kalıcı bir işbirliğinden kaçınmak ve seçimleri beklemek. Zira ilk seçimde iktidarın değişeceği beklentisi şimdilik ağır basıyor. Wall Street oyuncuları açısından Türkiye’nin kârlı bir yatırım ülkesi olmaktan çıkmış olması da bu beklentiyi besliyor. İktidarın akıldışı ve çok dar bir çevrede kararlaştırılıp uygulanan ekonomik müdahaleleri Türkiye’yi yabancı sermaye açısından öngörülebilir ve yatırım yapılabilir bir ülke olmaktan çıkarmış durumda. İşte bu ortamda, Batı’nın stratejik merkezlerinde öncelikli tehdidin Rusya olduğunu, bu nedenle Saray iktidarının olumsuzluklarına göz yumulup yeniden işbirliği yapılması gerektiğini, hatta bu çerçevede iktidarın şiddetle ihtiyaç duyduğu finansal kaynağın kendisine sunulup seçimleri kazanmasının sağlanmasının doğru olacağını savunan görüşler de var.[1] Bu eğilimler baskın olmasa da, son mutabakatın Saray iktidarı açısından nihai hedefinin, bu eğilimleri besleyip kulübe yeniden kabul edilebilmek olduğu tartışmasız. ABD şu an Erdoğan’ı oyalıyor mu, yoksa Erdoğan’ı kulübe kabul etme konusunda bir geri adım mı atılıyor, bunu önümüzdeki süreç gösterecek. Ancak ilkinin çok daha güçlü bir ihtimal olduğu kanısındayım.
ABD şu an Erdoğan’ı oyalıyor mu, yoksa Erdoğan’ı kulübe kabul etme konusunda bir geri adım mı atılıyor, bunu önümüzdeki süreç gösterecek. Ancak ilkinin çok daha güçlü bir ihtimal olduğu kanısındayım.
Peki, Rusya’yla ilişkiler ne olacak? Türkiye kendi ekonomik ihtiyaçlarının da dayatmasıyla, Batı ablukası karşısında Rusya’ya bir yaşam koridoru açıp biraz olsun nefes aldırıyor.  Rusya’dan da Türkiye’ye ciddi bir sermaye akışı olduğu, özellikle gayrimenkul piyasasına ve vatandaşlık piyasasına (!) rağbet olduğu, Rus zenginlerin Türkiye’de kurduğu şirketlerin sayısında patlama yaşandığı anlaşılıyor.[2] Saray’ın Rusya’ya böyle bir alan açmayı tehdit olarak kullanıp Batı’dan bazı tavizler koparmaya çalıştığı söylenebilir. Erdoğan’ın izlediği bu taktik bağlamında, Abdülhamid sevgisi de daha anlaşılır oluyor! Rusya’yı kullanarak Batı ile ilişkilerini de onarmaya çalışıyor. Öte yandan Ukrayna krizi, Putin ile Erdoğan’ın kaderini iyice birleştirdi. Erdoğan, Putin’in kendisinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini biliyor. Erdoğan Türkiyesi, Putin açısından adeta NATO içinde bir ileri karargâh, bir Truva atı. Öyleyse İsveç-Finlandiya mutabakatı bu ilişkide nereye oturuyor? NATO’nun kuzeydeki genişlemesi Rusya açısından Ukrayna meselesi kadar tehdit oluşturmuyor. Çünkü bu ülkeler zaten Avrupa Birliği üyesi ve tarihsel olarak Batı kampının bir parçasıydı. Ukrayna ise Rusya açısından kendisinden koparılmış eski toprakları, hatta gerçekte Ukrayna diye ne bir ülke ne de bir ulus var. Hal böyle olunca Ukrayna’nın Batı kampına alınması karşısında verdiği tepkiyi vermeyecektir. Aksine Rusya kuzeydeki NATO genişlemesini kendi tehdit algısının meşruiyeti için bir zemin, haklılığı için bir kaldıraç olarak kullanabilecektir. Putin’in Erdoğan’ın mutabakat kararından bizden daha önce haberdar olduğunu düşünebiliriz bu nedenle. Bu kısa değerlendirme yazısını gözlerden kaçan bir başka önemli ayrıntıyla bitirmek istiyorum. İngiltere, AB’nin NATO’ya alternatif olarak oluşturmaya çalıştığı Avrupa Birliği Yapısal Savunma Anlaşması’nı (PESCO) imzalamadı. ABD ve İngiltere (ve İsrail), Orta Doğu’da yeni bir paradigma ve yeni bir savunma ittifakı inşa etmeye çalışıyor. Bu yeni savunma ittifakına bu nedenle “Orta Doğu NATO’su” diyenler var. Erdoğan da bu yeni düzende yerini almaya, yeni oluşan paradigmayı kullanarak iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor. Yeni paradigmanın omurgasını da İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ekseninin oluşturmakta olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda Kemal Kılıçdaroğlu’nun 26 Haziran 2022’de attığı bir tweet serisi[3] bu geniş perspektifte daha anlamlı oluyor.
Yeni bir savunma ittifakı inşa ediliyor. Buna “Orta Doğu NATO’su” diyenler var. Omurgasını da İsrail, BAE ve S. Arabistan ekseninin oluşturduğu göz önünde bulundurursak Kılıçdaroğlu’nun 26 Haziran’daki tweet serisi daha da anlamlı oluyor.
İsrail, Suudi Arabistan ve Yunanistan’a uyarılar ve meydan okumalar içeren bu çıkış, Erdoğan’ın dâhil olmaya çalıştığı, İngiltere ve ABD’nin örgütlediği “Orta Doğu NATO’su” paradigmasına karşı bir çıkıştı. Eğer bu çıkıştan bir sonuca varacak olursam, Saray Batı kulübüne kabul edilmek için can atarken CHP’nin olası iktidarında Türkiye’nin geleceğini Anlgo-sakson dış politikasının kurguladığı yeni Orta Doğu’da aramadığı olur. Tabloya böyle bakınca, Saray’dan CHP’ye ve muhalefete yöneltilen “Batı’nın uzantısı” olma, gayrı millî olma gibi suçlamaların gerçek muhatabının aslında bizatihi iktidar olduğunu söylemek pekâlâ mümkün. Hatta bence mümkünden de öte, bir vaka. --- [1] https://foreignpolicy.com/2022/06/22/turkey-erdogan-ukraine-russia-war-west-us-geopolitics-black-sea-europe-energy/ [2] https://www.forbes.com/sites/giacomotognini/2022/05/03/why-turkey-could-become-the-next-haven-for-russian-oligarchs-fleeing-sanctions/?sh=2fe98ff01678 [3] https://twitter.com/kilicdarogluk/status/1541154829866881026?s=20&t=2kAkgpHAr6TceNiOVdD2qA